Senenin son gününde, yabancı bir şehirde kayboldum. Navigasyonlu dünyada kaybolmak mümkün mü diye sormayın. Nereye gideceğini, nerede olduğunu bilmemek diye tanımlıyorum kaybolmayı. Ben de böylesi bir ruh halindeyim. Kaybetmeden bulmak mümkün mü? Belki de bu yüzden kaybolmak istedim, yeniden bulabilmek için. Neyi diye sormayın. Bilsem kaybetmezdim zaten. Aramadan bulamayacağım için geldim belki bu yabancı şehre. Şehir yabancı da olsa dünya aynı. Binalar ve insanları ilk kez görsem bile hayatın akışı aynı. İnsanlar sabahları işe akşamları eve koşturuyor. Belki onlar da arıyor, kaybettiklerini. Belki onlar da kaybolmuşlar ve farkında bile değiller kaybolduklarının.
Fırsat penceresi diye bir kavram var gelişme iktisadında. İngilizcesi daha bilinir aslında: Window of opportunity. İnternette bu kavramı, Turkey ile birlikte aratırsanız karşınıza genç nüfus çıkıyor. Nüfusun genç olması fırsat olduğu kadar tehdittir, ama konumuz bu değil.
Yaşı uygun olanlar şehirler arası telefın edebilmek için santrallere numara yazdırıldığı dönemleri hatırlayacaktır. Ya da evine telefon alabilmek için araya torpil koydurulduğu günleri. O günlerde, ülkemizin bir çok köyünde bırakın santrali, haberleşme kablosu bile yoktu. Telefon kabloları bakırdan fiber optiğe dönerken, ülkemizde henüz bakır kablosu bile olmayan köylere / kasabalara fiber optik kablolar döşenmeye başladı. Analog santrali biel olmayan kasabalar sayısal telefon santralleri ile tanıştı. Bir kaç yıl içerisinde Avrupa ülkelerine kıyasla sayısal telefon santrallerine geçiş oranı olarak çok daha iyi bir noktaya ulaşmıştık. Bu arada sayısal telefon santrali ve fiber optik kablo üreten bir çok tesis kuruldu ve bunlar yurt dışına da satış yapmaya başladı.
Ne Fırsatı Hangi Pencere ?
Hikayeyi burada kesip, sonrasında neler olduğuna geçmeyeceğim. Merak edenlere Funda Başaran Özdemir'in kitabını öneririm. Biz dönelim fırsat penceresine. Avrupa'nın köy ve kasabalarında bakır kablo ve analog telefonları varken bunları sayısal santral ve fiber kablo ile değiştirmek maliyetli bir işlemdi. Bizde her ikisi de yoktu ve sıfırdan bunları kurmak, değiştirmeye göre daha kolaydı. Ayrıca bizim elde edeceğimiz kazanç, değiştirme ile elde edilecek kazançtan daha büyüktü. Hal bölye olunca, teknolojik gerilik bir avantaj haline gelmişti. Benzer bir durumla bir kez daha karşı karşıyayız.
Sayısal karasal televizyon yayınlarında DVB-T adlı standart ile yayın trenini kaçırdık. Avrupa'nın bir çok ülkesinde DVB-T şebekeleri kuruldu ve halk yüksek kalitede yayını basit antenlerle izliyor. Bu treni kaçırmamızın yarattığı bir fırsat yaşıyor olabiliriz. DVB-T2, DVB-T'nin ardından geliştirildi. T'ye göre daha fazla kanalı taşıyabiliyor ve ayrıca Multi PLP gibi teknolojileri ile sunduğu olanaklar değişik. Aynı analog santralde olduğu gibi Avrupa DVB-T şebekesi varken T2'yi kurmak için aceleci değil.
Gecikmenin Avantajı
Kimi Avrupa ülkelerinde ise farklı tartışmalar yürütülüyor. Özellikle Almanya'da, sayısal karasal üzerinden evlere televizyon yayını iletmenin terk edilmesi düşünülüyor. Bu tartışma çok önemli ve bizim de dikkatle takip ediyor olmamız gerekli. Daha önceki yazılarımda tartıştığım gibi T.B.M.M. açılıp 6112 sayılı yasada değişiklik yapana kadar vaktimiz var. DVB-T2'yi sadece mobil alıcılar için yayın göndermek konusunda kullanmak, sabit alıcılar için ise uydu ve kablonun tercih edilmesi mantıklı görülüyor. Bugün HD yayınların yerini alacak 4K, UHD tanıtımları yapılıyor. Sayısal karasal ile 4K'yı taşımak hayal gibi. Oysa mobil alıcılara yetecek kalitede yayını taşımak sayısal karasal için problem değil.
Ne Yapmalı?
Henüz DVB-T2 için yatırım yapılmamışken, tüm taraflarının bir araya geleceği bir çalıştayın ivedilikle toplanarak konunun tartışılmaya açılması elzem görünüyor. Bu konuda düzenleyici ve denetleyici kuruluşlar kadar meslek odaları, sendikalar, tüketici dernekleri ve üniversitelerin ilgili fakültelerine görev düşüyor.
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.