Kimi bir kaç cümlelik kimi bir kaç sayfalık anılarla dolu öykücükler ve tümünü bağlayan farklı bir kurgu. Barış Bıçakçı'nın son novellasını severek okudum. Okuma heyecanını bozmadan, konusundan kısaca bahsetmek istiyorum. Halis Bey, emekli elektrik mühendisi. Ayşe ise başarılı bulunan bir öykü kitabı yayınlamış bir peyzaj mimarı ve tercüme yaparak hayatını kazanıyor. Tercüme bürosunda rastlaşıyorlar ve Halis Bey Ayşe'den anılarını öyküleştirmesini istiyor, ücreti karşılığında. Novella, Halis Bey'in anıları ve Ayşe'nin hayatını anlatan bölümlerle kurulmuş. Novellada yer alan bölümlerin her biri ayrı öyküler haline getirilebilecek derinlikte. Ayşe'nin hayatına dair bölümlerde ülkenin gündemine dair göndermeler de yer alıyor. Daha önce okuduğum eserlerinde olduğu gibi bolca Ankara var arka planda. Hatta Garson başlıklı bölümde Ankara başrolde. İstanbullular deniz yok, fazla gri dese de Ankara, Ankara'da yaşamaya alışmışlar için kendine has özellikleri ve güzelli...
Bu yazı, aslında ilerleyen günlerde düzenlenecek bir taslak. Taslak olsa bile yayınlayacağım mevcut haliyle. Estonya'nın başkenti Talin'de, bu yıl beşincisi düzenlenen, sayısal yayıncılık konferansındayım. İlk günü geride bıraktık ve günlerin yorgunluğu ile ikinci güne hazırlanıyorum. Unutmamak adına, ilerleyen günlerde isimler ve ünvanlarla düzenlenmiş halini hazırlayana kadar, ilk günde aklımda kalan sunumları paylaşayım.
- Güne damgasını vuran konu, haliyle sayısal karasal televizyon dönüşümü oldu. Batı Avrupa'da analog karasal televizyon yayınını sürdüren ülke kalmamış durumda. Farklı ülkelerden farklı sayısallaşma süreçlerine ilişkin sunumlar izledim. Güney Afrika'da, bölge ülkelerini de kapsayan GoTV adlı proje çok ilgi çekici. Bu projeyi inceleyip, sadece onu ele alan bir yazı hazırlamayı düşünüyorum.
- DVB-T2'nin Multi PLP özelliğinin bölgesel ve yerel yayınların genel yayın ile birlikte gönderilebilmesi için kullanıldığının örneklerini görmek ilginçti. Bizde uygulaması bulunmayan, neden uygulaması yok ayrı bir soru elbette, yerel / bölgesel reklamlar / yayınlar sorunlarını da multi PLP ile çözmüşler. Burada temel sorun tek frekans şebekesi kurulması durumunda ortaya çıkıyor. Zaten tek frekans şebekesi, kurulması ve işletilmesi zor bir teknoloji. Frekansın yeniden kullanılabilmesine olanak sağladığı için tercih edilen bu teknolojinin seçilmesinin getireceği zorluklara katlanmak gerekiyor.
- DVB'nin standartlarında fiziksel sınırlara gelindi mi? Soru kışkırtıcı, yanıt heyecan verici. Henüz değil. Peki iyileştirebilecek neler var? Özellikle DTT konusunda antende polarizasyon ile ulaşılabilecekler şaşırtıcı.
- HEVC hazır mı? Biz H.264 ile sayısal karasal televizyon yayınlarını planlarken H.265 geldi bile. Peki ne zaman gerçekten kullanılabilir, yaygın olarak kullanılabilir bir teknoloji olabilir?
- Evinde, nadiren açılan, tüplü televizyon sahibi birisi olarak ultra HD televizyon satın alanları hiç bir zaman anlayamayacağım. Etkinlikteki sunumlarda, 4K olarak da adlandırılan, ultra HD yayınların hayatımıza girmesine en az 2 yıl olduğunu bir kez daha duymak ilginç oldu. Gerçi bu ekranları alanlar, ekranın upscale özelliklerini kullandıklarını, 4K film izlediklerini, 4K oyun oynadıklarını ileri sürebilir. Her ne kadar oyun, film için bile en azından bir sene beklemeleri gerekse de para onların, tercih onların. Herkes benim gibi düşünse kapitalizmin çarkı nasıl dönecek?
- Evinizde uydu anteni var ve bu antenden gelen yayını birden fazla televizyonda kullanmak istiyorsunuz. Hatta her televizyonda farklı içerik izlemek derdiniz. Bugüne kadar çözüm her televizyonun önüne bir alıcı koymaktı. SES Astra'nın Sat > IP adlı bir teknolojisi ile buna gerek kalmıyor. Uydu alıcısının LNB'si içerisine de gömülebilen bir aparat ile gelen yayın IP'ye çevriliyor ve evdeki router üzerinden kablosuz ağ ile her yerde erişilebilir hale geliyor. Tabii televizyonun hayatımızda bu kadar yeri var mı sorusu havada asılı durmaya devam ediyor.
- Günün ve muhtemelen tüm etkinliğin en sıradışı sunumu Janet Anne West tarafından yapıldı. Çok temel bir soruyu tartışmaya açtı West: tüm bunlara ihtiyacımız var mı? Gezegenimizin kaynaklarının sınırlı olduğunu ne zaman fark edeceğiz? Her yeni teknoloji ile değiştirdiğimiz cihazlar ne oluyor? Google'da bir arama yapmak çevreyi ne kadar kirletir? Tabii sorular hep sistemin değişmezliği ön kabulü ile soruluyor. Belki bir adım geriye gidip sistemi sorgulamak daha doğru. İnsanların ihtiyaçları gerçekten sınırsız mı? Bu sınırsız ihtiyaçları karşılamak için çözümler üretmek gerekli mi? Bana kalırsa sistemin içinde kalarak onu düzeltilebilir olduğunu ileri sürmek, sistemin değişebilir olduğunu söylemeye kıyasla daha büyük bir ütopya.
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.