Ana içeriğe atla

yürüyen merdiven

Metrodan çıkmak için yürüyen merdivene adımımı attığımda, dışarıda beni nelerin beklediğinden haberim yoktu. Okula, işe yetişme telaşında olanların kalabalığı bitmiş, toplu ulaşım, acelesi olmayanlara kalmıştı. Merdivenin son basamağını geldiğimde sokak sakin ve huzurlu görünüyordu.  Sabahın serinliği yerini öğleye geçişin ılıman haline bırakmıştı.  Kediler ve martılar duvar diplerine bırakılmış yemleri paylaşıyor, kargalar bu paylaşımdan kendilerine de pay düşecek mi merakıyla olan biteni izliyordu.  Her zaman döndüğüm sokağı es geçip ilerledim. Yeni sokak, yeni binalar, yeni yüzler... Tek sokak değiştirince bile karşıma çıkanların farklılığı şaşırttı.  Yürümeyi sürdürdüm. Güneş yükselirken bulutsuz gökyüzü alabildiğine maviydi. Karşılaştığım insanların kiminin yüzü tanıdık gelse de bir çoğunu ilk kez görüyordum. Oysa sadece bir sokak değiştirmiştim.  Sokağın sonundaki kafenin bahçesinde yaşlı bir çift sabah kahvesi içiyordu. İkisi de sokağa dönük, yan yana san...

Cüneyt Ayral Söyleşisi volume 1

Cüneyt Ayral ismini, 2013'ün sonlarında bir yıl için Paris'e gideceğimiz kesinleşince, internetten, adında Paris geçen kitapları satın aldığımda öğrendim. Paris Notları 1 ve 2, okuyup benim de notlar çıkarttığım kitaplardı. Gidiş öncesi, elektronik ortamda tanışıp, karşılıklı e-postalar alıp/gönderdik. Paris benim hayal ettiğim gibi geçmeyince orada görüşmeyi planladığım kimseyi aramadım. Döndükten bir süre sonra, yeniden eski ben oldum. Yarım kalan işler eski bağlantılar derken, Ayral'ın üzerinde çalıştığı Benim Paris'im adlı eserinin bittiğini öğrendim. Aşağıda okuyacağınız söyleşi, henüz kitaba ulaşamamışken yapıldı. Ayral'dan söz aldım, kitabı bitirdiğimde yeni bir söyleşi yapacağız. Bu yazıdaki Paris fotografları Dilara KUTAY'a ait. Kitapta yazılana göre 1993 doğumlu genç bir sanatçı Kutay. Kitapta yer alan tüm fotograflar kendisine aitmiş. Ayral baskı kalitesinden çok tatmin olmamış olsa bile, kitabın genel havasını fotograf dilince anlatıyor her biri. Bu anlamda, zor bir şey başardığı Kutay'ın, fotograf ile yalnızlığı anlatmak.

Çok farklı bir karakter Ayral, kitaplarından tanıdığım kadarıyla. Olmadığı gibi görünmeye gayret etmiyor, neyse o. Özellikle hayatını anlattığı kitabını okusanız ne demek istediğimi anlarsınız. Sanatın her türüne düşkün birisi. Fotograf çekmiş, sanat ölçüsünde yemekle ilgili, resim ve elbette edebiyat ile müzik. Paris, bu anlamda çok şey sunuyor. 

Tüm bu sunduklarının yanında Paris'i tek kelime ile anlat deseniz bana, aklıma ilk gelen YALNIZLIK, ikincisi ise HÜZÜN olur. Ayral'ın kitabını okudukça bu yalnızlık ve hüznün sadece benim tespitim olmadığını gördüm, hem sevindim hem üzüldüm. Kendi adıma, ruh sağlığımın yerinde olduğuna kanaat getirerek sevindim. İnsanoğlunun kaçamayacağı alın yazısını görerek üzüldüm. 

Lafı fazla uzattım gene. Buyurun Cüneyt Ayral volume 1:

1. Öncelikle tebrikler. Uzunca süredir üzerinde çalıştığınız son kitabınız Benim Paris'imi en çok kimler okumalı?

Teşekkür ederim.

Kitabı herkes okumalı diye düşünüyorum, çünkü “Benim Paris’imi” anlatırken yalnızca şehri ve sokaklarını anlatmadım. 

Kitabın ilk adı “Paris Sokakları” idi, ancak editörüm Senay Haznedaroğlu kitabı okuduktan sonra, yazdıklarımın salt sokaklar olmadığını, derinlemesine bir anlatımın söz konusu olduğunu ve bunun öznel yanlarını ortaya çıkartmamız gerektiğini söyledi ve kitabın adı “Benim Paris’im” olarak değişti.

Kitapta Paris insanlarını ve buradaki yaşantıyı anlatırken “yalnızlık” meselesini de tartışıyorum.

İlginçtir, hayatta en korktuğum şey yalnızlıktır ve yalnızlığın en derinlemesine yaşanmakta olduğu Paris’te yaşamaktayım, üstelik de insanlara en çok gereksinme duyduğum bir zaman tünelinde geldim Fransa’ya, herkesin etrafımdan toz olup yok olduğu 1997'de… 

Bu ülke, bu şehir bana yalnızlığı hem öğretti hem de sevdirdi. O nedenle kitabı salt Paris ile ilgili olanlara önermem olanaksız.

Paris’i bilip, daha önce gelmiş olanların ve burada yaşamakta olanların ise ille okumalarını öneriyorum, çünkü her köşesi insanı şaşırtan bu şehre başka bir gözle de bakarsanız, hem daha çok eğlenirsiniz, hem daha çok merak eder, izleği sürmeyi sürdürürsünüz.


2. Türkiye tarihi için çok önemli sonuçları olan genç Türkler hareketinin fikir babaları Paris'ten çok etkilenmişler. Sizce onları ve onlar gibi birçoklarını etkileyen neydi?

Fransa çağdaş demokrasinin merkezi olarak kabul ediliyor. 1789 devrimi herşeyi ve herkesi etkilemiş.

Ardından İkinci Dünya Savaşı sırasındaki direnç hareketleri ve 60'lı yıllardaki öğrenci hareketleri dünyayı etkilemiş eylemlerdir.

Bu ülke lâikliğin ve özgürlüğün anıtlaştığı ülkedir ve tabii herşey bu şehirde, Paris’te başlıyor

Bugün farklı renklerdeki, farklı dinlerdeki ve çok farklı kültürlerdeki insanların birlikte yaşadıkları bir ülke Fransa, bu konuda da dünyaya olabilecek en iyi örneği veriyorlar, bu durumu kültürel zenginliklerinin nedeni olarak kabul ediyor ve koruyorlar.

Tarihsel süreç içinde Jön Türklerin buraya gelmiş ve burada örgütlenmiş olmalarına bu nedenle şaşırmamak gerekiyor.

Öte yandan, Almanya (Almanca) nasıl edebiyatın en önemli ülkelerinin başında geliyor ise, Fransa (Fransızca) da düşüncenin, insan – siyaset ilişkisinin ve aydınlanmanın en önde gelen ülkesidir.

Bütün bu dediklerimi alt alta koyup topladığımız zaman karşımıza neden sorusunun yanıtı açık olarak çıkıyor bence.

Jön Türk hareketinin Türkiye’yi derinlemesine etkilediğini yadsıyamayız, ancak bugüne baktığımızda, toplumumuzun “göçebe” özelliğinden kaynaklanan “unutma” yeteneğinin daha güçlü olduğunu ve “toplumsal hafızamızın” çok zayıfladığını / zayıflatıldığını üzülerek görüyorum.



3. 2014'un büyük bir bölümünü Paris'te çocuk bakarak geçirmiş birisiyim. Anılarınızdan hatırladığım kadarıyla siz de Fransa'ya ilk geldiğinizde iki çocuğunuzla başbaşa epey zaman geçirmiştiniz. Son dönemde nüfusun yaşlanacağından hareketle en az 3 çocuk önerisi yapılıyor. Siz Türkiye'nin yöneticisi olsanız Paris'teki hayatınızı kolaylaştıran neleri Türkiye'ye taşımak isterdiniz?

Bu gerçekten en zor sorunuz oldu.

Bir kere babalık işiyle ilk burun buruna geldiğimde, yani kızım doğduğunda, bu işi beceremeyeceğimi hemen anladım ve kendime başka bir kimlik seçtim : “ağabey – dost”.

2004 yılında Paris’e kızım ve oğlum ile geldiğimde artık bu kimliğim çoktan oturmuş onlar tarafından da kabul edilmişti. Tek sorun İstanbul’da yaşamakta olan, şimdiki eşimin kızı idi, çünkü o, o zamanlar 8 yaşındaydı ve henüz benimle ilişkileri tam oturmamıştı. Yani iki değil, üç çocukla baş etmem gerekiyordu ve bir tanesi uzaktaydı.


2004 -2008 yılları arasında Paris’in tadını çıkartacak kadar paramız vardı, o nedenle çok sıkılmadan, şehrin her türlü keyfini çıkartmayı hep birlikte becerebilmiştik.

Bugün, Paris’in sunduğu olanaklar ile Türkiye’de herhangi bir şehrin sunduğu olanakları karşılaştırmanız olanaksızdır.

Koskoca İstanbul’un opera binasının haline bakın… Ankara’da durum çok mu farklı? İzmir’de yılda kaç opera sahneye koyuluyor. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası konserleri ne durumdadır? İstanbul’da haftada kaç klâsik müzik konseri veriliyor? Bu listeyi istediğimiz kadar “olumsuzlukla” uzatmamız mümkündür.

Bir kere bu ülkede eğitim / öğretim bedavadır. Çocukların kitaplarından tutun, tüm masrafları devlet tarafından karşılanır ve bu hiç bir yarım yapılmadan yapılır. 

Sonra, bu ülkedeki eğitim / öğretim lâiktir. 

Lâikliği salt din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması olarak tanımlayamayız. Lâiklik bir düşünme ve anlama biçimidir, özgür düşünceyi, bilimselliği içerir. Okulda bunu görüp öğrenen çocuklarım, eve geldiklerinde aynı biçimde bir baba ile karşılaşınca elbette rahat ettiler ve kendilerini geliştirebildiler. 

Üçüncü çocuğum için bu biraz daha gecikmeli oldu, çünkü o İstanbul’daydı ve özel okulda eğitim görüyordu. Okulu Türkiye standartlarına göre gayet iyi bir okuldu, ama çevre sorunları vardı. Önce onunla “ağabey-dost” ilişkisini kurmayı denedim. 2008 yılından itibaren daha sık görüşmeye başladığımız için bu iş daha kolaylaşmıştı, 2010 yılında o da Fransa’ya gelince meseleyi daha iyi kavradı ve çok çabuk uyum sağladı. 

Şimdi üçü de büyüdüler 30-23-21 oldular ve üçü de özgür beyinli, sanata yatkın, düşünen ve ne istediğini bilen insanlar oldular.

Bu örneklerden çıkışla 78 milyonu bulan Türkiye’deki 3 çocuk dayatmasına ve doğacak çocuklara bakabilmek adına nasıl bir önerim olabilir?

Türkiye öncelikle içine düştüğü / düşürüldüğü din sarmalından kurtarılmalıdır ve Anayasasının değişmez hükümlerinden birisi olan lâikliği iyi kavramalıdır, bunu yapamazsa eğer günden güne gerileyip, Ortadoğu’nun bataklığında yok olur gider. 

Yani eğitimin çağdaş anlayış ve bilimsel / lâik düşünce ile yeniden sağlam temellere oturtulması gerekiyor.

Eğitimin “sanayii – ticaret” olmaktan çıkartılıp devletçe desteklenmesi ancak özerk olması da iyi bir nesil yetiştirmenin temel şartları arasındadır. Fransa’da bu böyle ve bunun finansmanı silaha harcanan paradan çok daha az. 

Artık her köşe başında bir üniversite açmaktan vazgeçmeli, teknik ve işe dönük eğitime daha çok önem vermeliyiz, yoksa hızla derin bir karanlığa doğru yol aldığımızı hepimiz biliyoruz ve görüyoruz.

Çocukların “barış” ortamında yetişmeleri çok önemlidir. 

Bu hem birbirleri ile olan ilişkilerini sağlamlaştırır, hem de dünyaya bakışlarını daha sağlam temellere oturtur. 

Bugünün Türkiye’sinde 3-5 çocuk isteyenler, anlamsız savaşlarda yok ettikleri genç nüfusu geriye kazanmak için mi istiyorlar bu doğumları, yoksa yakın gelecekte ölecek yeni gençler yetiştirmek için mi? Bize bu sorunun cevabını açık ve net olarak vermek durumundadır yöneticiler, çünkü gençler ciddi bir bezginlik içinde, nedense zorunlu olan askerlik hizmetlerini “kimi öldürmek” için yapacakları düşüncesiyle rahatsızdırlar.

Fransa’da askerlik hizmeti zorunludur. Ancak, hem kadınlar, hem erkekler için eşit zorunluluk vardır ve askerlik hizmeti bir gün ile sınırlıdır. O gün askere gidenlere Fransız profesyonel ordusunun olanakları vb konular filmlerle anlatılır ve vatandaşlığın ne olduğu üzerinde durulur. Elbette vatan savunması önemlidir, bunu Fransızlar iki savaşta da yaşamışlar ve ağrı bedeller ödemişlerdir. Ancak askerlik hizmeti sırasında üzerinde durulan temel düşünce “barış”ın sürekliliğinin sağlanmasıdır.

Ayrıca bu bir günlük hizmet için bile “vicdani red” hakkı elbette vardır.

O zaman bu çocukları Türkiye’de ben yetiştireceksem neler yapardım sorusunun cevapları da aşikâr:

Çocuklarla dost ve arkadaş olunmasına yönelik aile eğitimi verirdim.
Kadın erkek ayrımından insanları uzaklaştırır, “insan” olmayı öğretmeyi dener, cinsel eğitimi mutlaka ilkokuldan başlayarak verir, ülkeyi erkekerkil bir toplum olmaktan kurtarmayı denerdim
Eğitimi devletleştirir ve parasız – özerk eğitimin önünü açardım. Bunu yapabilmek için savunma harcamalarını en aza indirir, harcamayı insan öldürmeye değil, insan yetiştirmeye aktarırdım. Eğitimde lâikliği ve bilimselliği öne çıkartırırdım. Üniversitelerin araştırmaya yönelmeleri için bütçelerine destek verirdim.

Bunları yapmayı başarabilirseniz, istediğiniz kadar çok çocuk doğurabilirsiniz, ama her doğanın bu haklardan eşit yararlanacağı bir ekonomiyi ayakta tutmak koşulu ile…



4. Son soru sorudan çok öneri niteliğinde. Paris aslında yürüyerek epey yeri dolaşılabilecek bir kent. Sizin Paris'inizi sizinle dolaşmak isteyenlere yönelik yürüyüş turları düzenleseniz, eminim ilgi gösterecek çok olur. Böyle bir planınız var mı? Çok teşekkür ederim.


Bu dediğinizi düşünmedim değil. 

Benim Paris’im başkalarını ne kadar ilgilendiriyor? Benimle gezip dolaşmak yani…

Geçenlerde İstanbullu bir galeri sahibesini, eski bir dostumu, yağmur altında gezdirdim. Paris’in sokak sanatı ve graffiti ile olan ilişkilerini gösterdim. Yağmura rağmen bana tahammül etti ve ayrılırken memnun olduğunu söyledi. Bu sevindiriciydi. Ancak herkes böyle davranır mı?

Türkiye’deki tur operatörlerine bu işle ilgili yazmayı düşündüm. 

Yani Paris – gurme, Fransa – Provance, Paris – sanat turları yapabilirim. Sonra yazmaktan vazgeçtim, çünkü henüz kitabımı alıp Paris’e gezmeye getirdiklerine armağan bile etmiyorlar, ben turizmci olsam, böyle bir kitabı hemen armağan ederdim yolcularıma. 

Şimdi bu durumda benim isteyeceğim parayı turizm şirketleri ödemezler, aslında yüksek bir para olmasa da, onların işine gelmez. 

Sonra benim yapacağım turlar daha çok yemek ve sokak gezmek, sanata bakmak içindir, bugün ise Türkçe bilgi veren tek broşürü Paris’te Printems ve Galerie Lafayette gibi büyük mağazalar veriyorlar, hiç bir müzede Türkçe broşür yok, demek ki talep yok.

Bir de tabii kitabın bilinirliği ve dağıtımı sorunu var. 

Bugün D&R gibi Türkiye’nin hava alanlarındaki “tekel” kitapçılarda Benim Paris’imi bulabilmeniz olanaksız. (Bu bilgiyi bizzat sınadım ve ne yazık ki doğru) Şehirlerdeki kitapçılarda da genellikle bulunmuyor (bu da sınandı ve gene ne yazık ki bu da doğru), ancak sipariş veriyorsanız getirtiyorlar ya da internetteki kitapçılardan ediniyorsunuz. 

Kısaca söylemek gerekirse, eğer sosyal medya olmasaydı kitabı duyurmak hemen hemen olanaksızlaşacaktı.

Planım var, ama uygulamaya geçecek ortamı bulamıyorum, sorun orada…

Ben teşekkür ederim sorularınız için

01/08/2015 Paris

Yorumlar

Son haftanın en çok okunan 10 yazısı

bir kez daha, nedir bu sayısal karasal televizyon?

Blog sayfamda DTT etiketiyle yayınlanmış 100'e yakın içerik bulunsa da, geçenlerde buluştuğumuz lise arkadaşlarımın sorusu üzerine, bir kez daha yazmaya karar verdim. Bilenler, okumadan geçebilir. Bilmeyenler ve sektörün uzağındaki kişiler düşünülerek hazırlanmış bir yazıdır.  Soru - yanıt şeklinde kurgulanmış yazılarımın daha çok okunduğu gözlemi üzerine, buyurun sık sorulan sorularla Sayısal Karasal Televizyon: Şimdi tam olarak neden bahsediyoruz? Çanak ile izlediğimiz televizyon mu?

Dünyaya Yeni Gelen Okurlar İçin / Barış Bıçakçı

Kimi bir kaç cümlelik kimi bir kaç sayfalık anılarla dolu öykücükler ve tümünü bağlayan farklı bir kurgu. Barış Bıçakçı'nın son novellasını severek okudum.  Okuma heyecanını bozmadan, konusundan kısaca bahsetmek istiyorum. Halis Bey, emekli elektrik mühendisi. Ayşe ise başarılı bulunan bir öykü kitabı yayınlamış bir peyzaj mimarı ve tercüme yaparak hayatını kazanıyor. Tercüme bürosunda rastlaşıyorlar ve Halis Bey Ayşe'den anılarını öyküleştirmesini istiyor, ücreti karşılığında. Novella, Halis Bey'in anıları ve Ayşe'nin hayatını anlatan bölümlerle kurulmuş. Novellada yer alan bölümlerin her biri ayrı öyküler haline getirilebilecek derinlikte.  Ayşe'nin hayatına dair bölümlerde ülkenin gündemine dair göndermeler de yer alıyor.  Daha önce okuduğum eserlerinde olduğu gibi bolca Ankara var arka planda. Hatta Garson başlıklı bölümde Ankara başrolde. İstanbullular deniz yok, fazla gri dese de Ankara, Ankara'da yaşamaya alışmışlar için kendine has özellikleri ve güzelli...

Civitas - Suadiye / İstanbul

Sadeceözgür, 2004 doğumlu bir blog. Başlangıç senelerinde, "mekân" etiketli bir çok yazı yayınladım. O tarihlerde Google Haritalar hizmeti yoktu hayatımızda. Artık, ben de bir çok kişi gibi, Google Haritalar'a yazdığım yorumlar ile gittiğim mekânları değerlendiriyorum. Bu yüzden "mekân" etiketli son yazım 2019 tarihli ve o yazı film yıkatıp negatiften baskı alabileceğiniz mekânlarla ilgili .  Bu giriş paragrafının ardından gelelim bu yazıyı neden hazırladığıma. Malûmunuz, İstanbul sokakları ve kafelerini keşfetmeye devam ediyorum. Bu keşifleri, zaman zaman blogda da paylaşmaya karar verdim. Civitas , bu serinin ilk yazısına konu oldu.  İstanbul'un Anadolu Yakası'nda, Marmara kıyılarına yakın, güzide semtlerinden Suadiye'deki bir kafe Civitas . Mekâna ilk ziyaretimde sadece kahve içmiş, vitrindeki tatlıların görüntülerine hayran kalıp, bir daha gelmeliyim diyerek, ayrılmıştım. İstanbul gibi devasa bir şehirde yaşayınca, bir daha, bir sene sonraya den...

Yabancı dil öğrenmek üzerine: DuoLingo deneyimimim

kızımın çizgileri Ülkemizin kanayan yaralarından birisidir sanırım, yabancı dil öğrenmek. Onlarca kurs, yüzlerce kitap, saatlerce ders ve sonuç: anlayan (en azından anladığını düşünen) ve konuşamayan kişiler... Bir yerlerde bir sorun olduğu kesin, ama nerede? Farklı zamanlarda, 3 kez Fransızca kursuna gittim. İlk seferin ardından, aslında bir temel bilgim olmasına karşın, her seferinde en baştan başladım, hiç bilmiyormuşum gibi. Ne yazık ki kurslarda öğrendiklerim kalıcı olamadı. Şimdilerde, 70 gündür, her sabah DuoLingo ile çalışıyorum. Ücretsiz ve arada çıkan reklamlarla devam eden sürümünü kullanıyorum. Eminim farklı online dil kursları da vardır. Online platformda, kurslarda olmayan ne var diye düşününce bir kaç şey tespit ettim. Belki sizlerin de işine yarar diye paylaşıyorum: Yabancı dil öğrenmek, sürekli ve kesintisiz tekrar gerektiren bir süreç. Kurslar, sadece haftanın belli günleri, bir kaç saat için ve çoğunlukla, günün en yorgun olunan akşamlarında oluyor. ...

Füreya Koral ve İMÇ

NOW kanalında dün (15 Aralık 2024) tarihinde gösterilmeye başlanılan Şakir Paşa Ailesi Mucizeler ve Skandallar adlı diziyi büyük bir ilgi ile izledim. Dekorundan kıyafetlerine özenli bir iş çıkmış.  Dizide kucakta çocuk olan, ünlü seramik sanatçısı Füreya Koral'ın bir panosunun İstanbul Manifaturacılar Çarşısı (İMÇ) 1. Blok'un duvarını süslediğini hatırlatmak istedim.  İMÇ'nin farklı bloklarının duvarlarında Bedri Rahmi ve Eren Eyüpoğlu'nun da eserleri yer alıyor. Yolunuz Unkapanı'na düşerse görmenizi öneririm.

Sokakbaşı Meyhane, nam-ı diğer Hüseyin'in Meyhanesi

Uzunca bir süredir izlediğim tek televizyon yayını Behzat Ç.'nin Hüseyin'in Meyhanesi mekanı olarak kullandığı Sokakbaşı Meyhanesi'ne sonununda gittim. Hatta yanda gördüğünüz üzere Behzat'ın masasında fotografım da var. Mekan, aslında Behzat Ç. öncesinde de bölgede bilinen sevilen yerlerdendi. Esat dörtyolda, köşebaşında yer alan burayı Behzat Ç.'de mekan olarak kullanmak, muhtemelen Erdal Beşikçioğlu'nun zamanında Sokakbaşı'nın çaprazında bir yer işletmesinden kaynaklanıyordur.  Sokakbaşı'na diziden aşinayız. Havalar iyi olduğunda açık havada büyükçe bir yerleri var. İçerisi de küçük sayılmaz. Mezeler lezzetli, fiyatlar pek ucuz sayılmaz. Dizinin etkisi fiyatlara yansımış görünüyor. Behzat'ın masası rezervasyonlu oluyormuş genelde. Yurt içi ve hatta dışından rezervasyon yapılıyormuş. Mekanın garsonları, kim bölümlerde rol almış. Duvarlarda gazete küpürleri ve diziden görüntülerin yer aldığı fotograflar var.  Yakında final yapacak olan Behzat ...

yine yeni bir yıl

Havaların gidişinden anlamak pek mümkün olmasa da Aralık ayının sonuna yaklaşıyoruz. Mağazalarda ve caddelerde ışıklı, geyikli süslemeler yeni bir senenin geldiğini hatırlatıyor.  Herkesin yeni yıldan bekledikleri farklı elbette. Ben huzur ve sağlık diliyorum, tüm insanlık için.  2025 yılı içinde her hafta en az bir blog yazısı eklemeyi kendime hedef olarak koydum. Bu yazıların belirli bir konusu olmayacak. Doğaçlama, aklıma gelenler, aklıma takılanlar.  Video izlemektense okumayı tercih edenlerdenseniz, beklerim bloguma.  Yazıları, çeşitli tarihlerde farklı mekânlarda çektiğim fotograflar süsleyecek.  Bir de sürpriz bekliyor, 2025 yılında okurlarımı.  Umarım beğenirsiniz...

Eski Maltepe pazarı eski yerinde yakında bizlerle...

Ankaralılar bilir, kot pantolondan araba teybine, ara musluğundan kuruyemişe ne ararsan bulabildiğin hem de uygun fiyata bulabildiğin bir pazar var(dı): Maltepe camisinin üst tarafından pazartesi dışında (o gün semt pazarı kurulurdu) her gün hizmet veren seyyar paravanlarla ayrılmış küçük dükkancıkların oluşturduğu bir pazardı. Bu pazarın bulunduğu araziye bir alışveriş merkezi yapıldı. Ankara'nın en ilginç mimarisine sahip olduğunu düşündüğüm Malltepe Park, eski pazar esnafının ahını almıştı. Sopalarla dövüle dövüle pazar yerinden atılan esnafın tutan ahı, Malltepe Park'ı iflas noktasına getirdi. Market, dükkanlar derken hayalet alış veriş merkezine dönüştü Malltepe Park. Sonunda alış veriş merkezi yönetimi eski (kendi deyimleriyle tarihi) maltepe pazarını Malltepe Park'ın içine taşımaya karar vermiş.  Bugünlerde hummalı bir çalışma sürüyor Malltepe Park'ta. Dükkanlar alçıpanla küçük dükkancıklara bölünüyor. Öğrendiğime göre şimdiden 70'ten fazla pazar esnafı taş...

Emeklilik

Emeklilik başlıklı yazımı hazırlamanın kolay olacağını düşünmüştüm. Yazıp sildikçe, tahminimin doğru olmadığını gördüm. 1995'te üniversiteden mezun oldum ve çalışmaya başladım. Bu sene Mart'ın son günü emekli olana dek neredeyse kesintisiz çalıştım.  "Emeklilik" kavramı üzerine yazmak istiyorum ancak söz dönüp dolaşıp neden emekli oldum, emekli olduktan sonra büyük bir heyecanla başladığım ve kelimenin gerçek anlamıyla gecemi gündüze katıp çalıştığım yeni işimden 3 ay sonunda neden ayrıldığım gibi konulara geliyor. Aynı tuzağa bu kez düşmeyeceğim ve emeklilik kavramı üzerine kalem oynatacağım. Osmanlıca'da tekaüt ya da takaüt kelimesi kullanılırmış, ki oturmak kökeninden gelirmiş . Emekli olana ise mütekaid denilirmiş. Emek sahibi, emek vermiş anlamına gelsin diye mi emekli kullanılıyor günümüzde emin değilim. 18-20'li yaşlarda başlayan çalışma hayatı, ömrün sonuna kadar sürmüyor. Çalışma hayatı boyunca, hafta içi günlerin gündüzlerini kapsayan vakitlerimi...

Göksu Restaurant Nenehatun şubesi açıldı

ve beklenen gerçekleşti...Ankara'nın Sakarya caddesine açılan Bayındır sokakta yer alan Göksu, gönüllere taht kurdu. Gerek servisi, gerek yemeklerin lezzeti vazgeçilmezler arasına girdi. Mekanın Kızılay'ın göbeğindeki Sakarya caddesinde olması, kimilerini üzüyordu. Özellikle Kızılay'a hiç inmeyenler, kalabalığı sevmeyenler yukarılarda bir Göksu hayali kuruyordu. Uzun sürdü inşaat. Nenehatun caddesi ile Tahran caddesinin kesiştiği köşede yer alan binanın inşaatının neden bu kadar sürdüğünü pek anlamamıştım, düne kadar. Dışarıdan 4-5 kat görünen bina toplamda 10 katlıymış. Üstte 3 kat içkili restaurant (ki bu bölüm henüz açılmamış), girişte bekleme salonu ve bar-kütüphane, girişin altında işkembe ve kebapçı (ki bu bölüm hizmet vermeye başladı), işkembecinin altı tam kat mutfakmış, onun altında garaj-çamaşırhane ve en altta iki kat konferans salonu olarak düzenlenmiş öğrendiğime göre. İlk ziyaretime ait fotografları (binanın dıştan çekilmiş bir görüntüsü ve iştah açıcı) beğe...