Ana içeriğe atla

kartlı telefon

Bir daha arasam, acaba gelmiş midir eve? Gene annesi çıkarsa ne diyeceğim? Konuşmadan kapatsam ayıp, onu sorsam, evladım daha bir saat önce de aramadın mı dese ne cevap vereceğim?  Kartta kaç kontür kaldı onu da bilmiyorum. Kartı takınca gösterirdi eskiden, bozulmuş bu galiba, arama başlamadan göremiyorum kaç kontürün kaldığını.  Öylece kalakaldım pastanede. Birden hışımla kalkıp gitti. Oysa daha yeni oturmuştuk. Çaylarımızı söyleyip pasta sipariş etmiştik. Çayın gelmesini bile beklemedi.  Bu soğukta eve dönmüştür diye düşünüyorum ama kim bilir belki siniri yatışsın diye dolaşıyordur. Ne kadar da aptalım. Öyle pat diye sorunca afalladım. Lafı ağzımda geveledim. Sonra o da kalkıp gitti.  Neyse, bir saatten fazla geçti. Bir daha çevireyim numarayı. Belki dönmüştür.  

IBC 2015'in ardından genel değerlendirme

IBC 2015'e "basın" olarak akredite edilince, bir sonraki sene de kabul edilmek adına biraz muhabirlik yapmam gerektiğini düşündüm. Standları dolaşırken, ilgimi çekenlerin basına özel etkinliklerine katıldım. Press release'lerini topladım ve koca bir çanta dolusu doküman ve 15 civarında USB ile döndüm. 

Bunları derleyip toparlayıp, firmaların internet sitelerinde doğrulatıp, yazdıklarımı fotograflarla eşleştirmek haliyle epey vakit alacak. Hem emek, hem zaman gerektirecek bu işi hemen yapmam zor görünüyor. Hayat beklemiyor. Ertelense bile açılacak okullar, sağlık kontrolleri, önümüzdeki ay İstanbul'da yapacağım sunum, EMO'da düzenlenmesini istediğim panel ve forumlar yani anlayacağınız işim başımdan aşkın gerçekten. Bu arada, şimdilik çalışmakta olduğum iş yerinde kalan projelerimi toparlamak istiyorum bir an önce. 

Bu yüzden böyle ayrıntılara girmeden bir değerlendirme yazısı yayınlamak istedim. Bir kıymetli meslektaş facebook'taki paylaşımlarıma istinaden, bu güne kadar onca adam gitti, hiç birisi senin kadar bilgi paylaşmadı yorumunu yapmış. Oraya da yazdığım gibi bunlar daha fragman, filmden parçalar sadece. Asıl film yayınlandığında emin olun çok daha etkileyici olacak. Şu kadarını söyleyeyim, sektör lideri bir çok şirketin üst yönetici söyleşi önerilerimi kabul etti. Yakında şirketlerin planlarına ilişkin bilgileri birinci ağızlardan okuyabileceksiniz. 

TVTechTR.blogspot.com'u oluştururken örnek aldığım blog VideoNet idi. Ancak, sadece imrenmek anlamında. Yoksa ne o kadar vaktim ne de olanağım var. Ancak 2013'te daveti ile katılabildiğim Connected TV World etkinliğini de düzenleyen Justin Lebbon'un kulaklarını çınlatayım. Sağolsun, Aralık 2015'te Londra'da düzenleyeceği Future TV Ads etkinliğine de basın kontenjanından davet etti. Londra'dan bir başka davet ise WorldDAB Genel Kurulu'na yönelik olarak geldi. Kasım ayının başında, 3-4 Kasım'da Londra'da düzenlenecek etkinlikte gene basın olarak yer almam teklif edildi. Bu noktada sorun ortaya çıkıyor elbette. Etkinliklerin katılım ücretini almasalar bile ulaşım ve konaklama maliyetlerini cepten karşılamak kolay değil. Londra'ya gidiş dönüş en düşük 800 TL civarında. Konaklama ise başka bir dert. Kısaca ya bir havayolu sponsoru ya da başka bir çözüm bulmalıyım. Havayolu sponsoru zor olduğuna göre, ikinci yol tek yol gibi... 

Hayırlıysa...

Peki dönelim IBC 2015'e. Öncelikle bir hatırlatma, etkinlik 10 - 14 Eylül arasında Konferans ve 11 - 15 Eylül arasında Fuar şeklinde düzenlenmişti. Yani fuar için 9 Eylül'de gelmenize gerek yok :)


 14 salona dağılmış bir etkinlikten söz ediyoruz. Salonlar, iş alanlarına göre bölümlenmiş. Işık sistemleri ile OTT işleri aynı salonda değil yani. 12. salonun tümü Sony tarafından kapatılmış. Sony'nin yanında IBC TV adlı, kapalı devre TV yayını yapanların stüdyosu vardı. Yani aslında fuar 13 salon ve Sony salonundan oluşuyordu. Fuarı gezip ardından benim gibi, LG'i göremedim hiç diyenlerden olmayın diye hatırlatayım fuar "broadcast technologies", "consumer electronics" değil. O, bir hafta önce IFA adıyla Berlin'de düzenleniyor. Peki Vestel'in ne işi vardı derseniz, Vestel set üstü kutusu da üretiyor ve bu sektörden Pace gibi sektör liderlerinden birisini de standı var. 


Türkiye kökenli arkadaşların kurdukları şirketlerin varlığı hep mutlu etmiştir beni. IBC 2015'te de FM vericisi ve sistemleri üreten On AIR, grafik sistemleri üreten XEUS Medya, artık dünya devleri arasında kendisine yer bulan Air Ties, uydu dünyasında henüz büyük oyunculardan olmasa bile farklı operasyonları bir arada yürüten Turksat ve elbette Manisa'nın amiral gemisi Vestel. 


Fuarın önemli standları arasında şirketler kadar DVB, EBU, WorldDAB, Franhoufer Enstitüsü, IRT gibi kurumlarda yer alıyordu. Özellikle EBU'nun standı epey ilgi çekiciydi. EBU'nun teknik dergilerini yanı sıra Simon Fell ile de yeniden sohbet etmek güzeldi. DVB başkanı Dr. Siebert ile de sayısal radyo teknolojileri üzerine ilginç bir konuşmamız oldu. DigiTAG, standı olmasa bile başkanı ve başkan yardımcısı ile oldukça aktifti. Zaten Funke Digital'in de sahibi ve CEO'su olan Stan Bey kadar çok seyahat eden başka üst yönetici var mıdır bilemedim. Stan Bey, aynı zamanda DigiTAG'ın başkan yardımcısı.

IT ve Broadcast bir araya gelmeli mi sorusu, günümüz için pek anlamsız. Broadcast cihazların aslında IT tabanlı cihazlar olduğunu unutmamak gerekiyor. İş, SDI stüdyoların tamamen IP stüdyolar halinde kurulmasına kadar gelmiş dayanmış. IP stüdyoları bugünden fiber kablolarla donatmak, gereksiz bir yatırım gibi görünmüyor artık. Altyapıyı yenilemek çok maliyetli olduğu için ve aslında medyaya da para kazanmak amacıyla girildiği için iş oralarda farklı yürüyor. İnsanlar, maliyetleri hesaplıyor. Kar marjını düşünüyor. Bizdeki kadar çok FTA kanal dünyanın hiç bir ülkesinde yok. İş paralı olsun diye demiyorum bunu, eğer medya bir "iş" olmazsa, yani mevcut durum sürerse, bundan herkes zarar görmeye devam edeceği için yazdıklarım.

IBC'de çalışma anlayışı farklılığını da yaşayarak gözlemledim. Türkiye'deyken ayarladığım görüşmelerin ikisi dışında tümünü gerçekleştirdim. Gerçekleşmeyen görüşmelerin birisi, benim randevuyu telefonuma kaydetmeyi unutmam yüzünden. Sonradan görüşmek üzere haberleşip anlaştık. Diğer yapılamayan görüşme ise ülkemizde şirket sahibi birisiyle olacaktı. İşin ilginci görüşme talebi de kendisinden gelmişti. 

Yayın dünyası IT ile bir araya geldikçe OTT ve arama / tavsiye motorları işin merkezine oturmaya başlayacak gibi görünüyor. Yeni gelenler artık TV izlemiyor aslında. Video izliyor. Sadece içerik toplayıcısına dönüşen klasik TVlere ihtiyaç giderek azalıyor. Connected TV'leri gerçek anlamıyla kullandıkça ve aslına bakarsanız kullanışlı bir arayüzle bu TVler satıldıkça, klasik TV modeli ciddi sarsıntılar yaşayacak. Bu iş modeli değişikliğine 2 - 3 yıl önce dikkat çekmiştim. Netflix gibi bir oyuncunun içerik üretimi işine girmesi, Türk Telekom'un DTH haline gelmesi, OTT işini pek çok telekom operatörünün ilgisini çekmesi birileri için çanların çaldığını gösteriyor. Gelişmeleri önceden okuyan Doğan (NetD) ve Doğuş (Tvyo) bu anlamda okumak gerekli. Ancak böyle kendi içeriği dışında bir şey paylaşmayan, platform haline dönüşmeyen TV internet siteleri, gelecek günlerde klasik TV kanallarını kurtarmayacak.  


Bulut bilişim, sessiz ve derinden ilerliyor. "Akıl" TV cihazında mı bulutta mı olsun tartışması, IBC'de pek konuşulmasa da, CE dünyasının önemli gündemlerinden. Aynı şekilde STB as an app, diye sanal set üstü kutusu da CE dünyasında tartışılıyor. Ancak IBC, CE etkinliği değildi. 

Fuar ve konferansın benim açımdan en güzel yönü, çeşitli uluslararası firmalarda çeşitli ülkelerde çalışan Türk arkadaşlarla sohbet etme olanağı oldu. 2013'te Londra'da katıldığım etkinlikte Almanya ve İsveç'te çalışan iki arkadaş ile tanışmıştım. Her ikisi ile de irtibatımız halen sürer, IBC'de ayak üstü de olsa sohbet ettik yeniden. Gene 2013'te Krakow'da tanıştığım Vestel çalışanları ile de bu kez Amsterdam'da konuştuk. 

Yorumlar

Son haftanın en çok okunan 10 yazısı

Yaylapınar (Sinekçiler) Köyü Nazilli tatili

Yazılacaklar birikti, bu gidişler birikmeye devam edecek. Üst üste gelince seyahatler, okunanlar, teknik gelişmeler böyle oluyor. Yavaş düzgündür, düzgün ise hızlı deyip başlayayım bir yerinden.  Geçtiğimiz haftanın 6 gecesini, Aydın'ın Nazilli ilçesinin, eski adıyla Sinekçiler, Yaylapınar köyünde geçirdik. Ne ben, ne de eşim Nazilli'li. Oralarda yaşayan akrabamız da yok. Peki nasıl oldu da bir köyde kaldık 6 gece. Pınar Kaftancıoğlu sayesinde. Kendisini büyük şehirlerde, özellikle İstanbul'da, yaşayan çocuk sahipleri tanıyacaktır. Ayşe Arman'ın söyleşisinden sonra tanıyanlar ve alış veriş yapanların sayısında ciddi artış olmuş. Siz tanımayanlardansanız İpek Hanım'ın Çiftliği'nin web sayfasına bakmanızı ve yazının geri kalanını sonra okumanızı öneririm.  Kaftancıoğlu, bana kalırsa ülkemiz için uygulanabilir bir kalkınma modeli oluşturmuş. Ülkemiz, her ne kadar son dönemlerde ihmal edilmiş olsa bile, bir tarım ülkesi. Tarıma elverişli topraklara ...

Civitas - Suadiye / İstanbul

Sadeceözgür, 2004 doğumlu bir blog. Başlangıç senelerinde, "mekân" etiketli bir çok yazı yayınladım. O tarihlerde Google Haritalar hizmeti yoktu hayatımızda. Artık, ben de bir çok kişi gibi, Google Haritalar'a yazdığım yorumlar ile gittiğim mekânları değerlendiriyorum. Bu yüzden "mekân" etiketli son yazım 2019 tarihli ve o yazı film yıkatıp negatiften baskı alabileceğiniz mekânlarla ilgili .  Bu giriş paragrafının ardından gelelim bu yazıyı neden hazırladığıma. Malûmunuz, İstanbul sokakları ve kafelerini keşfetmeye devam ediyorum. Bu keşifleri, zaman zaman blogda da paylaşmaya karar verdim. Civitas , bu serinin ilk yazısına konu oldu.  İstanbul'un Anadolu Yakası'nda, Marmara kıyılarına yakın, güzide semtlerinden Suadiye'deki bir kafe Civitas . Mekâna ilk ziyaretimde sadece kahve içmiş, vitrindeki tatlıların görüntülerine hayran kalıp, bir daha gelmeliyim diyerek, ayrılmıştım. İstanbul gibi devasa bir şehirde yaşayınca, bir daha, bir sene sonraya den...

bir kez daha, nedir bu sayısal karasal televizyon?

Blog sayfamda DTT etiketiyle yayınlanmış 100'e yakın içerik bulunsa da, geçenlerde buluştuğumuz lise arkadaşlarımın sorusu üzerine, bir kez daha yazmaya karar verdim. Bilenler, okumadan geçebilir. Bilmeyenler ve sektörün uzağındaki kişiler düşünülerek hazırlanmış bir yazıdır.  Soru - yanıt şeklinde kurgulanmış yazılarımın daha çok okunduğu gözlemi üzerine, buyurun sık sorulan sorularla Sayısal Karasal Televizyon: Şimdi tam olarak neden bahsediyoruz? Çanak ile izlediğimiz televizyon mu?

renk ahenk

Birbirinden ince bir çizgiyle ayrılmış, farklı boyut ve renklerdeki çokgenlerden oluşan fotoğraf bana hayatı hatırlattı. Bu kareyi çekip bir blog yazısının öznesi yapma fikri oluştuğundan beri yazı kafamda şekilleniyor. Yazıp yazıp siliyorum. Bir saat önce harika diye düşündüğüm içeriğin, bir saat sonra saçmalık olduğuna karar veriyorum.  En doğrusu, yazıyı kafamın içinden çıkartıp bloga aktarmak. Yoksa yazıp silme döngüsü bitmeyecek.   Çokgenleri her gün karşılaştığımız olaylar dizisine benzetiyorum. Her birisi kendi içinde farklı renklere boyanmış, kimi canlı ve coşkulu; kimi daha soluk ve karanlık. Birbirinden ince çizgiyle ayrılmış da olsalar bütünü oluşturan parçalardan ibaretler aslında. Anlamları, diğer parçalarla birlikteyken ortaya çıkıyor. Bir metro durağında gördüğüm bu sanat eseri bende böylesi çağrışımlar yaptı. Videolarla çevrili dünyamızda, umarım yazılarım gününüzü güzelleştiriyordur. Videoya inat, yazmaya devam edeceğim. Okuyanların çoğalması dileğiyle......

çitin üzerinde

Bu güneşli güzel günde tepelerde ne işin var dediğinizi duyar gibi oldum. Herkesin güvenli bir evi yok ne yazık ki. Ben de isterdim cam kenarına kurulup sokağı seyrederken kemiklerimi ısıtmayı. Gelin görün ki benim kaderime sokaklarda hayat mücadelesi düştü. Bu çitin üzerini ilk gösteren Sarman mıydı yoksa Tekir mi net hatırlayamıyorum. Epey zaman geçti üzerinden. Köpekler ya da trafik çoğaldığında, sakince dinlenebileceğimiz bir yer aradığımızda çıkıyoruz buraya. Doğru, çok konforlu değil. Böyle tam alttan çekildiğinde fotoğraf, pek hoş olmuyor ortaya çıkan görüntü, gövdemin büyük bölümü boşlukta kalmış gibi. Gene de şikayetçi değilim çitten.  Sokaklarda yaşamanın zorlukları çok. Ne zaman yemek bulabileceğimiz belli olmuyor. Arabalar, kimi insanlar ve köpekler bize rahat vermiyor. Yağmur ve soğuk havaları da sevmiyoruz.  Fotoğrafı çeken amcaya anlattım tüm bunları. Ne kadarını anladı, ne kadarını size aktardı bilemeyeceğim.  Köpeklerin bizle ne dertleri olduğunu bilemedi...

Sokakbaşı Meyhane, nam-ı diğer Hüseyin'in Meyhanesi

Uzunca bir süredir izlediğim tek televizyon yayını Behzat Ç.'nin Hüseyin'in Meyhanesi mekanı olarak kullandığı Sokakbaşı Meyhanesi'ne sonununda gittim. Hatta yanda gördüğünüz üzere Behzat'ın masasında fotografım da var. Mekan, aslında Behzat Ç. öncesinde de bölgede bilinen sevilen yerlerdendi. Esat dörtyolda, köşebaşında yer alan burayı Behzat Ç.'de mekan olarak kullanmak, muhtemelen Erdal Beşikçioğlu'nun zamanında Sokakbaşı'nın çaprazında bir yer işletmesinden kaynaklanıyordur.  Sokakbaşı'na diziden aşinayız. Havalar iyi olduğunda açık havada büyükçe bir yerleri var. İçerisi de küçük sayılmaz. Mezeler lezzetli, fiyatlar pek ucuz sayılmaz. Dizinin etkisi fiyatlara yansımış görünüyor. Behzat'ın masası rezervasyonlu oluyormuş genelde. Yurt içi ve hatta dışından rezervasyon yapılıyormuş. Mekanın garsonları, kim bölümlerde rol almış. Duvarlarda gazete küpürleri ve diziden görüntülerin yer aldığı fotograflar var.  Yakında final yapacak olan Behzat ...

Yabancı dil öğrenmek üzerine: DuoLingo deneyimimim

kızımın çizgileri Ülkemizin kanayan yaralarından birisidir sanırım, yabancı dil öğrenmek. Onlarca kurs, yüzlerce kitap, saatlerce ders ve sonuç: anlayan (en azından anladığını düşünen) ve konuşamayan kişiler... Bir yerlerde bir sorun olduğu kesin, ama nerede? Farklı zamanlarda, 3 kez Fransızca kursuna gittim. İlk seferin ardından, aslında bir temel bilgim olmasına karşın, her seferinde en baştan başladım, hiç bilmiyormuşum gibi. Ne yazık ki kurslarda öğrendiklerim kalıcı olamadı. Şimdilerde, 70 gündür, her sabah DuoLingo ile çalışıyorum. Ücretsiz ve arada çıkan reklamlarla devam eden sürümünü kullanıyorum. Eminim farklı online dil kursları da vardır. Online platformda, kurslarda olmayan ne var diye düşününce bir kaç şey tespit ettim. Belki sizlerin de işine yarar diye paylaşıyorum: Yabancı dil öğrenmek, sürekli ve kesintisiz tekrar gerektiren bir süreç. Kurslar, sadece haftanın belli günleri, bir kaç saat için ve çoğunlukla, günün en yorgun olunan akşamlarında oluyor. ...

Dünyaya Yeni Gelen Okurlar İçin / Barış Bıçakçı

Kimi bir kaç cümlelik kimi bir kaç sayfalık anılarla dolu öykücükler ve tümünü bağlayan farklı bir kurgu. Barış Bıçakçı'nın son novellasını severek okudum.  Okuma heyecanını bozmadan, konusundan kısaca bahsetmek istiyorum. Halis Bey, emekli elektrik mühendisi. Ayşe ise başarılı bulunan bir öykü kitabı yayınlamış bir peyzaj mimarı ve tercüme yaparak hayatını kazanıyor. Tercüme bürosunda rastlaşıyorlar ve Halis Bey Ayşe'den anılarını öyküleştirmesini istiyor, ücreti karşılığında. Novella, Halis Bey'in anıları ve Ayşe'nin hayatını anlatan bölümlerle kurulmuş. Novellada yer alan bölümlerin her biri ayrı öyküler haline getirilebilecek derinlikte.  Ayşe'nin hayatına dair bölümlerde ülkenin gündemine dair göndermeler de yer alıyor.  Daha önce okuduğum eserlerinde olduğu gibi bolca Ankara var arka planda. Hatta Garson başlıklı bölümde Ankara başrolde. İstanbullular deniz yok, fazla gri dese de Ankara, Ankara'da yaşamaya alışmışlar için kendine has özellikleri ve güzelli...

sahilde

Dalgaların sesini dinlemeyi seviyorum. Huzur veriyor. Kimi arkadaşlarım denize girip, suların içinde oynuyor. Bense denizi seyretmeyi, dalgaları dinlemeyi tercih ediyorum. Havalar soğumaya başladı. Kalabalık azaldı. Çocuk parkında yaramazların cıvıltıları yok artık. Salıncağın gölgesinde pinekleyen bir kaç arkadaş var parkta canlı namına.  Sabah, daha güneş doğmadan gelip oltasını sandalyeye sabitleyen adam da olmasa, sahile de gelen yok.  Kasabanın bu halini seviyorum. Tüm kasabanın tek sahibi bizmişiz gibi geliyor. Yemek bulduğumuz sürece değmeyin keyfimize.  Adam bugün balık tutabilecek mi acaba?

yürüyen merdiven

Metrodan çıkmak için yürüyen merdivene adımımı attığımda, dışarıda beni nelerin beklediğinden haberim yoktu. Okula, işe yetişme telaşında olanların kalabalığı bitmiş, toplu ulaşım, acelesi olmayanlara kalmıştı. Merdivenin son basamağını geldiğimde sokak sakin ve huzurlu görünüyordu.  Sabahın serinliği yerini öğleye geçişin ılıman haline bırakmıştı.  Kediler ve martılar duvar diplerine bırakılmış yemleri paylaşıyor, kargalar bu paylaşımdan kendilerine de pay düşecek mi merakıyla olan biteni izliyordu.  Her zaman döndüğüm sokağı es geçip ilerledim. Yeni sokak, yeni binalar, yeni yüzler... Tek sokak değiştirince bile karşıma çıkanların farklılığı şaşırttı.  Yürümeyi sürdürdüm. Güneş yükselirken bulutsuz gökyüzü alabildiğine maviydi. Karşılaştığım insanların kiminin yüzü tanıdık gelse de bir çoğunu ilk kez görüyordum. Oysa sadece bir sokak değiştirmiştim.  Sokağın sonundaki kafenin bahçesinde yaşlı bir çift sabah kahvesi içiyordu. İkisi de sokağa dönük, yan yana san...