Metrodan çıkmak için yürüyen merdivene adımımı attığımda, dışarıda beni nelerin beklediğinden haberim yoktu. Okula, işe yetişme telaşında olanların kalabalığı bitmiş, toplu ulaşım, acelesi olmayanlara kalmıştı. Merdivenin son basamağını geldiğimde sokak sakin ve huzurlu görünüyordu. Sabahın serinliği yerini öğleye geçişin ılıman haline bırakmıştı. Kediler ve martılar duvar diplerine bırakılmış yemleri paylaşıyor, kargalar bu paylaşımdan kendilerine de pay düşecek mi merakıyla olan biteni izliyordu. Her zaman döndüğüm sokağı es geçip ilerledim. Yeni sokak, yeni binalar, yeni yüzler... Tek sokak değiştirince bile karşıma çıkanların farklılığı şaşırttı. Yürümeyi sürdürdüm. Güneş yükselirken bulutsuz gökyüzü alabildiğine maviydi. Karşılaştığım insanların kiminin yüzü tanıdık gelse de bir çoğunu ilk kez görüyordum. Oysa sadece bir sokak değiştirmiştim. Sokağın sonundaki kafenin bahçesinde yaşlı bir çift sabah kahvesi içiyordu. İkisi de sokağa dönük, yan yana san...
Geçmiş yıllara kıyasla doktora daha kolay ulaşıyorum. Daha gün ışımadan, babamın kalkıp randevu için sıraya girdiğini hatırlarım. O günlere kıyasla şimdi doktora çok daha kolay ulaşıyorum. Sevk kağıdımız vardı mesela. Hastaneye gidebilmek için sevk yaptırmamız gerekirdi. Şimdi o da yok. Sağlık karnemiz vardı. İlaçlar ona yazılırdı. Şimdi karne de kalktı. Peki tüm bu gelişmeler sonucu daha sağlıklı bir birey mi oldum? Özelleşen hastanelerde konulan tanılara güvenebiliyor muyum? Yaptırdığım testlerin sonuçlarından emin olabiliyor muyum? Hastaneye başvurduğumda yaptırmam istenen tetkiklerin kaç tanesi gerçekten gerekli? Sağlık sistemi böyle devam edebilir mi?
Özellikle son soru kafamı kurcalayıp duruyordu uzunca bir süredir. İlknur Arslanoğlu'nun editörlüğünde onüç yazarlı Tıp Bu Değil'i okuyunca sorularımda haksız olmadığımı gördüm. Mesele bir iktidarı eleştirmek, bir başkasını olumlamak değil. Söz konusu olan sağlık olunca mesele iktidarlar üstü olmalı. Eğer konulan teşhis, istenen tetkikler, alınması önerilen ilaçlar, olunması önerilen ameliyatın hastanenin / tıp sektörünün karını arttırmaya yönelik olabileceğine dair bir şüphe varsa insanın aklında orada bir sorun var demektir.
Tıp Bu Değil'de yazılar yazarların adına göre dizilmiş. Bu ciddi bir sorun yaratmış. Uğur Yılmaz ve Yavuz Dizdar'ın sistemin bütününe ilişkin eleştirilerini içeren yazıları kitabın sonunda kendisine yer bulabilmiş. Ahmet Aydın'ın beslenmeye yönelik başka bir çok kaynaktan da okuduğum önemli tespitleri ise kitabın başında yer alıyor. Keşke bunun yerine konularına göre bir sıralamaya gidilseydi.
Psikiyatri konusunda kitaptaki tespitler çok ufuk açıcı. Eğer içerisinde yaşanılan bu aşırı rekabetçi düzen insanların mutsuzluğunun baş kaynağıysa o zaman ilaçlar depresyona derman olur mu mesela? Beni en çok etkileyen tespitler ise sistemin temeline yönelik olanları. Kitabın yazarlarına göre tıp piyasalaştıkça, metalaştıkça "müşterisi"nin devamlılığını sağlayacak tedbirler geliştiriyor. Kitapta bu yönde bir ifade yok gerçi ama sürekli düşürülen çeşitli kan değerlerinin üst sınırlarını bu gözle değerlendirebiliriz belki de. Sağlıklı olanlara yapılacak bir çok test ile onların aslında sağlıklı olmadığının ispata çalışılması ya da koruyucu ilaçlar önerilmesi, vitamin takviyeleri hep bu ticarileşen tıbbın sonuçları.
Kitabın sonuna doğru okuduğum bir yazıda tıbbın son yıllarda fazla gelişme kaydedemediğinin itiraf edildiğini gördüm. Yazara göre tıp istatistiksel verilere ve tanı / tetkiklere boğulmuş durumda. Doktorlar hastayı dinlemiyor bile. Fiziksel muayeneden vazgeçilmiş durumda. Tek yapılan bir takım testlerin istenmesi ve test sonuçlarına göre yazılacak ilaçlar. Bu ilaçların üreticileri ile hekimler / hastaneler arasındaki ilişkiler, önce ilacı keşfedip ardından ona uygun bir hastalık tanımlandığı iddiaları gittikçe sağlıksız bir toplum olduğumuzun kanıtı.
Kitabın önemli bir katkısı ise iğneyi düzene ve sisteme batırırken çuvaldızını kendilerine (doktorlara) batırmayı ihmal etmiyor. Muayenehane düzeninin devamını savunanları, doktorları "üst insan" gibi gören zihniyeti eleştiriyor. Doktorun temel görevini sorguluyor.
Kitabın önemli bir katkısı ise iğneyi düzene ve sisteme batırırken çuvaldızını kendilerine (doktorlara) batırmayı ihmal etmiyor. Muayenehane düzeninin devamını savunanları, doktorları "üst insan" gibi gören zihniyeti eleştiriyor. Doktorun temel görevini sorguluyor.
Benim okuduğum Eylül 2012 tarihli 4. baskısıydı. İthaki yayınlarından çıkan kitabın 274 sayfa olduğunu ve Tıp Bu Değil 2 adlı bir devam kitabının da yayınlandığını belirteyim.
Son söz olarak halk arasında çok sevdiğim bir sözü tekrar edeyim:
Hastane mi / doktor mu Allah düşürmesin, yokluğunu da göstermesin.
Son söz olarak halk arasında çok sevdiğim bir sözü tekrar edeyim:
Hastane mi / doktor mu Allah düşürmesin, yokluğunu da göstermesin.
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.