Ana içeriğe atla

Sayısal karasal televizyon: yayıncılar

Yazı dizisine devam. Alıcılar ile başlamıştım, sırada yayıncılar var. Blogumda yayıncılık dünyasında dönüşümü değerlendirdiğim üç yazı yazmıştım. Aslına bakarsanız sayısal dünya, yayıncılığın değer zincirini (value chain) dönüştürmeye başladı. Ülkemizde henüz tam olarak hissedilmese bile Netflix, Hulu gibi sadece internet dağıtım kanalını kullanan platformların kendilerine özel diziler üretmeleri ve bunların geleneksel televizyon kanallarıyla kıyaslanabilir başarılar elde etmeleri bu dönüşümün kanıtı. Bu yazıda, dönüşümden ziyade sayısal karasal yayıncılığı, yayıncılar açısından değerlendirmeye çalışacağım.
Ülkemizde yayıncılık dünyasını düzenleyen 6112 sayılı yasa 3 Mart 2011 tarihinde yürürlüğe girdi. Bu yasaya ve yasaya bağlı olarak yayınlanan yönetmeliklere göre medya hizmet sağlayıcısı olarak adlandırılan radyo ve televizyonlar, hizmet sağladıkları her platform için ayrı ayrı lisans almak zorundalar. Uydu, kablo ve karasal ortamlarda yayın birbirinden bağımsız lisanslamalara sahip. Bu yüzden karasal ortamda olmak her yayıncı için zorunluluk değil. Bu durum ortadayken 20 bölgesel yayıncının 14.760.000 TL, 212 yerel yayıncının 36.640.000 TL ödemiş olması yayıncıların bu ortamın geleceğine inancının kanıtı. 
Kimse karasal yayını izleyen yok diyerek konuyu farklı boyutlara taşımasın. Bugün karasal yayının izlenmemesinin nedeni yayının analog ve düşük kalitede olmasıdır. Sayısal karasal televizyonu hızlı trene benzetiyorum. Ankara - Eskişehir arasında eski tip tren varken insanlar otobüs, özel araç gibi seçenekleri tercih ediyordu. Şimdi ise ağırlık hızlı trende. Peki hızlı trenin raylarını kim döşedi? Analojiden devam edersek, sayısal karasalın vericilerini, kulelerini kim kuracak? 
Ülkemizde analog karasal yayınların başlaması sürecinde herhangi bir yasal düzenleme yoktu. Yasal düzenleme olmadan başlayan yayınlar, ihale olmadan kullanılan frekanslara yolaçtı. Kıt kaynağı ihalesiz alıp kullanan yayıncılar, sayısal ortamda da benzer bir durumun devamını istedi. En azından mevcut yayıncıları koruyacak, onlara avantaj sağlayacak düzenlemelerin yapılmasını talep ettiler. Ancak, yasal düzenlemede mevcut yayıncıları kollayacak herhangi bir ifade yer almadı. 6112 ile getirilen modelde ihale 3'e bölünmüştü. Ulusal, bölgesel ve yerel olmak üzere farklı kapsamalara göre ayrılan bu lisanslar 10 yıl için verilecekti. Ulusal ihaleyi alan medya hizmet sağlayıcılarından en az 10 tanesinin kuracağı şirket, hem altyapıyı kuracak hem de ülkedeki tüm özel yayıncılara hizmet sağlayacaktı. Sektörde ANTEN A.Ş. olarak adlandırılan bu şirketin yasadaki ismi verici tesis ve işletim şirketiydi. 
İhalelerde ulusal lisansların 4'e bölündüğü görüldü: Toplamda 33 lisans 11 SD Genel, 8 HD Genel, 3 HD Tematik ve 11 SD Genel. Medya hizmet sağlayıcıların sadece bir lisans için başvurabileceği belirtilmişti. Kimin hangi lisansa başvuracağı bilinmeyince SD genel ihalesinde 11 istekliye 11 lisans sunulurken; HD Genel ihalesinde 13 istekliye 8 lisans sunulmuş oldu. Hal böyle olunca SD genel lisansı ile HD genel lisansı arasında 48 kat fark ortaya çıktı. Aynı sebeple tüm ülkeye yayın yapma hakkı veren ulusal lisans, sadece İstanbul'a yayın yapma hakkı veren yerel lisanstan ucuz hale geldi. Ulusal ihale sürecinin yürütmesinin durdurulması ve yerel / bölgesel ihalelerin onaylanması işleri iyice karıştırdı. Bugün yerel lisans alan 212 ve bölgesel lisans alan 20 medya hizmet sağlayıcısı için yayına başlamaları gereken iki yıllık süre başladı ve ilerliyor. Süre ilerleye dursun, bu 232 yayıncının sayısal karasal yayına başlama olanağı yok aslında. Çünkü bu yayıncıların, 6112 sayılı yasaya göre, verici tesis etmeleri ve bunları işletmesi yasak. Bu 232 yayıncının verici tesis ve işletim şirketinin kurulmasını beklemek dışında yapabileceği bir şey yok. Peki bu iki yıllık süre neden işliyor o zaman?
Buradan devam edersek mevcut durumda her ne kadar multipleks kapasitesi tahsis ihaleleri üçe ayrılmış olsa bile aslında ulusal ihale, yerel ve bölgesel ihalelerin anahtarı  / ön koşulu durumundadır. Ulusal ihaleyi tamamlayamadan verici tesis ve işletim şirketini kuramazsınız. Verici tesis işletim şirketi olmadan sayısal karasal yayın şebekesi kurulamaz. Şebeke (network) kurulmadan yayın başlayamaz. 
Ben yazarken yoruldum. Sanırım sizler okurken kafanız karıştı. Gerçekten gelinen noktada konu gittikçe karmaşıklaşıyor. Verici tesis işletim şirketi konusunu ayrı bir yazıda ele alacağım. Bir sonraki yazının konusu o: dağıtım şirketi.

Yorumlar

Son haftanın en çok okunan 10 yazısı

bir kez daha, nedir bu sayısal karasal televizyon?

Blog sayfamda DTT etiketiyle yayınlanmış 100'e yakın içerik bulunsa da, geçenlerde buluştuğumuz lise arkadaşlarımın sorusu üzerine, bir kez daha yazmaya karar verdim. Bilenler, okumadan geçebilir. Bilmeyenler ve sektörün uzağındaki kişiler düşünülerek hazırlanmış bir yazıdır.  Soru - yanıt şeklinde kurgulanmış yazılarımın daha çok okunduğu gözlemi üzerine, buyurun sık sorulan sorularla Sayısal Karasal Televizyon: Şimdi tam olarak neden bahsediyoruz? Çanak ile izlediğimiz televizyon mu?

Anıttepe, sokaklar, anlamlar

Ankara, ne yazık ki, içerisinden su geçen şehirlerden değil. Aslında daha doğrusunu söylersem, içerisinden geçen suların üzerini kapatıp yok eden bir kent. İncesu deresi, Kavaklı dere, Ankara çayı hep üzeri kapatılıp, halının altına süpürülen tozlar gibi gözden ırak tutulup unutulmuş kent suları. Hal böyle olunca Başkent, akar suyun kente sağlayacağı güzelliklerden yoksun. Neyse ki arayan için gizli güzellikler barındırıyor.   Anıttepe, bu gizli güzellikleri saklayan semtlerden. Anıtkabir, yılın her mevsimi caddelerden eksik olmayan turist otobüsleri, resmi bayramlarda protokol için kapatılan yollar, son dönemde sıklıkla düzenlenen mitinglere ev sahipliği yapan Tandoğan meydanı, Çankaya Belediyesi'nin  konserlerinin mekanı Anıtpark Anıttepe denildiğinde ilk aklıma gelenler. Ve tabii, geçenlerde bir yarışmada soru olarak da yöneltilen sokak isimleri: Ordular, İlk, Hedef, İleri, Ata ve Akdeniz caddesi.    Anıtkabir'in sınırını oluşturan 3 cadde bulunur: Gen...

baston

Ulus'a gelmeyeli epey olmuş demek ki. Eskiden Hal'in içindeydi bu balıkçılar, şimdi sokağa kurmuşlar tezgahlarını, diye düşünerek Erzurum Oteli'ne doğru yürümeye devam etti. Sokağa kurulan tezgahlar nedeniyle zorlukla ilerleyebiliyordu. Hoş sokak boş olsa da elindeki baston, hızlı yürümesine imkân vermiyordu. Çok merdiven çıkmışım zamanında, diye anlatırdı soranlara. O kadar çok merdiven kullanmışım ki sonunda eklemlerimde sıvı kalmamış. Şimdi bu merete muhtaç oldum. Söyledikleri doğru muydu kendisi de bilmiyordu. Gençliğine dair anıları sisler içindeydi.  Simitçi, öğlen simitlerinin tazeliğini etrafa duyururken bastonuyla yavaş yavaş ilerleyen Sami'yi görüp, işte öğlen simidine hayır demeyecek birisi dedi yanında duran midyeciye.  Evladım ver bakalım bana bir simit ama çıtırından olsun. Bu esnaf niye sokağa dökülmüş, Hal'e ne oldu sen bilirsin.  Amca, Hal bakım onarımda, geçici süreliğine sokağa aldılar tezgahları.  Beni de bir bakım onarıma alsalar ne güzel olur. ...

ekmek kavgası

Biraz dikkat etsene.  Asıl sen dikkat et. Kanatların gagamın içine girecek. Yer yokmuş gibi dibimden uçuyorsun. Heyecan yaptığın da bir şey olsa. Gene kuru ekmek.  Eskiden şu adamdan yem alır atarlardı. Şimdi simidini bile paylaşmıyor kimse. Kuru ekmeği de bulamayacağımız günler gelir mi dersin.  Umarım düzelir işler. İnsanların yüzünden düşen bin parça. Herkes sinirli, herkes gergin. Yollarda da çok dikkat etmek gerek. Eskisi gibi değil arabalar. Geçenlerde bir kaç arkadaşımızı asfalta düşen yiyeceklerle meşgulken kaybettik.  Sorma, duydum onu konuşuyorlardı. Pek sık olmazdı bu durum.  Daha sakindi insanlar. Sabırlıydı.  Artık öyle değiller. Bir de biz başlamayalım.  Kalbini kırdıysam özür dilerim. Haydi bak kalabalık dağılmış. İstersen gel biz de ağaçtan aşağıya süzülelim, kalanlarla karnımızı doyuralım.  

kedi

Yanıma yaklaşırlarken, ne yalan söyleyeyim endişelendim. Şapkalı bir adam, yanında beyaz montlu bir kız çocuğu. Adam elindeki telefon ile fotoğraf çekiyor. Bizlere karşı ilgisiz görünüyor. Kız yaklaştı önce. Ne zamandır okşanmamış başıma kibarca dokundu. Doğru bir iş yaptığını anlatmak için başımı uzattım. Çenemi de kaldırıp bir sonra kaşıması gereken yeri gösterdim. Adam tam karşıma geçti ve telefonunu yüzüme doğrulttu. Sanırım benim fotoğrafımı çekiyor. Bir yandan kız ile konuşuyorlar. Neden bahsediyorlar anlamıyorum. Kaç gündür yağan yağmur sonrası yüzünü gösteren güneşe karşı böyle okşanmak çok iyi geldi.  Mama istediğimizi düşünürler. Oysa çoğu kez başımızın, çenemizin sevgiyle okşanmasıdır tek ihtiyacımız.

yağmur

Yağmur damlaları arabanın silecekleriyle yarış halindeydi. Az önce temizlenen yerler, gökten düşenlerle yeniden ıslanıyor ve görüşü bozmaya devam ediyordu. Binalar ve şehir uzaklaşırken, ne yapıyorum gerçekten diye düşündü. İç sesini sözle tekrarladığını fark ettiğinde, arabada yalnız olduğuna şükretti. İş çıkışı, akşam trafiğinde kendi kendine konuşmak pek garip karşılanmazdı gerçi. Bu aralar akıl sağlığını korumak herkes için zordu. Zor zamanlardan geçiyoruz, dedi kendi kendine. Hangi zamanımız kolay oldu ki diye ekledi. Kendine hak verdiğini fark edip güldü.  Hava kararmaya başlayacak birazdan, daha çevre yoluna bile gelemedim. Bu gidişle bugün rekor kıracağım. Neyse ki evde bekleyenim yok.  Bekleyeni olmadığına sevinmesi garibine gitti. Çocukluğu ve gençliği boyunca kendisini hep kalabalık bir ailenin babası olarak hayal ettiğini hatırladı. Karısı, kızları ve oğulları ile güle eğlene yaşayıp gideceği kocaman bir ev görürdü ne zaman geleceği düşünse.  Oysa hiç evlenmed...

Yabancı dil öğrenmek üzerine: DuoLingo deneyimimim

kızımın çizgileri Ülkemizin kanayan yaralarından birisidir sanırım, yabancı dil öğrenmek. Onlarca kurs, yüzlerce kitap, saatlerce ders ve sonuç: anlayan (en azından anladığını düşünen) ve konuşamayan kişiler... Bir yerlerde bir sorun olduğu kesin, ama nerede? Farklı zamanlarda, 3 kez Fransızca kursuna gittim. İlk seferin ardından, aslında bir temel bilgim olmasına karşın, her seferinde en baştan başladım, hiç bilmiyormuşum gibi. Ne yazık ki kurslarda öğrendiklerim kalıcı olamadı. Şimdilerde, 70 gündür, her sabah DuoLingo ile çalışıyorum. Ücretsiz ve arada çıkan reklamlarla devam eden sürümünü kullanıyorum. Eminim farklı online dil kursları da vardır. Online platformda, kurslarda olmayan ne var diye düşününce bir kaç şey tespit ettim. Belki sizlerin de işine yarar diye paylaşıyorum: Yabancı dil öğrenmek, sürekli ve kesintisiz tekrar gerektiren bir süreç. Kurslar, sadece haftanın belli günleri, bir kaç saat için ve çoğunlukla, günün en yorgun olunan akşamlarında oluyor. ...

beklenen

Gelecek mi acaba? Saat öğleni geçti. Güneş tepede değil artık. Burada sözleştiğimize eminim. Telefonuna da ulaşılamıyor. Alışılmadık bir durum değil, telefonla ona ulaşamamak. Ya çalar duymaz, ya açmayı unutmuştur. Neyse ki bankta yer buldum, bir aşağı bir yukarı yürümekten kurtuldum. Geçen hafta mesajlaştığımızda kararlaştırmıştık buluşma yerini. Dalyan'daki Beltur'un önü diye. Yarım saat geçmiş ama umudumu koruyorum.  Neşeyle koşturan köpekler, onlara endişe ile bakan kediler, kedilerin mamalarına dadanan martılar ve hepsine aldırış etmeden bağıran kargalar... Caddebostan sahilinde sıradan bir öğleden sonra. 

Almanya'da televizyon yayınlarına erişim

Televizyon yayınları kablolu ve kablosuz olmak üzere iki ortam kullanılarak evlere ulaştırılır. Her iki ortam için de farklı uygulamalar bulunmaktadır. Kablonun kullanıldığı durumlarda Kablo TV, IPTV seçenekleri mevcuttur. Kablosuz ortam için ise uydu ve karasal vericiler kullanılabilir. Her ortamın kendisine göre avantajı, dezavantajı vardır. Daha ayrıntılı analizlerde, yayıncı için ve izleyici için avantajlar ve dezavantajlar olduğu görülecektir. Hatta ülkelerin düzenleyici denetleyici kuruluşlarının desteklediği ve/veya kösteklediği televizyon dağıtım yöntemleri olduğu söylenebilir.  Bu uzun girişi yazmamın sebebi, Arthur D. Little adlı araştırma kuruluşunun yakın tarihte yayınladığı bir araştırma. Lars Riegel ve Julien Duvaud-Schelnast imzalı   Almanya'da TV Platformları 2014 ve sonrası başlıklı 10 sayfadan ibaret rapor, Almanya'da son dönemin sıcak tartışma konusu durumundaki sayısal karasal televizyonun geleceğine ilişkin önemli analizler içeriyor. Geçti...

martı

Martı kadar özgür olmak isterdim bu hayatta. Gemilerin ardında kâh adadan adaya, kâh Anadolu'dan Avrupa'ya dolaşmak isterdim. Avazım çıktığı kadar bağırmak, yorulunca denizin üzerinde dinlenmek, sıkılınca kayaların tepesinde güneşlenmek... Kim bilir martılar ne düşünüyor bize bakınca. Acaba onlar da diyor mudur şu dünyada insan olsaydım diye. Kalabalık şehirlerde, sıkış tepiş otobüslerde, akmayan trafiğin içinde kalakalmış arabalarda, sel halinde dolaşan insanların arasında biz de olsaydık diyor mudur?