Ana içeriğe atla

Dorian Gray'in Portresi / Oscar Wilde

Remzi Kitabevi'nin Ağustos 1968 tarihli ikinci baskısından okudum bu klasik romanı. Dilimize Ferhunde ve Orhan Şaik Gökyay çevirmiş. Günümüzde yapılan çeviriler daha özenli oluyor. Bu baskıda, romanda Fransızca olarak geçen kimi bölümlerin çevirisi yapılmamış. Oysa dip not şeklinde bu ifadelerin Türkçesi verilmeliydi. Dizgiye dair de sorunlar var. Sanırım yeni tarihli baskılarda bu sorunlar giderilmiştir.  Alt metinlerle, göndermelerle dolu bir roman Dorian Gray'in Portresi. Bunları bilmeden, fark etmeden de okunabilir elbette. Yayınlandığı dönem tartışmalara sebep olmuş, kimi bölümleri sansürlenmiş. Yakın tarihli baskıları, "sansürsüz" ibaresiyle okuyucuya sunulmuş.

Proleter Devrim ve Dönek Kautsky / Lenin

Lenin'in, taslağını Ekim 1918'de kendisini ise, Kasım 1918'de bitirdiği bir makalesinin adı aslında Proleter Devrim ve Dönek Kautsky. Lenin'i, blogun okuyucularının tümü tanıyordur sanırım. Karl Kautsky ise, ülkemizde çok bilinmez diye düşünerek, kitapla ilgili notlara geçmeden bir kaç ön bilgi vereyim. 
Ülkemizdeki temsilcilerinin izlediği siyasetten pek belli olmasa bile, aslında sosyal demokrat partiler ve sosyalist partilerin nihai hedefleri aynıdır: sosyalizmi kurmak. Sosyalist bir düzende üretim araçlarının kamulaştırılması ve üretimin merkezi planlama ile gerçekleştirilmesi şeklinde başlayan bir ekonomi düzeni oluşturulacaktır. Böylesi bir düzen kurulduğunda önceki düzenin zenginleri, zenginliklerini tüm kamu ile paylaşmak zorunda bırakılacaktır. Gene ülkemizdeki örneklerine bakıp ama x partisi oyunu en çok zengin mahallelerden alıyor itirazını yapmayın. Baştan uyardım, ülkemizdeki örnekleri üzerinden konuyu anlamak olanaklı değil. Nihai olarak sosyalizmi hedeflemek konusunda anlaşan iki görüş, bu hedefe ulaşmada izlenecek strateji konusunda ters düşer. Dünya sosyalistlerinin bir araya geldiği Enternasyonel'de tartışmalara yol açan bu fikir ayrılığını tek cümle ile özetlersek "devrim mi evrim mi" diyebiliriz sanırım. Lenin ve Rusya'da Bolşevik Partisi iktidarın seçimle devralınamayacağını, devrimin iktidarı almak için zorunluluğunu savunurken 2. Enternasyonel'in lideri Karl Kautsky toplumda eşitlikçi düşüncelerin yaygınlaşması sonrası seçimlerde sosyalizmi savunan partinin iktidara gelebileceğini ileri sürmüş. 
Yukarıdaki paragrafa biraz da kitabın (1918) ve bu kitabın yazılmasına yol açan Karl Kautsky'nin Proletarya Diktatorası (1918) adlı broşürünün yazıldığı zamanları hatırlatmakta yarar var. 1905'te Çarlık Rusya'sında halk ayaklanmaları sonrası meclis kurulmuş. 1905 Devrimi olarak da bilinen bu süreç sonucu anayasal monarşiye geçiş yapılmış. 1914'te birinci dünya savaşı başlamış. 1915'te Çanakkale'de İngilizler Çarlık Rusya'sına yardıma gidemeyince Çarlık Rusyası 1917'de önce Şubat ardından Ekim devrimleriyle yıkılmış. Sovyetler Birliği 1917-22 arasında iç savaş yaşamış. Yani iktidarın sovyetlerin eline geçmesi öyle kolay olmamış. Bir paragrafa sığmayacak konular bunlar elbette. Kitaptan bahsetmeden hangi koşullarda yazılmış onu bilmek gerekli diye düşündüğüm için kısa bir girizgah yaptım sadece.
Gelelim kitaba. Blim ve Sosyalizm Yayınları'nın Şubat 1997 tarihli yedinci baskısıydı okuduğum. Kenan Somer çevirmiş. 200 sayfalık eser içerisinde Proleter Devrim ve Dönek Kautsky adlı çalışmanın dışında Kurucu Meclis Üzerine Tezler, Vandervelde'in Devlet Üzerine Yeni Bir Kitabı, Proleter Devrim ve Dönek Kautsky (kitap öncesi kısa bir makale olarak yayınlanmış olan metin), II. Enternasyonalin Batkısı, Oportünizm ve II. Enternasyonalin Çöküşü adlı Lenin'in metinlerine de yer verilmiş. Kitap, açıklayıcı notlar bölümü ile bitiyor. Kenan Somer'in kullandığı dil, günlük kullanımda olmayan kelimeler içerdiği için pek başarılı değil. Batkı yerine iflas kullanılsa mesela daha kolay anlaşılır hale gelecekken batkı'nın tercihi mantıklı gelmedi bana. Batkı gibi farklı örnekler de var çeviride. Kitabın dizgisi de okunmasını zorlaştırıyor. Alıntılar için kullanılan fontun küçüklüğü, genel olarak satır aralarının darlığı bu tür kitapların ortak kaderi sanırım. Keşke yayıncı, kitabın önüne açıklayıcı bölümler koyup konunun tarihsel geçmişinden Kautsky'nin önceki eserlerinde savunduklarından ve sonradan neden böyle bir fikir değişikliğine gittiğinden bahsetseydi. Böylece kitap daha anlaşılır hale gelirdi. Mevcut hali konunun farklı boyutları farklı eserlerden öğrenmiş kişilere daha çok hitabediyor. 
Kitabı okumadan önce Kautsky'nin eserini okumak daha yararlı olabilir. Ülkemizde ne yazık ki tarih derslerinde konu edilmeyen komşularımızın tarihi, aslında ülkemiz tarihini de doğrudan etkilemiştir. Çanakkale'deki direniş olmasaydı Rusya'da devrim, Rusya'da devrim olmasaydı Kurtuluş Savaşı'nda Sovyet yardımı da olmazdı. Aynı şekilde Başkomutanlık Meydan Muharebesi'ni kazanmasaydık Yunanistan'da darbe olmazdı. Tarihi bir bütün olarak değil de coğrafyalara kısıtlayarak okutunca hiç bir şey anlamlı olmuyor. Genel 1919'da Paris'te Barış Konferansı ve orada alınan kararların dünya tarihine etkilerini de tarih derslerinde öğrenemedik. 
Gelelim kitabın temel derdine: Devrim mi evrim mi? Zor bir soru. Bana kalırsa evrim, ancak bu sosyal demokratların anladığı anlamda bir evrim değil. Kaan Arslanoğlu'nun savunduğu anlamıyla, yıllar yıllar sonra insan daha, kendi ifademle, "kamil"  hale geldiğinde gerçekleşebilecek bir şey. Ne yapalım İnsan Bu!

Yorumlar

  1. https://www.marxists.org/archive/trotsky/1924/lessons/ch8.htm

    Karşı çıktığımdan değil, genel resme katkısı olsun diye...

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.

Son haftanın en çok okunan 10 yazısı

Göksu Restaurant Nenehatun şubesi açıldı

ve beklenen gerçekleşti...Ankara'nın Sakarya caddesine açılan Bayındır sokakta yer alan Göksu, gönüllere taht kurdu. Gerek servisi, gerek yemeklerin lezzeti vazgeçilmezler arasına girdi. Mekanın Kızılay'ın göbeğindeki Sakarya caddesinde olması, kimilerini üzüyordu. Özellikle Kızılay'a hiç inmeyenler, kalabalığı sevmeyenler yukarılarda bir Göksu hayali kuruyordu. Uzun sürdü inşaat. Nenehatun caddesi ile Tahran caddesinin kesiştiği köşede yer alan binanın inşaatının neden bu kadar sürdüğünü pek anlamamıştım, düne kadar. Dışarıdan 4-5 kat görünen bina toplamda 10 katlıymış. Üstte 3 kat içkili restaurant (ki bu bölüm henüz açılmamış), girişte bekleme salonu ve bar-kütüphane, girişin altında işkembe ve kebapçı (ki bu bölüm hizmet vermeye başladı), işkembecinin altı tam kat mutfakmış, onun altında garaj-çamaşırhane ve en altta iki kat konferans salonu olarak düzenlenmiş öğrendiğime göre. İlk ziyaretime ait fotografları (binanın dıştan çekilmiş bir görüntüsü ve iştah açıcı) beğe...

Göksu Restaurant

Özellikle öğlen saatlerinde Kızılay, Sakarya civarında düzgün yemek yiyeceğiniz bir yer arıyorsanız en doğru seçim Göksu Restaurant olacaktır. Meşhur Otlangaç'ın karşısına denk düşen mekan, hızlı ve özenli servisi, lezzetli ve fahiş olmayan fiyatları ile bölge insanlarının gönlünde çoktan taht kurmuş. Öğle saatlerindeki kalabalığa karşın hızlı ve özenli servisin sırrı yeterli sayıda personel çalıştırmak olsa gerek. Yemeklerinde etsiz çeşitlerinin az oluşu dışında kusuru yok denebilir. Akşam servisini hiç denemedim, ancak akşamları Sakarya'ya gidenlere fazla hitabetmeyebilir. Afiyet olsun. GÖKSU RESTAURANT Bayındır Sokak No: 22 / A Kızılay - ANKARA tel 312 431 47 27 - 431 22 19

Yabancı dil öğrenmek üzerine: DuoLingo deneyimimim

kızımın çizgileri Ülkemizin kanayan yaralarından birisidir sanırım, yabancı dil öğrenmek. Onlarca kurs, yüzlerce kitap, saatlerce ders ve sonuç: anlayan (en azından anladığını düşünen) ve konuşamayan kişiler... Bir yerlerde bir sorun olduğu kesin, ama nerede? Farklı zamanlarda, 3 kez Fransızca kursuna gittim. İlk seferin ardından, aslında bir temel bilgim olmasına karşın, her seferinde en baştan başladım, hiç bilmiyormuşum gibi. Ne yazık ki kurslarda öğrendiklerim kalıcı olamadı. Şimdilerde, 70 gündür, her sabah DuoLingo ile çalışıyorum. Ücretsiz ve arada çıkan reklamlarla devam eden sürümünü kullanıyorum. Eminim farklı online dil kursları da vardır. Online platformda, kurslarda olmayan ne var diye düşününce bir kaç şey tespit ettim. Belki sizlerin de işine yarar diye paylaşıyorum: Yabancı dil öğrenmek, sürekli ve kesintisiz tekrar gerektiren bir süreç. Kurslar, sadece haftanın belli günleri, bir kaç saat için ve çoğunlukla, günün en yorgun olunan akşamlarında oluyor. ...

Eski Maltepe pazarı eski yerinde yakında bizlerle...

Ankaralılar bilir, kot pantolondan araba teybine, ara musluğundan kuruyemişe ne ararsan bulabildiğin hem de uygun fiyata bulabildiğin bir pazar var(dı): Maltepe camisinin üst tarafından pazartesi dışında (o gün semt pazarı kurulurdu) her gün hizmet veren seyyar paravanlarla ayrılmış küçük dükkancıkların oluşturduğu bir pazardı. Bu pazarın bulunduğu araziye bir alışveriş merkezi yapıldı. Ankara'nın en ilginç mimarisine sahip olduğunu düşündüğüm Malltepe Park, eski pazar esnafının ahını almıştı. Sopalarla dövüle dövüle pazar yerinden atılan esnafın tutan ahı, Malltepe Park'ı iflas noktasına getirdi. Market, dükkanlar derken hayalet alış veriş merkezine dönüştü Malltepe Park. Sonunda alış veriş merkezi yönetimi eski (kendi deyimleriyle tarihi) maltepe pazarını Malltepe Park'ın içine taşımaya karar vermiş.  Bugünlerde hummalı bir çalışma sürüyor Malltepe Park'ta. Dükkanlar alçıpanla küçük dükkancıklara bölünüyor. Öğrendiğime göre şimdiden 70'ten fazla pazar esnafı taş...

Pazr günü eğlencesi: Eymir gölü etrafında bisiklet sürmek

Sadece ODTÜ öğrenci ve çalışanlarının bir de göl kartı sahiplerinin girebildiği düşünülür Eymir gölüne. Oysa, eskiden olduğu gibi bugün de arabasız girdiğiniz sürece, kimse kimlik sormaz kapısında. Birisi TRT'nin Oran yerleşkesinin yanından inen yolun sonunda, diğeri Gölbaşı'ndaki TEİAŞ tesislerini geçince olmak üzere iki kapısı bulunur bu küçük göl ve çevresinin. ODTÜ arazisidir ve içerisinde piknik yapmak yasaktır. Son düzenlemeler sonrası üniversite arazisi olduğu için içeride alkol satışı yasaklanmıştır. Yakın zamanda üniversite yönetiminin aldığı bir karar ile Eymir gölü çevresine haftasonları araç girişi tamamen yasaklandı. Her iki kapının yakınında, ODTÜ'de görev yapan güvenliklerin kontrol ettiği park alanları oluşturuldu. Ücretsiz olan bu alanlara aracınızı bırakıp yürüyerek göl çevresine girebiliyorsunuz. İçeride her 10 - 15 dakikada bir hareket eden ring servisleri bekliyor. Lokantaların olduğu yerlerde durakları var. Dönüş için de aynı araçları kullanabili...

Anıttepe, sokaklar, anlamlar

Ankara, ne yazık ki, içerisinden su geçen şehirlerden değil. Aslında daha doğrusunu söylersem, içerisinden geçen suların üzerini kapatıp yok eden bir kent. İncesu deresi, Kavaklı dere, Ankara çayı hep üzeri kapatılıp, halının altına süpürülen tozlar gibi gözden ırak tutulup unutulmuş kent suları. Hal böyle olunca Başkent, akar suyun kente sağlayacağı güzelliklerden yoksun. Neyse ki arayan için gizli güzellikler barındırıyor.   Anıttepe, bu gizli güzellikleri saklayan semtlerden. Anıtkabir, yılın her mevsimi caddelerden eksik olmayan turist otobüsleri, resmi bayramlarda protokol için kapatılan yollar, son dönemde sıklıkla düzenlenen mitinglere ev sahipliği yapan Tandoğan meydanı, Çankaya Belediyesi'nin  konserlerinin mekanı Anıtpark Anıttepe denildiğinde ilk aklıma gelenler. Ve tabii, geçenlerde bir yarışmada soru olarak da yöneltilen sokak isimleri: Ordular, İlk, Hedef, İleri, Ata ve Akdeniz caddesi.    Anıtkabir'in sınırını oluşturan 3 cadde bulunur: Gen...

Dorian Gray'in Portresi / Oscar Wilde

Remzi Kitabevi'nin Ağustos 1968 tarihli ikinci baskısından okudum bu klasik romanı. Dilimize Ferhunde ve Orhan Şaik Gökyay çevirmiş. Günümüzde yapılan çeviriler daha özenli oluyor. Bu baskıda, romanda Fransızca olarak geçen kimi bölümlerin çevirisi yapılmamış. Oysa dip not şeklinde bu ifadelerin Türkçesi verilmeliydi. Dizgiye dair de sorunlar var. Sanırım yeni tarihli baskılarda bu sorunlar giderilmiştir.  Alt metinlerle, göndermelerle dolu bir roman Dorian Gray'in Portresi. Bunları bilmeden, fark etmeden de okunabilir elbette. Yayınlandığı dönem tartışmalara sebep olmuş, kimi bölümleri sansürlenmiş. Yakın tarihli baskıları, "sansürsüz" ibaresiyle okuyucuya sunulmuş.

Hüküm Gecesi / Yakup Kadri Karaosmanoğlu

Seneler önce okuduğum Yaban'ı saymazsam Yakup Kadri Karaosmanoğlu'ndan okuduğum ikinci roman oldu Hüküm Gecesi. 1926'da yazılmaya başlanılan eser, 1927'de yayınlanmış. Roman Osmanlı'nın son dönemine tanıklık eden Ahmet Kerim adlı kurgu karakterin gözünden anlatılıyor. İttihat ve Terakki'nin kabinenin içinde yer almadığı hükümet, sopalı seçim, Hürriyet ve İtilâf'ın kurduğu hükümet, Trablusgarp bozgunu, Uşi Anlaşması, Balkan bozgunu, Bab-ı Ali baskını... Anlatılsa roman olur denilen bir dönem, Hüküm Gecesi'nin tarihsel arka planı.  Romanın başkahramanı Ahmet Kerim'in Yakup Kadri'ye benzerliği dikkat çekici. Öyle ki romanın bir yerinde Ahmet Kerim İstanbul'un Sodome ve Gomore'yi andırdığını söylüyor, ki hepimiz Y. Kadri'nin aynı adlı romanını hatırlıyor. Y. Kadri'nin yaşam öyküsüne baktığımda o tarihlerde, tıpkı Ahmet Kerim gibi, gazetelerde çalıştığını okudum. Kurgu karakterler dışında Ali Kemal, Süleyman Nazif, Rıza Tevfik, Ahmet ...

Bir başka Paris Rehberi: Faruk Uraz söyleşisi

1. Öncelikle söyleşi teklifime bu kadar kısa sürede yanıt verdiğiniz için çok teşekkür ederim. İlk soru biraz klasik olacak ne yazık ki. Faruk Uraz 'ı ben Paris'te yaşayan, Türkiye'de doğup okumuş birisi olarak biliyorum. Siz bu kısacık bilgiye neler eklemek istersiniz. Aslında kendinizi ve yaptığınız işi kısaca tanıtmanızı istesem. Dilerseniz, uzun uzun da anlatabilirsiniz elbette. Sayfa sınırımız yok :) Faruk URAZ, Paris, Meclis Binası önü, Seine nehri kıyısı Sizin tabirinizle Türkiye'de doğup okumuş birisi olarak Fransa’ya gelmiş olmak önemli mi bilmiyorum ama galiba bir şans. Diğer olasılıkta  iki ülke arasında sıkışıp kalma riskiniz  birazcık daha fazla. Bu anlamda bir dönem Normandiya’da öğrenci olarak yaşamış birisi olarak Fransa’nın başka bir bölgesinde değil de Paris’te yaşıyor olmaktan dolayı ayrıca memnunum. Paris, İstanbul gibi metropoller ait oldukları ülkelerin kimliklerini ikinci plana itebilen güçlü karakterli şehirler. Ben bir de Paris’in ...

Psikopati / Saul Black

Polisiye romanların klişeleriyle dolu, Hollywood filmlerinden aşina olduğumuz "kahretsin", "aman tanrım", "kahrolası" kalıplarının bolca kullanıldığı çevirisiyle mısır patlağı tadı veren bir kitap Psikopati. Saul Black'ten okuduğum ilk ve büyük olasılıkla son eser. Vaktinizi daha iyi eserleri okumak için kullanmanızı öneririm.