Gölgeleri oldum olsası sevdim. Işığın somut göstergesi gibi geldi bana. Işığın yönüne ve şiddetine göre değişmesini, hayatın farklılaşan akışına benzettim. Uzayan kısalan, koyulaşan belirsizleşen gölgeler... Gölgelerin bu suskun ama etkili varlığı çağrışımlar yaptı ömrüm boyunca. Kökenleri çocukluk yıllarıma kadar uzanıyor belki. Ağaçların uzayan gölgelerini izlerken fark etmiştim ışığın ve karanlığın birbiriyle oyununu. Her gölgenin, öyküsü başkaydı; kimi dinginlik, kimi merak, kimi endişe içerirdi. Sessiz sinema gibi, sözsüz öyküler, giz ile görünen arasındaki ilişkiyi mi yansıtıyor acaba? Gölgelerin etkileyici olmaları biraz da bu yüzden sanırım, hayal gücümüzü işe koymaları. Görünen ile giz arasını doldurması bize kalıyor.
Doğan Kitap'tan bugüne kadar 25 eseri yayınlanan Nedim Gürsel ile tanışmam, aynı yayınevinden çıkan son kitabı Yüzbaşının Oğlu'yla oldu. Deyim yerindeyse henüz mürekkebi kurumamış, Ocak 2014 tarihli ilk baskısını okudum. İlk baskısını 10.000 adet gibi ülkemiz için büyük bir sayıda yapan eser özellikle, Gürsel'in de mezunları arasında yer aldığı, Galatasaray liselileri yakından ilgilendiriyor. Romanın kahramanı Galatasaray lisesinin parasız yatılı öğrencilerinden. Annesini küçük yaşta yitirmiş, o dönem yüzbaşı olan babası ve göçmen babaannesiyle büyümüş, ardından Galatasaray'da kendini bulmuş, bir şekilde hayata tutunmakta sorunlar yaşamış ve ömrünün son deminde anılarını teybe kaydeden kahramanımızın kaydını okuyoruz aslında. Kahramanın babası 1960 askeri müdahalesini gerçekleştiren subaylardan birisi. Bu yanıyla döneme ve erke yönelik eleştiriler içeriyor. Romanın kahramanı günümüzde İstanbul'da yaşıyor. Yaşadığı ülkenin yönetiminden ve yöneticilerinden şikayetçi. Bu şikayeti yer yer sert sözlerle ifade ediyor.
Bir şekilde hayata tutunamamış kahraman. Annesinin ölümüne ilişkin belirsizlik ile büyüyen ve sonra ölümün doğal yollarla gerçekleşmediğini öğrenen kahraman, anılarından anladığımız kadarıyla aslında babasının sebep olduğu, bu ölüm/öldürme/intihar için babasıyla hesaplaşmıyor. Kahramanın günümüz iktidarına eleştirilerini dile getirirken 1960'lara göndermeler yapması ve iktidarın sonunun 1960'lara benzeyeceğine ilişkin imalarda bulunması, aslında 1960'daki "darbe" ile de büyük sorununun olmadığı yorumuna ulaştırdı beni. Oysa anılarının büyük bölümünde askerlerin sivil iktidarı yıkıp üç seçilmişi asmasını kınayan bir tutumu vardı. Kahramanın geçmişte yaşanan, kendi tespitiyle hatanın, bugün yenileneceğine yönelik beklentisi hayata tutunamamış tavrıyla uyumlu.
Romanda, yukarıda değindiğim gibi, Galatasaray anılarına geniş yer verilmiş. Bu anıların ne kadarı kahramanın ne kadarı Gürsel'in bilmemiz mümkün değil. Bunun pek önemi de yok aslında. Sonuçta okuduğumuz bir roman ve aksi yazar tarafından dile getirilmediği sürece, öyle kabul etmeliyiz. Kahramanın lise anıları arasında yer alan sıra arkadaşının annesi ile yaşadığı cinsellik, romanın kapağında kullanılan resim ve arka kapak yazısında öne çıkartılmış. Kadın erkek ilişkileri sorunlu bir ülkeyiz. Erkeklik durumları hep iktidar ilişkileri ile ifade ediliyor. Kahramanın okul arkadaşlarından Fırlama'nın kullandığı ifadeler ve hayata bakışı ülkemiz erkeklerinin genel durumunu çok iyi ortaya koyuyor.
Romanda kullanılan dil, kahraman ile çok uyumlu. Yer yer tekrarlar yer yer konudan konuya atlamalar ile tam da hayatını teybe kaydeden birisini okuyoruz. Gençleri düşünerek güncel kelimeler kullansa bile anılara daldığında kendi özüne dönen bir dili var kahramanın.
Gürsel ile tanışmama vesile olan romanı belki daha uzun yazmak gerekir. Ancak benim edebiyat bilgim bunu yapmak için yeterli değil.
Bu arada merak edenler için, yazıdaki fotoğraf güncel değil. Yani Paris'e gelip, ilk iş Eyfel kulesini arkama alıp fotoğrafımı çekmiş değilim :) La Fayette binasının terası, Nisan 2013...
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.