Ana içeriğe atla

kartlı telefon

Bir daha arasam, acaba gelmiş midir eve? Gene annesi çıkarsa ne diyeceğim? Konuşmadan kapatsam ayıp, onu sorsam, evladım daha bir saat önce de aramadın mı dese ne cevap vereceğim?  Kartta kaç kontür kaldı onu da bilmiyorum. Kartı takınca gösterirdi eskiden, bozulmuş bu galiba, arama başlamadan göremiyorum kaç kontürün kaldığını.  Öylece kalakaldım pastanede. Birden hışımla kalkıp gitti. Oysa daha yeni oturmuştuk. Çaylarımızı söyleyip pasta sipariş etmiştik. Çayın gelmesini bile beklemedi.  Bu soğukta eve dönmüştür diye düşünüyorum ama kim bilir belki siniri yatışsın diye dolaşıyordur. Ne kadar da aptalım. Öyle pat diye sorunca afalladım. Lafı ağzımda geveledim. Sonra o da kalkıp gitti.  Neyse, bir saatten fazla geçti. Bir daha çevireyim numarayı. Belki dönmüştür.  

e-söyleşi: OnLineAnne.com

Online anne sitesinin kurucularından Pınar Türker, benim ortaokul ve liseden sınıf arkadaşım. Aynı üniversitenin farklı bölümlerinden mezunuz. Sevgili Pınar ile görüşmeyeli seneler oldu. Facebook sayesinde ABD'de yaşadığını ve onlineanne adlı bir sitenin kurucusu olduğunu görünce, bir e-söyleşi yapmak isteğimi belirttim. Sağolsun, diğer kurucu Melike Ergüven ile söyleşideki soruları yanıtlayıp gönderme inceliği göstermişler....


1. Kısaca kendinizden bahsetmenizi istesem

Biz; Pınar Türker ve Melike Ergüven, yurtdışında yaşayan iki anneyiz. Birimiz Amerika'da, birimiz Almanya'dayız. İkimiz de son bir kaç seneye kadar Şehir ve Bölge Planlama diplomalı, doktoralı, Coğrafi Bilgi Sistemleri uzmanı falandık. Bir yandan yaşları şu anda 5-9 arasında değişen çocuklarımızı büyütmeye çalışıp bir yandan "şu annelik denen müesesse bizim bünyeyi niye bu kadar zorladı acaba" diye kendi aramızda düşünürken onlineanne adında bir websitesi (www.onlineanne.com) kurduk ve kendimizi blogger anneler kervanına katılmış bulduk. Bizi daha çok merak edenler için de bunu yazdık.

2. Neden onlineanne? İnternette bir çok forum sayfası varken, neyi eksik/yanlış/yetersiz gördünüz?

Çoğu çalışmadan duramayan ve de çocuklarının yaşı henüz küçük olan annenin rüyası "öyle bir işim olsun ki ilgimi çeksin, kendi çocuklarıma faydam olsun, esnek olsun, benim olsun, patronum olmasın" rüyasına kapıldık galiba :-) Şaka bir yana, onlineanne o zamanki ihtiyaçlarımızdan doğdu. Çocuklarımızı yurtdışında yetiştiriyoruz ya, Türkiye'ye gittiğimizde aksanları nedeniyle Hürrem Sultanlar diye karşılandıkları, bu Türkçeyi düzgün öğretmek için ne yapsak diye dertlendiğimiz bir dönemdi; tam da tabletler yeni yeni yayılmaya başlamıştı. Türkiye'de de daha o kadar yaygın değildi; en azından her yerde her çocuğun eline yapışık vaziyette görmüyorduk. İngilizce kitap uygulamaları çok hoşumuza gidince biz de tablette sürekli Türkçe kitap, Türkçe oyun aramaya başladık. Arıyoruz da çok zor buluyoruz, bulduklarımızdan memnun kalmıyoruz. Uygulama geliştiricilerin ebeveyn beklentilerinden bihaber olduklarını düşünüyoruz.  Dedik ki "biz bir çocuk uygulamaları inceleme sitesi kuralım" ve araştırmaya başlayınca teknolojinin sunduğu eğitim fırsatları, tabletin özel eğitime katkısı gibi konular da gündemimize girdi ve zaten o esnada çocukların bu tablet düşkünlükleri ile nasıl başa çıkılacak, bu yeni teknolojiler çocuklara zararlı mı, minik çocukları nasıl etkiliyor gibi sorular da zaten kafamızı kurcalamaya başlamıştı. Biz de hem teknolojiyi akıllı kullanmak, dijital okuryazarlık gibi konuları tartışalım, yaptığımız araştırmaları paylaşalım, ailelerle uygulama geliştiriciler arasında da bir ilişki kurulmasını sağlayalım diye yola çıkmış olduk. Ancak 3 sene içerisinde, biz de, çocuklarımız da, sitemiz de değişti ve gelişti doğal olarak. Kendimizi çocuk güvenliği, dijital ve mekansal okuryazarlık, sosyal ayrımcılığın önlenmesi konusunda aileler için, öğretmenler için malzeme üretirken,sosyal projeler geliştirirken bulduk. Yani onlineanne uygulama geliştiriciler tarafından desteklenen bizim Almanya ve Amerika'da kendi çocuklarımızla tecrübe ettiğimiz eğitim sisteminde gördüklerimizi Türkiye'ye aktarmaya çalıştığımız bir sosyal girişim sitesine dönüştü.Şu anda çocuk güvenliği konusunda yaptığımız çalışmaların Türkiye'de 80+ eğitim kurumu tarafından kullanılıyor olmasından büyük mutluluk duyuyoruz ve bunları yaygınlaştırmak için de sponsor arıyoruz.  

3. Çocukların eğitiminde, aslında eğitim demek yerine oyalanması desek daha doğru belki, elektronik cihazlar çok yoğun kullanılıyor. Çağın gereği gibi sunuluyor bu tercihler. 2 yaşında basılı dergi sayfasındaki resmi büyütmeye uğraşan çocuk görüntüleri doğal karşılanır oldu. ABD'de durum nedir bu anlamda?

Açıkçası bu tür görüntüleri sosyal medyanın şişirmesi olarak görüp belki de doğal karşılayanlardanız biz de:-) Sonuçta sosyal medyada popüler olmanın kuralları belli, bu tür görüntüler de o popüler kültürün bir ürünü. Herkes teknolojinin zararları başlıklı makaleleri birbiri ile hevesle paylaşıyor ama her ailenin gerçek hayatta neyi nasıl uyguladığı ise çok değişken. Kimi var evde teknolojiye karşı ama dışarı da restoranda çocuk oyalamak için çocuğun eline telefonu tutuşturuveriyor, kimi var dışarıda son derece aktif ama evde hep teknoloji. Kiminin çocuğu zaten oradan oraya faaliyette, teknolojiye vakti yok. Kimisi çok çocuklu çocuğu başından atacak bir yol bulmazsa delirecek.. Ebeveynlikte her gün aynı olmadığından gün gelir çocuğu hakikaten oyalaması gerekir, gün gelir bütün gün sırf çocuğa aittir... O yüzden dışarıdan görüntülere bakıp genellemeler bir yere varmayı mantıklı bulmuyoruz. Tablet ve her türlü teknolojik aleti eğitici bir alet olarak da kullanabilirsin, çocuğu oyalayıp başından atmak için de. Mesele çocukların elinde tablet (ya da televizyon, bilgisayar) olmadığında koşturacak, diğer çocuklarla bir araya gelebilecekleri mekanları, yaratıcılıklarını geliştirecek faaliyetleri, onların gözünün içine bakarak onlarla iletişim içinde olacak büyüklerinin olup olmamasında. Bu çağın gereğinden ziyade hem çocuklara toplum olarak sunduğumuz imkanlar ve ebeveynlerin imkanları ve tercihleri meselesi. Biz bu tercihlerin daha çok tartışılması, "hepsini toptan kaldıralım, eskiden ne güzeldi" kolaycılığına kaçılmaması, onun yerine ebeveynleri bu oyalama konusunda iten koşulları iyileştirmek için yapılabilecek neler var üzerine kafa yorulması gerektiğini düşünenlerdeniz. Amerikan Pediatri Birliği gibi belli başlı uzmanların önerileri de belli 2 yaş (hatta 3 yaş) altına televizyon dahil hiçbir ekran yok. Sitede detaylı olarak hangi araştırmaya dayanarak bu konuda kim ne diyor konusunda bir sürü detaylı yazı var da zaten 8 aylık bebeyi 5 dakikadan fazla oyalayabilecek bir şey icat edildi mi biz görmedik :-). Yani Amerika-Türkiye karşılaştırması da bize çok anlamlı gelmiyor. ABD ve Türkiye arasındaki farkı da ebeveynin bakışı belirliyor.  Amerika'da bu tür aletlere ulaşım imkanı daha çok, ancak bir çocuğun bu aletlere muhtaç olmadan verimli zaman geçirebileceği mekan, aktivite de daha çok. Ancak ülkeden bağımsız genel olarak akıllı telefon ve tabletler hayatımıza öyle bir girdi ki asıl sorun bu teknolojinin kullanımına dair genel bir adabın aynı hızda gelişememesinde. Yani daha ebeveynler bir yemeğin ortasında eline telefonu almadan duramıyorken çocuklar için ideal olanın teknolojiye hiç bulaşmamaları olarak sunulması bize garip geliyor. Asıl zor olan çocuklara teknolojiyi adabıyla kullanmayı öğretmek. Bunun Amerika'da Türkiye'ye kıyasla daha çok önemsendiğini belki söyleyebiliriz. Bu da bir süreç, atılan adımların sonuç verip vermediğinin incelemesini de uzmanlar yapacak.Ama bu süreçte kitaba iPad muamelesi yapan bebek türevi şehir efsanelerine gülüp geçmek dışında ciddiye almaya ne kadar ihtiyacımız var tartışılır.


4. Çocuk yetiştirme açısından ABD ile ülkemizi kıyasladığınızda neler iyi/kötü?

Çocuk yetiştirme açısından Türkiye bize daha zor geliyor. En büyük sebep Türkiye'de hiçbir güvenlik kuralına dikkat edilmemesi; trafik, alakasız yerlerde olabilecek çukurlar, yaya olarak yaşamanın imkansızlığı, araba koltuğu gibi araçların lüksten sayılması, oradan buradan çıkabilecek kablolar, düşebilecek bahçe duvarları, parkta bile rastladığımız düşmeye hazır cimnastik aletleri vs. Sokak hayatının çocuklu bir aileye kısıtlanmış olması, kaldırımda yürümenin hayal olması, park-bahçe gibi ortak alanlardaki hoyrat kullanım, pislik vs. Umumi tuvaletlerin rezilliği, emziren ya da küçük bebeği olan aileler için aile lavabolarının olmayışı, nadiren olsa da herşeyin annelere göre yapılmış olması  (baba, kız çocuğunu tuvalete götürmez ya talep yok herhalde) Bunlar fiziksel sorunlar gibi görünse de ebeveyn olma stresini arttırıyor. Dolayısıyla yurtdışında ebeveyn olmak daha stressiz ve stressiz ebeveyn eşittir mutlu çocuk diyebiliriz herhalde. ve zaten ülke olarak ne kadar stres altında olduğumuz da malum. İyi eğitim ve çocuklara sunulan imkanların Türkiye'de çok kısıtlı bir kitleye sunulmuş olması da çocuk yetiştirmenin zorluklarından biri  olarak gözümüze çarpıyor.
Türkiye'de çocuk yetiştirmenin nesi iyi dersek? Herşeyden önce kendi çocuğunuzu kendi kültürünüzle büyütmenin avantajı. Çocukların akraba, komşu vs gibi sosyal ilişkilerle büyümesi, günlük problemlere daha alışık olmaları nedeniyle pratik zekalarının gelişmesi, "dünyanın her türlü hali var" konusunu bizzat görerek büyümeleri ve dünyayı Amerika'dan ibaret olmadığını bilmeleri... Son derece öznel olarak da çay-simit, rakı-balık, Barış Manço-Erol Evgin falan bilmeden şu ömürlerini geçirmemeleri:-) Günlük yaşam koşulları iki ülkede çok farklı. Amerika'da eve geç olmayan bir saatte gelebilmek, çocuklarla daha çok zaman geçirebilmek, evdeki işleri bölüşen, temizlikten, tıkanan tuvaleti açmaya herşeyi kendileri yapmak zorunda olan, desteksiz anne-baba modeli ve bunun sonucu kurulmak zorunda olan düzen, kuralların esnemezliği... Ama Türkiye'de herşeyin belirsizliği ve belirsizliğin getirdiği kaçınılmaz esneklik ama buna karşılık ebeveynlere sunulan destek sisteminin (temizlik, yemek, bakıcı, anneanne, babanne yardımları vs) daha ulaşılabilir olması... Yani kıyaslama yapmak çok zor, sonuçta herkes kendi bulunduğu ortama alışıyor herhalde...Bu konuda o kadar çok yazdık ki (http://www.onlineanne.com/2015/06/16/yurtdisinda-yasamanin-zorluklari-2/)... Görünen o ki içimiz daraldıkça da yazmaya devam edeceğiz :-)

Çok teşekkürler...

Yorumlar

Son haftanın en çok okunan 10 yazısı

Yaylapınar (Sinekçiler) Köyü Nazilli tatili

Yazılacaklar birikti, bu gidişler birikmeye devam edecek. Üst üste gelince seyahatler, okunanlar, teknik gelişmeler böyle oluyor. Yavaş düzgündür, düzgün ise hızlı deyip başlayayım bir yerinden.  Geçtiğimiz haftanın 6 gecesini, Aydın'ın Nazilli ilçesinin, eski adıyla Sinekçiler, Yaylapınar köyünde geçirdik. Ne ben, ne de eşim Nazilli'li. Oralarda yaşayan akrabamız da yok. Peki nasıl oldu da bir köyde kaldık 6 gece. Pınar Kaftancıoğlu sayesinde. Kendisini büyük şehirlerde, özellikle İstanbul'da, yaşayan çocuk sahipleri tanıyacaktır. Ayşe Arman'ın söyleşisinden sonra tanıyanlar ve alış veriş yapanların sayısında ciddi artış olmuş. Siz tanımayanlardansanız İpek Hanım'ın Çiftliği'nin web sayfasına bakmanızı ve yazının geri kalanını sonra okumanızı öneririm.  Kaftancıoğlu, bana kalırsa ülkemiz için uygulanabilir bir kalkınma modeli oluşturmuş. Ülkemiz, her ne kadar son dönemlerde ihmal edilmiş olsa bile, bir tarım ülkesi. Tarıma elverişli topraklara ...

Civitas - Suadiye / İstanbul

Sadeceözgür, 2004 doğumlu bir blog. Başlangıç senelerinde, "mekân" etiketli bir çok yazı yayınladım. O tarihlerde Google Haritalar hizmeti yoktu hayatımızda. Artık, ben de bir çok kişi gibi, Google Haritalar'a yazdığım yorumlar ile gittiğim mekânları değerlendiriyorum. Bu yüzden "mekân" etiketli son yazım 2019 tarihli ve o yazı film yıkatıp negatiften baskı alabileceğiniz mekânlarla ilgili .  Bu giriş paragrafının ardından gelelim bu yazıyı neden hazırladığıma. Malûmunuz, İstanbul sokakları ve kafelerini keşfetmeye devam ediyorum. Bu keşifleri, zaman zaman blogda da paylaşmaya karar verdim. Civitas , bu serinin ilk yazısına konu oldu.  İstanbul'un Anadolu Yakası'nda, Marmara kıyılarına yakın, güzide semtlerinden Suadiye'deki bir kafe Civitas . Mekâna ilk ziyaretimde sadece kahve içmiş, vitrindeki tatlıların görüntülerine hayran kalıp, bir daha gelmeliyim diyerek, ayrılmıştım. İstanbul gibi devasa bir şehirde yaşayınca, bir daha, bir sene sonraya den...

bir kez daha, nedir bu sayısal karasal televizyon?

Blog sayfamda DTT etiketiyle yayınlanmış 100'e yakın içerik bulunsa da, geçenlerde buluştuğumuz lise arkadaşlarımın sorusu üzerine, bir kez daha yazmaya karar verdim. Bilenler, okumadan geçebilir. Bilmeyenler ve sektörün uzağındaki kişiler düşünülerek hazırlanmış bir yazıdır.  Soru - yanıt şeklinde kurgulanmış yazılarımın daha çok okunduğu gözlemi üzerine, buyurun sık sorulan sorularla Sayısal Karasal Televizyon: Şimdi tam olarak neden bahsediyoruz? Çanak ile izlediğimiz televizyon mu?

renk ahenk

Birbirinden ince bir çizgiyle ayrılmış, farklı boyut ve renklerdeki çokgenlerden oluşan fotoğraf bana hayatı hatırlattı. Bu kareyi çekip bir blog yazısının öznesi yapma fikri oluştuğundan beri yazı kafamda şekilleniyor. Yazıp yazıp siliyorum. Bir saat önce harika diye düşündüğüm içeriğin, bir saat sonra saçmalık olduğuna karar veriyorum.  En doğrusu, yazıyı kafamın içinden çıkartıp bloga aktarmak. Yoksa yazıp silme döngüsü bitmeyecek.   Çokgenleri her gün karşılaştığımız olaylar dizisine benzetiyorum. Her birisi kendi içinde farklı renklere boyanmış, kimi canlı ve coşkulu; kimi daha soluk ve karanlık. Birbirinden ince çizgiyle ayrılmış da olsalar bütünü oluşturan parçalardan ibaretler aslında. Anlamları, diğer parçalarla birlikteyken ortaya çıkıyor. Bir metro durağında gördüğüm bu sanat eseri bende böylesi çağrışımlar yaptı. Videolarla çevrili dünyamızda, umarım yazılarım gününüzü güzelleştiriyordur. Videoya inat, yazmaya devam edeceğim. Okuyanların çoğalması dileğiyle......

çitin üzerinde

Bu güneşli güzel günde tepelerde ne işin var dediğinizi duyar gibi oldum. Herkesin güvenli bir evi yok ne yazık ki. Ben de isterdim cam kenarına kurulup sokağı seyrederken kemiklerimi ısıtmayı. Gelin görün ki benim kaderime sokaklarda hayat mücadelesi düştü. Bu çitin üzerini ilk gösteren Sarman mıydı yoksa Tekir mi net hatırlayamıyorum. Epey zaman geçti üzerinden. Köpekler ya da trafik çoğaldığında, sakince dinlenebileceğimiz bir yer aradığımızda çıkıyoruz buraya. Doğru, çok konforlu değil. Böyle tam alttan çekildiğinde fotoğraf, pek hoş olmuyor ortaya çıkan görüntü, gövdemin büyük bölümü boşlukta kalmış gibi. Gene de şikayetçi değilim çitten.  Sokaklarda yaşamanın zorlukları çok. Ne zaman yemek bulabileceğimiz belli olmuyor. Arabalar, kimi insanlar ve köpekler bize rahat vermiyor. Yağmur ve soğuk havaları da sevmiyoruz.  Fotoğrafı çeken amcaya anlattım tüm bunları. Ne kadarını anladı, ne kadarını size aktardı bilemeyeceğim.  Köpeklerin bizle ne dertleri olduğunu bilemedi...

Sokakbaşı Meyhane, nam-ı diğer Hüseyin'in Meyhanesi

Uzunca bir süredir izlediğim tek televizyon yayını Behzat Ç.'nin Hüseyin'in Meyhanesi mekanı olarak kullandığı Sokakbaşı Meyhanesi'ne sonununda gittim. Hatta yanda gördüğünüz üzere Behzat'ın masasında fotografım da var. Mekan, aslında Behzat Ç. öncesinde de bölgede bilinen sevilen yerlerdendi. Esat dörtyolda, köşebaşında yer alan burayı Behzat Ç.'de mekan olarak kullanmak, muhtemelen Erdal Beşikçioğlu'nun zamanında Sokakbaşı'nın çaprazında bir yer işletmesinden kaynaklanıyordur.  Sokakbaşı'na diziden aşinayız. Havalar iyi olduğunda açık havada büyükçe bir yerleri var. İçerisi de küçük sayılmaz. Mezeler lezzetli, fiyatlar pek ucuz sayılmaz. Dizinin etkisi fiyatlara yansımış görünüyor. Behzat'ın masası rezervasyonlu oluyormuş genelde. Yurt içi ve hatta dışından rezervasyon yapılıyormuş. Mekanın garsonları, kim bölümlerde rol almış. Duvarlarda gazete küpürleri ve diziden görüntülerin yer aldığı fotograflar var.  Yakında final yapacak olan Behzat ...

Yabancı dil öğrenmek üzerine: DuoLingo deneyimimim

kızımın çizgileri Ülkemizin kanayan yaralarından birisidir sanırım, yabancı dil öğrenmek. Onlarca kurs, yüzlerce kitap, saatlerce ders ve sonuç: anlayan (en azından anladığını düşünen) ve konuşamayan kişiler... Bir yerlerde bir sorun olduğu kesin, ama nerede? Farklı zamanlarda, 3 kez Fransızca kursuna gittim. İlk seferin ardından, aslında bir temel bilgim olmasına karşın, her seferinde en baştan başladım, hiç bilmiyormuşum gibi. Ne yazık ki kurslarda öğrendiklerim kalıcı olamadı. Şimdilerde, 70 gündür, her sabah DuoLingo ile çalışıyorum. Ücretsiz ve arada çıkan reklamlarla devam eden sürümünü kullanıyorum. Eminim farklı online dil kursları da vardır. Online platformda, kurslarda olmayan ne var diye düşününce bir kaç şey tespit ettim. Belki sizlerin de işine yarar diye paylaşıyorum: Yabancı dil öğrenmek, sürekli ve kesintisiz tekrar gerektiren bir süreç. Kurslar, sadece haftanın belli günleri, bir kaç saat için ve çoğunlukla, günün en yorgun olunan akşamlarında oluyor. ...

Dünyaya Yeni Gelen Okurlar İçin / Barış Bıçakçı

Kimi bir kaç cümlelik kimi bir kaç sayfalık anılarla dolu öykücükler ve tümünü bağlayan farklı bir kurgu. Barış Bıçakçı'nın son novellasını severek okudum.  Okuma heyecanını bozmadan, konusundan kısaca bahsetmek istiyorum. Halis Bey, emekli elektrik mühendisi. Ayşe ise başarılı bulunan bir öykü kitabı yayınlamış bir peyzaj mimarı ve tercüme yaparak hayatını kazanıyor. Tercüme bürosunda rastlaşıyorlar ve Halis Bey Ayşe'den anılarını öyküleştirmesini istiyor, ücreti karşılığında. Novella, Halis Bey'in anıları ve Ayşe'nin hayatını anlatan bölümlerle kurulmuş. Novellada yer alan bölümlerin her biri ayrı öyküler haline getirilebilecek derinlikte.  Ayşe'nin hayatına dair bölümlerde ülkenin gündemine dair göndermeler de yer alıyor.  Daha önce okuduğum eserlerinde olduğu gibi bolca Ankara var arka planda. Hatta Garson başlıklı bölümde Ankara başrolde. İstanbullular deniz yok, fazla gri dese de Ankara, Ankara'da yaşamaya alışmışlar için kendine has özellikleri ve güzelli...

sahilde

Dalgaların sesini dinlemeyi seviyorum. Huzur veriyor. Kimi arkadaşlarım denize girip, suların içinde oynuyor. Bense denizi seyretmeyi, dalgaları dinlemeyi tercih ediyorum. Havalar soğumaya başladı. Kalabalık azaldı. Çocuk parkında yaramazların cıvıltıları yok artık. Salıncağın gölgesinde pinekleyen bir kaç arkadaş var parkta canlı namına.  Sabah, daha güneş doğmadan gelip oltasını sandalyeye sabitleyen adam da olmasa, sahile de gelen yok.  Kasabanın bu halini seviyorum. Tüm kasabanın tek sahibi bizmişiz gibi geliyor. Yemek bulduğumuz sürece değmeyin keyfimize.  Adam bugün balık tutabilecek mi acaba?

yürüyen merdiven

Metrodan çıkmak için yürüyen merdivene adımımı attığımda, dışarıda beni nelerin beklediğinden haberim yoktu. Okula, işe yetişme telaşında olanların kalabalığı bitmiş, toplu ulaşım, acelesi olmayanlara kalmıştı. Merdivenin son basamağını geldiğimde sokak sakin ve huzurlu görünüyordu.  Sabahın serinliği yerini öğleye geçişin ılıman haline bırakmıştı.  Kediler ve martılar duvar diplerine bırakılmış yemleri paylaşıyor, kargalar bu paylaşımdan kendilerine de pay düşecek mi merakıyla olan biteni izliyordu.  Her zaman döndüğüm sokağı es geçip ilerledim. Yeni sokak, yeni binalar, yeni yüzler... Tek sokak değiştirince bile karşıma çıkanların farklılığı şaşırttı.  Yürümeyi sürdürdüm. Güneş yükselirken bulutsuz gökyüzü alabildiğine maviydi. Karşılaştığım insanların kiminin yüzü tanıdık gelse de bir çoğunu ilk kez görüyordum. Oysa sadece bir sokak değiştirmiştim.  Sokağın sonundaki kafenin bahçesinde yaşlı bir çift sabah kahvesi içiyordu. İkisi de sokağa dönük, yan yana san...