Metrodan çıkmak için yürüyen merdivene adımımı attığımda, dışarıda beni nelerin beklediğinden haberim yoktu. Okula, işe yetişme telaşında olanların kalabalığı bitmiş, toplu ulaşım, acelesi olmayanlara kalmıştı. Merdivenin son basamağını geldiğimde sokak sakin ve huzurlu görünüyordu. Sabahın serinliği yerini öğleye geçişin ılıman haline bırakmıştı. Kediler ve martılar duvar diplerine bırakılmış yemleri paylaşıyor, kargalar bu paylaşımdan kendilerine de pay düşecek mi merakıyla olan biteni izliyordu. Her zaman döndüğüm sokağı es geçip ilerledim. Yeni sokak, yeni binalar, yeni yüzler... Tek sokak değiştirince bile karşıma çıkanların farklılığı şaşırttı. Yürümeyi sürdürdüm. Güneş yükselirken bulutsuz gökyüzü alabildiğine maviydi. Karşılaştığım insanların kiminin yüzü tanıdık gelse de bir çoğunu ilk kez görüyordum. Oysa sadece bir sokak değiştirmiştim. Sokağın sonundaki kafenin bahçesinde yaşlı bir çift sabah kahvesi içiyordu. İkisi de sokağa dönük, yan yana san...
Dükkan kapalı kalınca yazacaklar epey birikti. Teknolojideki durumu kabaca toparladıktan sonra gelelim kitaplar dünyasına. Öncelikle hayata soldan bakan okur/yazar dünyasında, deyim yerindeyse, kıyamet kopuyor! Bu cümleyi okuyup neden bizim haberimiz yok diye düşünmüş olabilirsiniz. Haberinizin olmaması doğal, çünkü normal bir ülkede kıyametlerin kopmasına neden olabilecek bilgilerin ifşa edilmesine karşın hiç bir şey olmamış gibi hayat devam ediyor. Karışık oldu farkındayım. Hemen kısaca özetleyeyim:
Kaan Arslanoğlu ve Taylan Kara AYDINLARDAN TOKAT GİBİ BİR BİLDİRİ mi: Edebiyatta tezgaha artık YETER! başlıklı bir yazı yayınladı insanbu.com sitesinde. Her ikisi tıp doktoru ve yazar olan bildiri sahipleri, ülkemiz edebiyat dünyasının bir grup insanın kontrolünde olduğunu, özellikle "ödül" ve "jüri" konularının dikkat çekici gariplikler sergilediğini ileri sürdüler. Amaçları edebiyat dünyasının bileşenlerinin dikkatini çekmekti. Yayınevleri, yazarlar ve elbette okuyucular (artık müşteri mi demek gerekir?) açısından önemsenmesi gereken bir tartışma başlatmaktı amaçları. Yazılarının altına eklenen yorumlardan takip edebildiğim kadarıyla amaçladıkları etkiyi yapamadı bildirileri. Bu durumun nedenleri apayrı yazılarda irdelenecek kadar derin. Bir yerde insan bu!
Dönelim Ece Temelkuran'ın son romanı Devir'e. Bir seyahat öncesi havaalanından alıp saat farkından ötürü uykusuz geçen ilk günlerin çeşitli saatlerinde bitirdiğim uzunca bir roman Devir. Benim çocuk olarak şahit olduğum 1980 darbesi öncesi ve sonrasının Ankara'sında geçiyor. Bir çocuğun gözünden anlatılmaya çalışılmış hikaye. Döneme dair gözlemler yazardan ziyade yazarın büyüklerinden dinlenmiş. Belki bu yüzden belki farklı kaygılardan hikayede aksayan şeyler var. İnsanbu.com'da Devir romanını değerlendiren ve bu aksaklıkları ortaya koyan çok başarılı bir yazı var. Gene bir tıp doktoru olan Mehmet Harma imzalı. Bu arada başka meslek dallarında da bu kadar yazar var mıdır? Doktorlara özgür bir grup mudur bu bilemedim. Buradan ulaşabileceğiniz yazının başlığı, benim de kitap ile ilgili tespitimi anlatıyor: Başkalarının anılarıyla bir “Devir” romanı yazılabilir mi? “Evet, ama yetmez!”
Hayatta kısıtlı şeylerin en önemlisi vakit. Bu yüzden onu iyi kullanmalı. Okunması gereken onca şey varken sıra Devir'e gelir mi?
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.