Gölgeleri oldum olsası sevdim. Işığın somut göstergesi gibi geldi bana. Işığın yönüne ve şiddetine göre değişmesini, hayatın farklılaşan akışına benzettim. Uzayan kısalan, koyulaşan belirsizleşen gölgeler... Gölgelerin bu suskun ama etkili varlığı çağrışımlar yaptı ömrüm boyunca. Kökenleri çocukluk yıllarıma kadar uzanıyor belki. Ağaçların uzayan gölgelerini izlerken fark etmiştim ışığın ve karanlığın birbiriyle oyununu. Her gölgenin, öyküsü başkaydı; kimi dinginlik, kimi merak, kimi endişe içerirdi. Sessiz sinema gibi, sözsüz öyküler, giz ile görünen arasındaki ilişkiyi mi yansıtıyor acaba? Gölgelerin etkileyici olmaları biraz da bu yüzden sanırım, hayal gücümüzü işe koymaları. Görünen ile giz arasını doldurması bize kalıyor.
Yazının başlığından da anlaşılacağı üzere, "sayısal karasal yayıncılık" ana eksenli söyleşiler yer alacak yakın zamanda blogumda. Bunlardan ikisi, eğer kabul ederlerse, sektörün duayeni iki uluslararası kuruluşun başkanları ile olacak. WorldDMB başkanı Patrick Hannon ile yaptığım söyleşi, ülkemizde pek konuşulmasa bile, uluslararası camiada tartışılıyormuş. İngilizce halinin okunma sayısı bu bilgileri doğrular nitelikte. Radyodan sonra yeniden televizyona dönerken, söyleşilerden önce, hep ileri sürülen bir kaç tespite değinmek istedim. Bu tespitlerin bir bölümünü yabancı konuklarla söyleşilerde de dile getireceğim.
Herkes uydudan izliyor. Sayısal karasala ne gerek var?
Öncelikle bir gerçeği hatırlatayım. Her konuda örnek aldığımız, bakalım adamlar ne yapmış dediğimiz Avrupa Birliği üyesi ülkeleri incelediğimizde televizyon yayınlarına erişim için uydu, karasal ve kablonun üç aşağı beş yukarı eşit paylara sahip olduğunu görüyoruz. Avrupa Birliği üyesi ülkelerin ortalamasında ise sayısal karasal televizyon ile yayınlara ulaşanların %40 olduğu gerçeği var. Special Eurobarometer 396, e-Communications Households Survey adlı çalışmanın 39. sayfasındaki metin aynen şöyle:
Respondents in households with television were asked what access methods they use19. One in four households in the EU receives television through digital terrestrial television, in which an aerial and decoder are used in combination (40%), a rise of seven percentage points since the previous survey. Roughly one in five EU citizens uses satellite TV and a decoder (23%) or a cable TV network combined with a decoder (19%). Slightly more than one in ten EU households receives television through an analogue cable TV network (12%). Analogue cable TV is not available in some EU countries, which may affect these EU averages. This response option is not offered to respondents in those countries. Slightly more than one in twenty EU households receives television through an aerial connection (6%), a 14-point decline reflecting the switch to digital TV in many EU countries. A similar proportion of EU households connect through a telephone network combined with a modem (6%)
Yani efendim kimse karasal kullanmıyor uydu varken, iddiası sadece boş bir iddiadan ibarettir. Daha önce başka bir yazımda da aynı örneği vermiştim. Eskişehir'e Ankara'dan ulaşmak için kaç kişi treni kullanıyordu, hızlı tren yapılmamışken? Şimdi kaç kişi kullanıyor? İnsanlara kullanabileceği kalitede bir hizmet sunmayıp, kimse kullanmıyor ve kullanmayacaktır demek, art niyetten kaynaklanmıyorsa, cahilliktir.
Uydu, kablo ve karasal birbirinin rakibi gibi algılansa da aslında birbirinin tamamlayıcısıdır. Her eve kablo çekemezsiniz, sadece bir grup insanın yaşadığı dağ köyünü kapsamaya çalışmak için verici tesisi kuramazsınız. Her üç yöntemin kullanışlı olduğu alanlar vardır. Şehir içi ulaşım için bize sadece otobüs, sadece taksi, sadece metro yeter demek ne kadar anlamsızsa bize uydu yeter demek de en az o kadar anlamsızdır.
Bu kadar para dökmeye ne gerek var. Cep telefonunda 4G ile birlikte her yerde TV izleyebilirim zaten.
Bir diğer iddia karasal sayısal şebekenin kurulma maliyetine yöneliktir. Elektrik Mühendisleri Odası'nda düzenlediğimiz ve benim de konuşmacıları arasında yer aldığım bir etkinlikte şebekenin, neredeyse tüm ülke nüfusunu kapsayacak şekilde kurulmasının maliyetinin bir milyar Avro civarında olacağının hesaplandığı söylenmişti. %70 nüfus kapsaması için ise 700 milyon Avro. Gerçekten büyük para. Bu para harcanıp yapılacak yatırım sonucu kazanımları hesaba katmazsak hiç mantıklı değil böylesine bir paranın harcanması. Öncelikle hatırlatmak gerekir ki karasal televizyon yayınları, her ne kadar kimsenin izlemediği ileri sürülse de, halen devam etmektedir. Televizyon kuruluşları halen büyük elektrik faturaları, büyük işletme ve bakım ücretleri ödeyerek eski teknolojili enerji verimsiz cihazları çalıştırmaktadır. Demek ki karasal televizyon yayıncılığı, bu masraflara katlanmaya değecek kadar önemli bir güç. Bundan 15 yıl önce DVB-T ile şebekemizi kurup 10 yıl önce analog yayınlarımızı susturmuş olsaydık, 10 yıl boyunca elektrik enerjisinden sağlanacak tasarruf tüm DVB-T şebekesinin kurulum masrafını çıkartacaktı. Elimizde yeni teknolojiyle kurulmuş bir DVB-T şebekesi, bu kadar uyduya bağımlı olmayan bir yayıncılık dünyası ve belki de tüm dünyaya DVB-T alıcısı kutular satan bir tüketici elektroniği sektörümüz olacaktı.
Cep telefonunun "yayın" ile kıyaslanması ile cahillikten kaynaklanmaktadır. Cep telefonu, 4G'de henüz yaygın uygulaması olmayan bir teknoloji dışında, noktadan noktaya akış ile size televizyon yayını ulaştırır. Hücresel vericiler ile çalışan bu teknolojide bir hücredeki kullanıcı sayısı, aldığınız hizmetin kalitesini doğrudan etkiler. Kalabalık yerlerde hat bulamamanızın nedeni de budur. Siz hiç kalabalık diye radyodaki yayının kalitesinin bozulduğunu gördüğünüz mü? "Yayın", İngilizce ismiyle "broadcast" tek noktadan sonsuz alıcıya iletildiği için dinleyici/kullanıcı sayısına bağlı olarak kalite düşüşü yaşamaz.
Teknolojik fırsat penceresi
Bu kadar geç kalınmış olması, kaderin bir cilvesi ile, büyük bir olanağa dönüşmüş durumda. Ülkemiz, çeşitli sebeplerle, beklerken teknoloji gelişmesini sürdürdü. DVB-T ve MPEG 2 olarak başlayan maceramız DVB-T2 MPEG-4 olarak devam etti. 2013'te gerçekleştirilen ve sonrasında iptal edilen ihaleler DVB-T2 MPEG-4 ile yapılmıştı. Artık MPEG-4 yerine HEVC (High Efficient Video Coding:Yüksek Verimli Video Kodlaması) var. Almanya 2017'de DVB-T2 HEVC ile yeni sayısal karasal şebekesini kuracağını ilan etti. Ülkemiz, henüz sayısal karasala hiç yatırım yapmamış olmanın avantajına sahip. Diğer Avrupa ülkeleri mevcut şebekelerinde güncelleme yaparken tüketici tarafını da düşünmek zorunda. Evlerdeki cihazlar HEVC'ye uyumlu olmayacağından bu değişim maliyetinin kimin tarafından karşılanacağı bir sorun olarak karşılarında duruyor. Oysa biz, henüz sayısal karasal televizyon için evlerimizde bir yatırım yapmış değiliz. Tüketici elektroniği alanında çalışan yerli şirketlerimiz, 80 milyona yaklaşan genç sayılabilecek bir nüfusa sahip 20 milyon haneli bir ülke için DVB-T2 HEVC alıcılı televizyonlar, set üstü kutular üretme olanağına sahip olacak. Bu deneyim onlara, ilerleyen yıllarda Avrupa'daki dönüşümlerde büyük avantajlar sağlayacak. Bir yerde sıçrayarak onların önüne geçmiş olacağız. Tıpkı yıllar önce ANAP döneminde, daha önce analog santrali ve bakır kablosu bile olmayan köylerin birden sayısal santralli ve fiber optik kablolu olması gibi.
Fotografı bu yaz günlerinde bize, biraz da olsa, serinlik versin diye seçtim. Ankara'da çekmiştim...
Ürün veya hizmet çeşitliliği en önemliside;
YanıtlaSilKalite ve fiyat rekabetinide beraberinde getirir.
Çok güzel açıklamışsınız, teşekkürler.
Kıymetli yorumunuz için ben teşekkür ederim.
YanıtlaSil