Gölgeleri oldum olsası sevdim. Işığın somut göstergesi gibi geldi bana. Işığın yönüne ve şiddetine göre değişmesini, hayatın farklılaşan akışına benzettim. Uzayan kısalan, koyulaşan belirsizleşen gölgeler... Gölgelerin bu suskun ama etkili varlığı çağrışımlar yaptı ömrüm boyunca. Kökenleri çocukluk yıllarıma kadar uzanıyor belki. Ağaçların uzayan gölgelerini izlerken fark etmiştim ışığın ve karanlığın birbiriyle oyununu. Her gölgenin, öyküsü başkaydı; kimi dinginlik, kimi merak, kimi endişe içerirdi. Sessiz sinema gibi, sözsüz öyküler, giz ile görünen arasındaki ilişkiyi mi yansıtıyor acaba? Gölgelerin etkileyici olmaları biraz da bu yüzden sanırım, hayal gücümüzü işe koymaları. Görünen ile giz arasını doldurması bize kalıyor.
Dükkan kapalı kalınca yazacaklar epey birikti. Teknolojideki durumu kabaca toparladıktan sonra gelelim kitaplar dünyasına. Öncelikle hayata soldan bakan okur/yazar dünyasında, deyim yerindeyse, kıyamet kopuyor! Bu cümleyi okuyup neden bizim haberimiz yok diye düşünmüş olabilirsiniz. Haberinizin olmaması doğal, çünkü normal bir ülkede kıyametlerin kopmasına neden olabilecek bilgilerin ifşa edilmesine karşın hiç bir şey olmamış gibi hayat devam ediyor. Karışık oldu farkındayım. Hemen kısaca özetleyeyim:
Kaan Arslanoğlu ve Taylan Kara AYDINLARDAN TOKAT GİBİ BİR BİLDİRİ mi: Edebiyatta tezgaha artık YETER! başlıklı bir yazı yayınladı insanbu.com sitesinde. Her ikisi tıp doktoru ve yazar olan bildiri sahipleri, ülkemiz edebiyat dünyasının bir grup insanın kontrolünde olduğunu, özellikle "ödül" ve "jüri" konularının dikkat çekici gariplikler sergilediğini ileri sürdüler. Amaçları edebiyat dünyasının bileşenlerinin dikkatini çekmekti. Yayınevleri, yazarlar ve elbette okuyucular (artık müşteri mi demek gerekir?) açısından önemsenmesi gereken bir tartışma başlatmaktı amaçları. Yazılarının altına eklenen yorumlardan takip edebildiğim kadarıyla amaçladıkları etkiyi yapamadı bildirileri. Bu durumun nedenleri apayrı yazılarda irdelenecek kadar derin. Bir yerde insan bu!
Dönelim Ece Temelkuran'ın son romanı Devir'e. Bir seyahat öncesi havaalanından alıp saat farkından ötürü uykusuz geçen ilk günlerin çeşitli saatlerinde bitirdiğim uzunca bir roman Devir. Benim çocuk olarak şahit olduğum 1980 darbesi öncesi ve sonrasının Ankara'sında geçiyor. Bir çocuğun gözünden anlatılmaya çalışılmış hikaye. Döneme dair gözlemler yazardan ziyade yazarın büyüklerinden dinlenmiş. Belki bu yüzden belki farklı kaygılardan hikayede aksayan şeyler var. İnsanbu.com'da Devir romanını değerlendiren ve bu aksaklıkları ortaya koyan çok başarılı bir yazı var. Gene bir tıp doktoru olan Mehmet Harma imzalı. Bu arada başka meslek dallarında da bu kadar yazar var mıdır? Doktorlara özgür bir grup mudur bu bilemedim. Buradan ulaşabileceğiniz yazının başlığı, benim de kitap ile ilgili tespitimi anlatıyor: Başkalarının anılarıyla bir “Devir” romanı yazılabilir mi? “Evet, ama yetmez!”
Hayatta kısıtlı şeylerin en önemlisi vakit. Bu yüzden onu iyi kullanmalı. Okunması gereken onca şey varken sıra Devir'e gelir mi?
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.