Metrodan çıkmak için yürüyen merdivene adımımı attığımda, dışarıda beni nelerin beklediğinden haberim yoktu. Okula, işe yetişme telaşında olanların kalabalığı bitmiş, toplu ulaşım, acelesi olmayanlara kalmıştı. Merdivenin son basamağını geldiğimde sokak sakin ve huzurlu görünüyordu. Sabahın serinliği yerini öğleye geçişin ılıman haline bırakmıştı. Kediler ve martılar duvar diplerine bırakılmış yemleri paylaşıyor, kargalar bu paylaşımdan kendilerine de pay düşecek mi merakıyla olan biteni izliyordu. Her zaman döndüğüm sokağı es geçip ilerledim. Yeni sokak, yeni binalar, yeni yüzler... Tek sokak değiştirince bile karşıma çıkanların farklılığı şaşırttı. Yürümeyi sürdürdüm. Güneş yükselirken bulutsuz gökyüzü alabildiğine maviydi. Karşılaştığım insanların kiminin yüzü tanıdık gelse de bir çoğunu ilk kez görüyordum. Oysa sadece bir sokak değiştirmiştim. Sokağın sonundaki kafenin bahçesinde yaşlı bir çift sabah kahvesi içiyordu. İkisi de sokağa dönük, yan yana san...
Yazının başlığına bakıp, bunlar gerçekten organik mi diye soranlardan olduğumu düşünebilirsiniz. Çocuklar doğana kadar organik tarım ve organik ürünlere dudak büken birisiydim. Onlar doğduktan sonra tarımsal üretimde gübreler, ilaçlama, tohum gibi hiç bilmediğim ve ilgilenmediğim konuları araştırmak zorunda hissettim kendimi. Bu yazı ise aslında organik tarımın başka bir boyutunu tartışmak amacıyla yazıldı.
Yaşadığımız düzen ilginç ve düşündürücü. Şöyle ki öncelikle eski düzen tarımın verimsiz olduğunu ileri sürdü. Kullanılan tohumların verimi düşük, zararlılarla mücadele yetersiz diyerek laboratuvarlarda geliştirilmiş tohumlar dağıtıldı. Zararlılarla mücadele için toprak zehirlendi. Sadece ekilene dokunmayan ilaçlar kullanıldı. Sonuçta ortaya çıkan ürün belki daha çok ve daha dayanıklı, daha endüstriyel oldu. Ancak görüldü ki, belki de baştan biliniyordu, bu daha daha olan ürün aynı zamanda daha sağlıksız. Varsın sağlıksız olsun, zaten sağlık sistemi de hasta insan / müşteri bekliyordu.
Durum bu kadar vahim olmayabilir. Yani ortaya çıkacak ürünlerin sağlıksız olduğu biline biline bunlar yapılmamış olabilir.
Sonuç değişmiyor elbette.
Peki gelinen noktada nasıl bir çözüm geliştirildi dersiniz?
Öncelikle bu endüstriyel tarımın ne kadar sağlıksız ürünler yetiştirdiği, çiftçinin (ki bu üretimden en az payı alan kesim) para hırsıyla kullanmaması gerektiği kadar ilaç kullandığı, laboratuvarda üretilen tohumlar kullanarak verimi arttırmaya çalıştığı kısacası bizleri (artık kimsek biz) sağlıksız hale getirdiği anlatıldı. Çözüm arayanlar için ise aslında endüstriyel tarım yapılmadığı döneme dönün ve biz eski düzen üretim yaptığınızı denetleyelim denildi. Organik tarım denetçisi okuyucularım bu yazdığıma itiraz edip: Eski düzendeki üretim denetlenmiyordu. O yüzden çiftçiler karlarını arttırmak için kullanmaması gereken katkıları kullanıyordu diyeceklerdir. Dedikleri doğrudur büyük olasılıkla. Orgüder, Organik Ürün Üreticileri ve Sanayicileri Derneği'nin web sayfasında tüketiciler için bir bölüm var. Buradaki soru / yanıtlardan bir tanesi şöyle:
3-Organik ürünler neden pahalıdır?Kontrol ve sertifikalı üretim olan organik tarım ürünlerinde gıda güvenliğinin sağlanması için yapılan masraflar nedeniyle özenle yetiştirilen sağlıklı ve güvenilir organik ürünlerde Dünya'nın her yerinde fiyat farkı mevcuttur.
Ben de tam bunu demek istiyorum. Denetim şirketlerinin varlık nedeni tüketici ile üretici arasındaki bozulmuş güven ilişkisidir.
Eski düzende hatalar, eksiklikler vardır. Ancak bunları düzeltmek için mutlaka bir denetleyici kuruluşa ihtiyaç var mıdır? Aynı mantıkla hareket ettiğimizde yediğimiz ekmek acaba sağlıklı mı diye düşünüp ekmek denetim şirketlerine, içtiğimiz su sağlıklı mı diye düşünüp su denetim şirketlerine ihtiyacımız olduğuna karar verebiliriz.
Yarın aldığımız her ürün ve hizmetin denetim şirketlerince denetlenip denetlenmediğine bakar hale gelirsek, bu yazıyı hatırlayın.
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.