Ana içeriğe atla

yağmur

Yağmur damlaları arabanın silecekleriyle yarış halindeydi. Az önce temizlenen yerler, gökten düşenlerle yeniden ıslanıyor ve görüşü bozmaya devam ediyordu. Binalar ve şehir uzaklaşırken, ne yapıyorum gerçekten diye düşündü. İç sesini sözle tekrarladığını fark ettiğinde, arabada yalnız olduğuna şükretti. İş çıkışı, akşam trafiğinde kendi kendine konuşmak pek garip karşılanmazdı gerçi. Bu aralar akıl sağlığını korumak herkes için zordu. Zor zamanlardan geçiyoruz, dedi kendi kendine. Hangi zamanımız kolay oldu ki diye ekledi. Kendine hak verdiğini fark edip güldü.  Hava kararmaya başlayacak birazdan, daha çevre yoluna bile gelemedim. Bu gidişle bugün rekor kıracağım. Neyse ki evde bekleyenim yok.  Bekleyeni olmadığına sevinmesi garibine gitti. Çocukluğu ve gençliği boyunca kendisini hep kalabalık bir ailenin babası olarak hayal ettiğini hatırladı. Karısı, kızları ve oğulları ile güle eğlene yaşayıp gideceği kocaman bir ev görürdü ne zaman geleceği düşünse.  Oysa hiç evlenmed...

Talin, Estonya'da Sayısal Yayıncılık konferansında sunduğum Türkiye, sonunda sayısal karasal televizyona başlıyor adlı sunumum

 22 Ağustos 2013'te Estonya'nın başkenti Talin'de, Levira şirketinin düzenlediği Yeni Bağlantılar adını taşıyan Sayısal Yayıncılık konferansında bir sunum yaptım. Sunumun ilk yansısında da görüleceği üzere blog yazarı olarak gerçekleştirdim bu sunumu. Pek öne çıkartmasam bile İngilizce dilinde, sadece televizyon teknolojisi konulu bir blogum var. Adresi şöyle: TVTechTR.blogspot.com
Etkinlik ile ilgili değerlendirme yazısından önce, benim sunumumu paylaşmak istedim. 17 yansıdan oluşan sunum, bilgisayarın azizliği ile ara vermek zorunda kalsam bile, keyifli geçti. Sunum sonrası yemek ve kahve aralarında bir çok soruyla karşılaştım. Farklı bağlantılar kurdum. Konferansın adının gereğini yerine getirdim: Yeni Bağlantılar kurdum... 
Yansılarda yazılı bilgileri dilimize çevirmeyeceğim. Ancak önemli gördüğüm kimi noktalara ilişkin açıklamalarda bulunacağım. Hane sayısı için hep 18 milyon kullanılır. Ben artık bu sayının 19 milyon olması gerektiğini düşünüyorum. TOKİ'nin yaptığı evleri düşününce 20 milyon bile olabilir belki. 
Bildiğimiz kılçık anten ile yayın alanların oranına dair farklı rakamlar var. Bana kalırsa bu oran %15'in de altındadır. Ancak evlerdeki ikinci televizyonlarda yayın büyük oranda TV üstü anten ile alınmaktadır. Yani %15'e düştü zaten o zaman bu işe hiç gerek yok yaklaşımı pek doğru değil. Bu konuyla ilgili farklı tartışmaları önümüzdeki günlerde yazacağım. Özellikle Almanya örneği ufuk açıcı.
 Biz biliyoruz rakamları tabii. Bu yüzden çok ilginç gelmiyordur sizlere de. Ancak sunumu yaptığım kitlenin ülkemizi pek tanımadığını dikkate almam gerekiyordu. Bir önemli ayrıntı 2006 yılının Şubat ayında DVB-T deneme yayınları İstanbul Çamlıca tepesinde başladığında ülkede analog yayınların izlenme payı %50'ler civarındaydı. Aradan geçen 7 yılda doğru düzgün yatırım yapılmadığı için kalitesi iyice düşen analogun karşısında her geçen gün güçlenen uyduyu düşündüğünüzde sonucun böyle olması anlaşılır. Analogda HD yayın yapma ihtimaliniz yokken uydu üzerinden Ultra HD (4K) yayın konuşuluyor. Peki HD için bile yeterli bant genişliği sıkıntılı olan sayısal karasal, 4K yayını nasıl taşıyacak? Bu sorunun yanıtı da ilerleyen günlerde.
 Gene sektör çalışanlarının malumu bir durum. Bizler televizyon izlemek için para vermeyi sevmeyen bir milletiz. Özellikle Free To Air (FTA:Ücretsiz olarak yayınlanan) içeriğin geniş yelpazesi ücretli içeriğe gereksinimi azaltıyor. Ülkemizde ücretli yayının temel motivasyonu, başkası ileri sürülse bile, futbol yayınlarıdır.
 Bilgi Teknolojileri İletişim Kurumu verilerini esas aldım burada. Ancak uydu platformlarının abone sayıları son bir kaç çeyrektir açıklanmıyor bu raporlarda. Bu güzden rakamlarda hata olabilir. Ancak oranların doğru olduğunu düşünüyorum.
 Burada IPTV'nin pazar payının çok düşük olduğu net bir şekilde görülüyor. Bu durumun farklı açıklamaları vardır elbette. Ancak borsada işlem gören bir şirketle ilgili yazma cesaretim yok. Özel sohbetlerde fikirlerimi belirtmeyi tercih ediyorum.
 İhale ile verilecek lisanslar toplu halde. Tabii ihale sonucu bölgesel ve yerelde hedeflerin tutmadığı ortada. 8 ilde hiç katılım olmadı, çoğu ilde 7 sayısının altında kalındı. Bölgesel ihalelerde de 4 sayısına ulaşılamayan çok bölge var.
 Bu yansı, RTÜK'ün 15 Ağustos 2013 tarihli açıklamasıyla geçerliliğini yitirdi. Ancak büyüklükleri göstermek için olduğu gibi korudum. Ulusal ihalenin yürütmesinin durdurulması tüm planları alt üst etti.
RTÜK tarafından belirlenen parametrelere göre kimi yerlerde ev içi, televizyon üzeri anten ile yayın almak olanaklı olacak. 
 Sunumda kullandığım bu fotografı Prag'da çekmiştim. Sunum sırasında bahsettim 2006'da Prag'da çektiğim bu kule yayın kulesi mi emin değilim diye. Dinleyicilerden birisi, sunum sonrası tanıştık kendisiyle, doğruladı beni. Kendisi Çek Cumhuriyeti'nde öğretim görevlisiymiş. Daha önce Kuzey Kıbrıs'ta da çalışmış. Gerçekten yayın kulesi olarak kullanılıyormuş.
RTÜK'ün sayfasında Türkçe olarak bulunabilecek bu dokümanda alıcıların asgari karşılaması gerekli şartlar belirlenmiş. RTÜK, yayınladığı bir yönetmelikte ülkede üretilen ve ithal edilen alıcı cihazlarının bu standartları sağlayıp sağlamadığını kontrol için bir referans laboratuvarının kurulması gerektiğinden bahsediyor. RTÜK'ün sayfasındaki tarihlere göre iki ay sonra Ankara'da yayınların başlaması gerekiyor. Artık bu tarihlerin, tarih olduğu aşikar gerçi. Henüz ulusal yayıncıların kim olduğu bile belli değil. Ancak piyasada DVB-T2 alma özellikli bir çok cihaz var ve halen bunları denetleyecek laboratuvarın kurulduğu haberi yok. 
ANTEN A.Ş. ile ilgili blogumda çok sayıda yazı yazdım. RTÜK üyesi ve benim de katılımcıları arasında bulunduğumuz panelde de dile getirdim. 6112 sayılı yasanın ilgili maddesi gereği RTÜK tarafından verici tesis ve işletim şirketi olarak belirlenecek şirketin kurucu ortaklarının ulusal sayısal karasal televizyon yayın lisansına sahip olması gerekiyor. Mahkemenin aldığı yürütmenin durdurulması kararı sonrası RTÜK'ün açıklaması ile bu lisansa sahip hiç bir yayıncı kuruluş olmadığı düşünüldüğünde aslında ortada 6112'de tariflenen bir şirketin bulunmaması gerekiyor. İşin aslı zaten RTÜK tarafından seçilen bir şirket de yok. TRT ile birlikte 17 yayıncının kurduğu ve kısa adı ANTEN A.Ş. olan şirket, RTÜK'ün verdiği izin ile deneme yayınları yapıyor, ama 6112 sayılı yasaya göre, mevcut haliyle bu şirketin RTÜK tarafından verici tesis ve işletim şirketi olarak tespit edilmesi, bence, olanaklı değil. 
Peki, bundan sonra ne olacak? Öncelikle T.B.M.M.'nin açılması beklenecek. Çünkü 6112 sayılı yasanın geçici maddesinde lisans ihalelerinin yasanın yürürlüğe girmesinin ardından 2 yıl içinde tamamlanmış olması gerekiyor. Zaten ulusal lisans ihalelerinin iptal gerekçelerinden birisinin de bu olduğu söyleniyor. Bu durumda 6112'de değişiklik yapılarak RTÜK'e yeniden ihale için süre tanınması zorunlu. Ardından tekrar ihale duyurusu ve ihale yapılacak. İhalede ulusal lisans almaya hak kazanan 33 + TRT'nin en az 10 tanesinin ortaklığında kurulacak şirketlerden birisi RTÜK tarafından seçilecek. Bu seçilen şirket sayısal karasal şebekeyi kurup işletme hakkına sahip olacak. 
Sunumda doğru yansıyı kullandım. Carlota Perez, iktisat profesörü. Estonya'nın Talin kentinde bir üniversitede de ders verse bile aslında Londra'da yaşıyor. Schumpeter'in döngülerinden yola çıkarak ileri sürdüğü bir tez var. Fırsat penceresi olarak dilimize çevirebileceğim bu teze göre teknolojik atılımda geri kalmış ülkeler, teknolojinin değiştiği dönemde bir fırsat penceresi yakalar. Açıklamak gerekirse, sayısal santraller çıktığında, henüz köylerde analog telefon santralleri bile olmayan dönemi hatırlayabiliriz. O zaman, Avrupa'nın köylerindeki analog santrallerin yerine sayısalların konulması, bizim telefonsuz köylere sayısal santral koymamızdan daha zahmetli ve maliyetliydi. Bu ülkemizde sayısal telefon santralleri konusunda bir uzmanlık gelişmesine yol açmıştı. Benzer bir durum DVB-T ve DVB-T2 şebekeleri için geçerli. Avrupa'nın bir çok ülkesinde DVB-T şebekesi varken T2'nin kurulması zahmetli ve maliyetli. Bu yüzden oralarda T2 pek hızlı gelişmiyor. Bizde ise DVB-T bile olmadığından doğrudan T2 ile başlayacak olmamız, yerli şirketlerin T2'de uzmanlık geliştirmesine olanak verebilir. 
Belki T2'yi bile kurmadan frekansları farklı bir şekilde kullanmak daha mantıklı gelir. Bir sonraki yansıda bu durumu tartıştım.
Almanya'da ilginç gelişmeler oluyor. Sektörümüz bu konuyu ne kadar yakından takip ediyor bilmiyorum. Etse iyi olur demekle yetineyim. Almanya'da DVB-T, beklendiği kadar yaygınlaşmadı. Bunda bir çok sebep aranabilir, ileri sürülebilir. Ancak gerçek değişmiyor: sayısal karasal Almanya'da tutmadı. DVB-T2'nin de çok kazanç sağlamadığını 3 yıllık sınamalarla fark edince, Almanya sayısal karasalı tamamen kapatıp frekansları farklı amaçlar için kullanmayı tartışmaya açmış. Bu yıl sonuna doğru konuda kesin karar belirlenecek. 
Sonuç ne derseniz, epey geciktik ama bu gecikme bir fırsat olabilir, eğer kamuoyunda konuyu tartıştırabilirsek. En çok etkilenecek olan elbette uydu platformları. Düzgün yayın alamadığı için uydu platformunu tercih edenler sayısal karasalı sevecektir. Hibrit çözümler çok tutacaktır. Özellikle DVB-T2 /  IPTV kutuları öne çıkacaktır. Burada HBBTV 1.5'in zorunlu hale getirilmesinin önemini bir kez daha vurgulamak gerekir. Kutu fiyatı ve devlet desteği önemli. En çok kullanılacak olduğu yer ise, şüphesiz evdeki ikinci televizyonlar. 
Sunumun son yansısında Tivilogy.com'a selamlarımı göndermekten geri kalmadım. Benim de arada bir yazılarımın yayınlandığı meslektaşların sitesi, bu alanda Türkçe en iyi kaynak. Değerli kurucularının ikisi ile bir e-söyleşi de gerçekleştirmiştim. Sitenin kurucuları arasında yer alıp, iş değişikliği nedeniyle platformdan ayrılan kıymetli Uygar ile de ayrı bir söyleşi düşünüyorum. Belki bu yazıyı da tivilogy.com'a okuyabilirsiniz. Onlara ufak da olsa bir katkım olursa sevinirim.

Yorumlar

Son haftanın en çok okunan 10 yazısı

bir kez daha, nedir bu sayısal karasal televizyon?

Blog sayfamda DTT etiketiyle yayınlanmış 100'e yakın içerik bulunsa da, geçenlerde buluştuğumuz lise arkadaşlarımın sorusu üzerine, bir kez daha yazmaya karar verdim. Bilenler, okumadan geçebilir. Bilmeyenler ve sektörün uzağındaki kişiler düşünülerek hazırlanmış bir yazıdır.  Soru - yanıt şeklinde kurgulanmış yazılarımın daha çok okunduğu gözlemi üzerine, buyurun sık sorulan sorularla Sayısal Karasal Televizyon: Şimdi tam olarak neden bahsediyoruz? Çanak ile izlediğimiz televizyon mu?

Anıttepe, sokaklar, anlamlar

Ankara, ne yazık ki, içerisinden su geçen şehirlerden değil. Aslında daha doğrusunu söylersem, içerisinden geçen suların üzerini kapatıp yok eden bir kent. İncesu deresi, Kavaklı dere, Ankara çayı hep üzeri kapatılıp, halının altına süpürülen tozlar gibi gözden ırak tutulup unutulmuş kent suları. Hal böyle olunca Başkent, akar suyun kente sağlayacağı güzelliklerden yoksun. Neyse ki arayan için gizli güzellikler barındırıyor.   Anıttepe, bu gizli güzellikleri saklayan semtlerden. Anıtkabir, yılın her mevsimi caddelerden eksik olmayan turist otobüsleri, resmi bayramlarda protokol için kapatılan yollar, son dönemde sıklıkla düzenlenen mitinglere ev sahipliği yapan Tandoğan meydanı, Çankaya Belediyesi'nin  konserlerinin mekanı Anıtpark Anıttepe denildiğinde ilk aklıma gelenler. Ve tabii, geçenlerde bir yarışmada soru olarak da yöneltilen sokak isimleri: Ordular, İlk, Hedef, İleri, Ata ve Akdeniz caddesi.    Anıtkabir'in sınırını oluşturan 3 cadde bulunur: Gen...

Yabancı dil öğrenmek üzerine: DuoLingo deneyimimim

kızımın çizgileri Ülkemizin kanayan yaralarından birisidir sanırım, yabancı dil öğrenmek. Onlarca kurs, yüzlerce kitap, saatlerce ders ve sonuç: anlayan (en azından anladığını düşünen) ve konuşamayan kişiler... Bir yerlerde bir sorun olduğu kesin, ama nerede? Farklı zamanlarda, 3 kez Fransızca kursuna gittim. İlk seferin ardından, aslında bir temel bilgim olmasına karşın, her seferinde en baştan başladım, hiç bilmiyormuşum gibi. Ne yazık ki kurslarda öğrendiklerim kalıcı olamadı. Şimdilerde, 70 gündür, her sabah DuoLingo ile çalışıyorum. Ücretsiz ve arada çıkan reklamlarla devam eden sürümünü kullanıyorum. Eminim farklı online dil kursları da vardır. Online platformda, kurslarda olmayan ne var diye düşününce bir kaç şey tespit ettim. Belki sizlerin de işine yarar diye paylaşıyorum: Yabancı dil öğrenmek, sürekli ve kesintisiz tekrar gerektiren bir süreç. Kurslar, sadece haftanın belli günleri, bir kaç saat için ve çoğunlukla, günün en yorgun olunan akşamlarında oluyor. ...

Ay ve Şenlik Ateşleri / Cesare Pavese

20 senede bloga eklediğim 428. kitap etiketli yazı Ay ve Şenlik Ateşleri oldu. İtalyanca aslından Rekin Teksoy'un özenli çevirisiyle Can Yayınları'ndan Şubat 2008 tarihli 3. baskısından okudum.  Romanı tek cümle ile anlatmam gerekse, hüzün ve çaresizliğin romanı derdim. İkinci dünya savaşı sonrası İtalya'nın kuzeyindeki küçük bir beldede geçiyor anlatılanlar. Amerika'ya gidip zengin olarak doğduğu yere dönen anlatıcının orada kalanlarda geride bıraktıklarını araması, yüzleştiği gerçeklikler ve çaresizlikler. Göçmenlik, gidip başkası olma ama bir yandan da aynı kalma halleri, gidip geldiğinde bıraktıklarının değişimi ya da yanı kalması... Garip bir durum olsa gerek. Yazar yaşanılan ikilemleri okuyanın içine işleyen bir gerçeklikle ortaya koymuş.  Savaş sonrası İtalya'nın derinlikli bir anlatımını okumak isteyenlere önereceğim bir eser. Pavese'nin yalın dilini çevirmekte ustaca bir iş başaran Rekin Teksoy'un da kalemine sağlık.  Belki bir önsöz ya da sonsöz il...

avm otoparkları

Hafta sonları alış veriş merkezlerine gitmeyi sevmiyorum. Hem otoparkında yer bulmak, hem mağazalarında dolaşmak hem de kafelerinde sakin bir masa bulmak neredeyse imkânsız. Bir şekilde işlerimi halledip o kalabalıktan kurtulma şansı bulduğumda ise arabayı nereye park ettiğimi bulma macerası başlıyor.  Neyse ki sonunda bu macerayı ortadan kaldıracak bir çözüm keşfettim. Keşfime gülebilirsiniz belki gene de yazayım. Park yerinin fotoğrafını çekiyorum. Bu sayede hangi katta hangi noktaya arabayı park ettiğimi aklımda tutmaya gerek kalmıyor.  İnsanlık için önemsiz, benim için bu keşfi paylaşmak istedim :)

Kocadağ At Çiftliği Kocadağ Köyü / Havran

Deniz, kum, güneş tatilinden sıkıldıysanız ve Edremit körfezi civarındaysanız size süper bir alternatif: At binmek. Edremit'ten Balıkesir'e giden yol üzerindeki şirin ilçe Havran'ın Kocadağ köyünde bu mekan. Henüz dört yaşında olan iki(z) kızlarımız çok keyif aldılar at binmekten. Altınızda sizden epey güçlü b ir hayvan varken dengede durmaya çalışmak, yorucu bir o kadar da keyifli bir uğraş. Eğer hayatınızda at binmeyi hiç denemediyseniz, emin olun deneyince siz de kabul edeceksiniz, çok şey kaçırmışsınız demektir.    Kocadağ At Çitfliği'nde at binmenin yanı sıra lezzetli mutfağını da deneyebilirsiniz. Mantı, haşlama içli köfte, ızgara köfte ve elbette demleme çay. Fiyatlar derseniz bu konuda ucuz / pahalı yorumu yapmak istemiyorum. Bunun yerine bir kaç seçtiğim ürünün fiyat bilgisini paylaşacağım. Ancak, öncelikle sipariş edeceğiniz yiyeceklerin hepsinin büyük bir özenle hazırlanıp, aynı özenle servis edildiğini belirteyim. Biz mantı, içli köfte, ızgara hellim ve ...

Yaylapınar (Sinekçiler) Köyü Nazilli tatili

Yazılacaklar birikti, bu gidişler birikmeye devam edecek. Üst üste gelince seyahatler, okunanlar, teknik gelişmeler böyle oluyor. Yavaş düzgündür, düzgün ise hızlı deyip başlayayım bir yerinden.  Geçtiğimiz haftanın 6 gecesini, Aydın'ın Nazilli ilçesinin, eski adıyla Sinekçiler, Yaylapınar köyünde geçirdik. Ne ben, ne de eşim Nazilli'li. Oralarda yaşayan akrabamız da yok. Peki nasıl oldu da bir köyde kaldık 6 gece. Pınar Kaftancıoğlu sayesinde. Kendisini büyük şehirlerde, özellikle İstanbul'da, yaşayan çocuk sahipleri tanıyacaktır. Ayşe Arman'ın söyleşisinden sonra tanıyanlar ve alış veriş yapanların sayısında ciddi artış olmuş. Siz tanımayanlardansanız İpek Hanım'ın Çiftliği'nin web sayfasına bakmanızı ve yazının geri kalanını sonra okumanızı öneririm.  Kaftancıoğlu, bana kalırsa ülkemiz için uygulanabilir bir kalkınma modeli oluşturmuş. Ülkemiz, her ne kadar son dönemlerde ihmal edilmiş olsa bile, bir tarım ülkesi. Tarıma elverişli topraklara ...

çiseleyen yağmur

Dışarda hava soğuk. Zor da olsa yer bulduk kafede. Yoksa hem soğuk hem çiseleyen yağmur hâlimiz haraptı. Şemsiyelerimizi açmamıza gerek kalmamıştı ama montlarımız biraz ıslanmıştı. Kurusunlar diye sandalyelerin arkasına astık.  Menüye bakmadan kahvelerimizi sipariş ettik. Bir yerden sonra alışkanlık hâline geliyor içtiğimiz kahveler. Ben latte, o sade Türk kahvesi. Garson kahveleri getirirken fonda Bana Sor çalmaya başladı. Ferdi Tayfur'un sesinden hem de. Ceylan Ertem'in söylediği şeklini daha bir sevsem de orijinal hali de bir başka güzel.  Cam kenarı masaları hep daha hızlı doluyor. Neyse ki biz geldiğimizde oturacak boş yerler vardı. Şimdi kalmadı. Şubat tatili diye, havaya aldırmadan çoluk çocuğunu toplayan sokağa atmış kendini.  Kahvelerimiz bitince, ne kadar istemesek de, eve dönüş yolculuğuna başlamamız gerektiği gerçeği ile yüzleştik. Yağmur hâlâ hafif hafif yağıyordu.  Kafeden çıkarken bir anne oğluyla konuşuyordu, ilk dönemki gibi çalışmana devam edersen i...

Almanya'da televizyon yayınlarına erişim

Televizyon yayınları kablolu ve kablosuz olmak üzere iki ortam kullanılarak evlere ulaştırılır. Her iki ortam için de farklı uygulamalar bulunmaktadır. Kablonun kullanıldığı durumlarda Kablo TV, IPTV seçenekleri mevcuttur. Kablosuz ortam için ise uydu ve karasal vericiler kullanılabilir. Her ortamın kendisine göre avantajı, dezavantajı vardır. Daha ayrıntılı analizlerde, yayıncı için ve izleyici için avantajlar ve dezavantajlar olduğu görülecektir. Hatta ülkelerin düzenleyici denetleyici kuruluşlarının desteklediği ve/veya kösteklediği televizyon dağıtım yöntemleri olduğu söylenebilir.  Bu uzun girişi yazmamın sebebi, Arthur D. Little adlı araştırma kuruluşunun yakın tarihte yayınladığı bir araştırma. Lars Riegel ve Julien Duvaud-Schelnast imzalı   Almanya'da TV Platformları 2014 ve sonrası başlıklı 10 sayfadan ibaret rapor, Almanya'da son dönemin sıcak tartışma konusu durumundaki sayısal karasal televizyonun geleceğine ilişkin önemli analizler içeriyor. Geçti...

yabancı şehir

Senenin son gününde, yabancı bir şehirde kayboldum. Navigasyonlu dünyada kaybolmak mümkün mü diye sormayın. Nereye gideceğini, nerede olduğunu bilmemek diye tanımlıyorum kaybolmayı. Ben de böylesi bir ruh halindeyim.  Kaybetmeden bulmak mümkün mü? Belki de bu yüzden kaybolmak istedim, yeniden bulabilmek için. Neyi diye sormayın. Bilsem kaybetmezdim zaten. Aramadan bulamayacağım için geldim belki bu yabancı şehre. Şehir yabancı da olsa dünya aynı. Binalar ve insanları ilk kez görsem bile hayatın akışı aynı. İnsanlar sabahları işe akşamları eve koşturuyor. Belki onlar da arıyor, kaybettiklerini. Belki onlar da kaybolmuşlar ve farkında bile değiller kaybolduklarının.