Ana içeriğe atla

yürüyen merdiven

Metrodan çıkmak için yürüyen merdivene adımımı attığımda, dışarıda beni nelerin beklediğinden haberim yoktu. Okula, işe yetişme telaşında olanların kalabalığı bitmiş, toplu ulaşım, acelesi olmayanlara kalmıştı. Merdivenin son basamağını geldiğimde sokak sakin ve huzurlu görünüyordu.  Sabahın serinliği yerini öğleye geçişin ılıman haline bırakmıştı.  Kediler ve martılar duvar diplerine bırakılmış yemleri paylaşıyor, kargalar bu paylaşımdan kendilerine de pay düşecek mi merakıyla olan biteni izliyordu.  Her zaman döndüğüm sokağı es geçip ilerledim. Yeni sokak, yeni binalar, yeni yüzler... Tek sokak değiştirince bile karşıma çıkanların farklılığı şaşırttı.  Yürümeyi sürdürdüm. Güneş yükselirken bulutsuz gökyüzü alabildiğine maviydi. Karşılaştığım insanların kiminin yüzü tanıdık gelse de bir çoğunu ilk kez görüyordum. Oysa sadece bir sokak değiştirmiştim.  Sokağın sonundaki kafenin bahçesinde yaşlı bir çift sabah kahvesi içiyordu. İkisi de sokağa dönük, yan yana san...

Talin, eski kentte orta çağa yolculuk

Fotograflara geçmeden önce bir kaç kitabi bilgi vereyim. Bilgiler A Day in Tallinn on Foot and by Bus adlı kitaptan. Koit Vainsalu tarafından yazılmış bu kitabı, haliyle, ülkemizde bulma olanağınız yok. Talin hakkında merak ettiğiniz bir şeyler olursa bana mail atmanız durumunda, kitaptan bakıp yanıt verebilirim. Geçelim sayılara:
  • Kentin tarihi 1219'a kadar uzanıyor. O zamanlar kentte yaşayanlar, Danimarka'nın işgaline uzun süre direnmişler. Kentin ismi taani linn'den türemiş. Bu iki kelimenin anlamı Danimarka kentiymiş. 
  • Ülkenin yüzölçümü 45.277 kilometre kare. 3794 km'lik sahili ve 2011 sayımına göre 1 milyon 340 bin 122 nüfusu varmış. 
  • Ülkede yaşayanların %69,41'i Estonyalı, %26,2'si Rus, % 2,16'sı Ukraynalı, %1,29'u Belaruslu, %0,9'u Fin ve %0,04'i diğer olarak tanımlanmış.
  • Resmi dil Estonca olsa bile halkın büyük çoğunluğu Rusça ve İngilizce konuşuyor. Almanca da konuşulan diller arasında. 
Talin, turizm konusuna gerçekten kafa yormuş kentlerden. Eski kenti gezerken sanki açık hava müzesinde dolaşıyormuşum hissine kapıldım. Sokaklar düzgün ve anlaşılır şekilde işaretlenmiş. Önemli binaların tümünde açıklayıcı tabelalar var. İngilizce, Estonca ve Rusça olarak açıklamalar yazılmış. Her köşe başında ücretsiz dağıtılan kent haritaları var. Ayrıca parklarda, meydanlarda büyük haritalar konularak, nerede olduğunuzu bulmanızı sağlamışlar. 
Kent, öne çıkarabileceklerini iyi analiz etmiş. Eski kent merkezi ilginç ve etkileyici. Ancak tek başına yeterli mi? Elbette değil. O zaman onu destekleyecek bir şeyler gerekli diye düşünüp mutfağı geliştirmişler. Estonya'nın mutfağı öyle aman aman bir mutfak değil. Alman ve Rus etkisinin görüldüğü patates ve lahana ağırlıklı bir mutfak. Ancak, Talin'de her ülkenin mutfağının en iyi örneklerini bulabilirsiniz. Bu yemek işini abartmışlar. Afrika'dan Çin'e Yunan mutfağından Fransız ve İtalyan lokantalarına her şey sunuluyor. Merak edenler için söyleyeyim, Türk mutfağı görmedim. Dönerci bile yok. Yatırımcılarımıza duyurmuş olayım buradan. Maraş dondurmacısı da yok mesela. 
Alış veriş için neler var derseniz pek çok şey diyebilirim. Takı olarak amber, kentte farklı şekillere sokulmuş. Fiyatlar değişiyor. küçük hediyelikler, her kentte olduğu gibi, Talin'de de en çok bulunanlar. Geleneksel kıyafetli bebekler yeni gözdem. Badem ezmesi, zamanında ilaç olarak kullanılmış. Lezzetli örneklerini sevenlere götürebilirsiniz. Marzipanın tadı farklıdır, herkes sevmez. Benden söylemesi. Kalev adlı çikolata üreticisi, yıllardır değişmeyen lezzetli ürünler yapıyormuş. Henüz tadına bakmadım ama görünümleri etkileyici. Bu kadar kuzeyde yer alan bir kentte dükkanların yünden örülmüş hırkalar ve kazakların satılıyor olmasına şaşmamak gerekli. 


 Talin'den bahseden yazılarda adına en çok rastlayacağınız Olde Hansa olacaktır. Eski kent meydanına çıkan sokakta yer alan bu restoran, kendisini orta çağda hissetmek isteyenler için oluşturulmuş bir mekan. Mum ile aydınlatılmış içeride geleneksel kıyafetleriyle dolaşan garsonlar hizmet ediyor. Yemekler, denildiğine göre, eski tariflere bağlı kalınarak pişiriliyormuş. Fiyatlar ise modern zamana uyarlanmış.
 Talin'de en çok hoşuma giden eski kent içerisinde sokakları birbirine bağlayan geçitler. Kent, etrafındaki surlarla korunduğundan, hayat sur içerisinde yoğunlaşmış. Sokakların daracık olması, evlerin birbirinin içerisinde yer alması, adeta adım atacak boşluk bırakılmamasının nedeni bu güvenlik meselesi. Bu geçit buyük bir binanın altında yer alıyor. Aşağıdaki fotografın köşesi yukarıda gördüğünüz.
 Sol altta yer alan açıklık, binanın altındaki bir geçide ait. Buradan arka sokağa ulaşılabiliyor. Bu şekilde bir kaç geçit daha var.
 Bu bina bana latin amerikayı anımsattı. Talin Gotiği diye bir mimari biçimi varmış okuduklarıma göre. Mimarların ilgisini çekecek örnekler var kentte.
 Bahsettiğim geçitlerden birisi daha.
 Bu da bir başkası. Bu geçit, diğerlerinden farklı biraz. Geçitte duvar kalıntıları sergileniyor.

 Yukarıdaki geçidin başka bir açıdan fotografı.
 Bunlar da kent surları. Talin ile ilgili okuduklarımdan öğrendiğim ilginç bir bilgiyi de paylaşayım. Böyle yerler görünce, ilk aklıma gelen ne kadar iyi korunduğu oluyor. Bizde olsa çoktan yıkmış yenilerini yapmışlardı derim. Okuduğuma göre Estonya'nın Talin'i korumuş olmasının arkasında biraz da zorunluluk yatıyormuş. Sovyetler Birliği'nin bir üyesiyken gelir durumu pek parlak olmadığı için yenileme işlemlerini yapamamışlar.
 Bu bina, Tombul Margarit adını taşıyor. Kentin liman tarafından girişinde düşman saldırılarını karşılamış yıllarca. Gerçekten epeyce tombul görünüyor. Kentin kapılarından birisi. Yanındaki binanın fotografı aşağıda.
 Bu da tombul Margaret'in yanındaki bina.
Gene bir geçit.

Yorumlar

Son haftanın en çok okunan 10 yazısı

bir kez daha, nedir bu sayısal karasal televizyon?

Blog sayfamda DTT etiketiyle yayınlanmış 100'e yakın içerik bulunsa da, geçenlerde buluştuğumuz lise arkadaşlarımın sorusu üzerine, bir kez daha yazmaya karar verdim. Bilenler, okumadan geçebilir. Bilmeyenler ve sektörün uzağındaki kişiler düşünülerek hazırlanmış bir yazıdır.  Soru - yanıt şeklinde kurgulanmış yazılarımın daha çok okunduğu gözlemi üzerine, buyurun sık sorulan sorularla Sayısal Karasal Televizyon: Şimdi tam olarak neden bahsediyoruz? Çanak ile izlediğimiz televizyon mu?

Yabancı dil öğrenmek üzerine: DuoLingo deneyimimim

kızımın çizgileri Ülkemizin kanayan yaralarından birisidir sanırım, yabancı dil öğrenmek. Onlarca kurs, yüzlerce kitap, saatlerce ders ve sonuç: anlayan (en azından anladığını düşünen) ve konuşamayan kişiler... Bir yerlerde bir sorun olduğu kesin, ama nerede? Farklı zamanlarda, 3 kez Fransızca kursuna gittim. İlk seferin ardından, aslında bir temel bilgim olmasına karşın, her seferinde en baştan başladım, hiç bilmiyormuşum gibi. Ne yazık ki kurslarda öğrendiklerim kalıcı olamadı. Şimdilerde, 70 gündür, her sabah DuoLingo ile çalışıyorum. Ücretsiz ve arada çıkan reklamlarla devam eden sürümünü kullanıyorum. Eminim farklı online dil kursları da vardır. Online platformda, kurslarda olmayan ne var diye düşününce bir kaç şey tespit ettim. Belki sizlerin de işine yarar diye paylaşıyorum: Yabancı dil öğrenmek, sürekli ve kesintisiz tekrar gerektiren bir süreç. Kurslar, sadece haftanın belli günleri, bir kaç saat için ve çoğunlukla, günün en yorgun olunan akşamlarında oluyor. ...

Civitas - Suadiye / İstanbul

Sadeceözgür, 2004 doğumlu bir blog. Başlangıç senelerinde, "mekân" etiketli bir çok yazı yayınladım. O tarihlerde Google Haritalar hizmeti yoktu hayatımızda. Artık, ben de bir çok kişi gibi, Google Haritalar'a yazdığım yorumlar ile gittiğim mekânları değerlendiriyorum. Bu yüzden "mekân" etiketli son yazım 2019 tarihli ve o yazı film yıkatıp negatiften baskı alabileceğiniz mekânlarla ilgili .  Bu giriş paragrafının ardından gelelim bu yazıyı neden hazırladığıma. Malûmunuz, İstanbul sokakları ve kafelerini keşfetmeye devam ediyorum. Bu keşifleri, zaman zaman blogda da paylaşmaya karar verdim. Civitas , bu serinin ilk yazısına konu oldu.  İstanbul'un Anadolu Yakası'nda, Marmara kıyılarına yakın, güzide semtlerinden Suadiye'deki bir kafe Civitas . Mekâna ilk ziyaretimde sadece kahve içmiş, vitrindeki tatlıların görüntülerine hayran kalıp, bir daha gelmeliyim diyerek, ayrılmıştım. İstanbul gibi devasa bir şehirde yaşayınca, bir daha, bir sene sonraya den...

Dünyaya Yeni Gelen Okurlar İçin / Barış Bıçakçı

Kimi bir kaç cümlelik kimi bir kaç sayfalık anılarla dolu öykücükler ve tümünü bağlayan farklı bir kurgu. Barış Bıçakçı'nın son novellasını severek okudum.  Okuma heyecanını bozmadan, konusundan kısaca bahsetmek istiyorum. Halis Bey, emekli elektrik mühendisi. Ayşe ise başarılı bulunan bir öykü kitabı yayınlamış bir peyzaj mimarı ve tercüme yaparak hayatını kazanıyor. Tercüme bürosunda rastlaşıyorlar ve Halis Bey Ayşe'den anılarını öyküleştirmesini istiyor, ücreti karşılığında. Novella, Halis Bey'in anıları ve Ayşe'nin hayatını anlatan bölümlerle kurulmuş. Novellada yer alan bölümlerin her biri ayrı öyküler haline getirilebilecek derinlikte.  Ayşe'nin hayatına dair bölümlerde ülkenin gündemine dair göndermeler de yer alıyor.  Daha önce okuduğum eserlerinde olduğu gibi bolca Ankara var arka planda. Hatta Garson başlıklı bölümde Ankara başrolde. İstanbullular deniz yok, fazla gri dese de Ankara, Ankara'da yaşamaya alışmışlar için kendine has özellikleri ve güzelli...

Füreya Koral ve İMÇ

NOW kanalında dün (15 Aralık 2024) tarihinde gösterilmeye başlanılan Şakir Paşa Ailesi Mucizeler ve Skandallar adlı diziyi büyük bir ilgi ile izledim. Dekorundan kıyafetlerine özenli bir iş çıkmış.  Dizide kucakta çocuk olan, ünlü seramik sanatçısı Füreya Koral'ın bir panosunun İstanbul Manifaturacılar Çarşısı (İMÇ) 1. Blok'un duvarını süslediğini hatırlatmak istedim.  İMÇ'nin farklı bloklarının duvarlarında Bedri Rahmi ve Eren Eyüpoğlu'nun da eserleri yer alıyor. Yolunuz Unkapanı'na düşerse görmenizi öneririm.

Sokakbaşı Meyhane, nam-ı diğer Hüseyin'in Meyhanesi

Uzunca bir süredir izlediğim tek televizyon yayını Behzat Ç.'nin Hüseyin'in Meyhanesi mekanı olarak kullandığı Sokakbaşı Meyhanesi'ne sonununda gittim. Hatta yanda gördüğünüz üzere Behzat'ın masasında fotografım da var. Mekan, aslında Behzat Ç. öncesinde de bölgede bilinen sevilen yerlerdendi. Esat dörtyolda, köşebaşında yer alan burayı Behzat Ç.'de mekan olarak kullanmak, muhtemelen Erdal Beşikçioğlu'nun zamanında Sokakbaşı'nın çaprazında bir yer işletmesinden kaynaklanıyordur.  Sokakbaşı'na diziden aşinayız. Havalar iyi olduğunda açık havada büyükçe bir yerleri var. İçerisi de küçük sayılmaz. Mezeler lezzetli, fiyatlar pek ucuz sayılmaz. Dizinin etkisi fiyatlara yansımış görünüyor. Behzat'ın masası rezervasyonlu oluyormuş genelde. Yurt içi ve hatta dışından rezervasyon yapılıyormuş. Mekanın garsonları, kim bölümlerde rol almış. Duvarlarda gazete küpürleri ve diziden görüntülerin yer aldığı fotograflar var.  Yakında final yapacak olan Behzat ...

yine yeni bir yıl

Havaların gidişinden anlamak pek mümkün olmasa da Aralık ayının sonuna yaklaşıyoruz. Mağazalarda ve caddelerde ışıklı, geyikli süslemeler yeni bir senenin geldiğini hatırlatıyor.  Herkesin yeni yıldan bekledikleri farklı elbette. Ben huzur ve sağlık diliyorum, tüm insanlık için.  2025 yılı içinde her hafta en az bir blog yazısı eklemeyi kendime hedef olarak koydum. Bu yazıların belirli bir konusu olmayacak. Doğaçlama, aklıma gelenler, aklıma takılanlar.  Video izlemektense okumayı tercih edenlerdenseniz, beklerim bloguma.  Yazıları, çeşitli tarihlerde farklı mekânlarda çektiğim fotograflar süsleyecek.  Bir de sürpriz bekliyor, 2025 yılında okurlarımı.  Umarım beğenirsiniz...

Göksu Restaurant Nenehatun şubesi açıldı

ve beklenen gerçekleşti...Ankara'nın Sakarya caddesine açılan Bayındır sokakta yer alan Göksu, gönüllere taht kurdu. Gerek servisi, gerek yemeklerin lezzeti vazgeçilmezler arasına girdi. Mekanın Kızılay'ın göbeğindeki Sakarya caddesinde olması, kimilerini üzüyordu. Özellikle Kızılay'a hiç inmeyenler, kalabalığı sevmeyenler yukarılarda bir Göksu hayali kuruyordu. Uzun sürdü inşaat. Nenehatun caddesi ile Tahran caddesinin kesiştiği köşede yer alan binanın inşaatının neden bu kadar sürdüğünü pek anlamamıştım, düne kadar. Dışarıdan 4-5 kat görünen bina toplamda 10 katlıymış. Üstte 3 kat içkili restaurant (ki bu bölüm henüz açılmamış), girişte bekleme salonu ve bar-kütüphane, girişin altında işkembe ve kebapçı (ki bu bölüm hizmet vermeye başladı), işkembecinin altı tam kat mutfakmış, onun altında garaj-çamaşırhane ve en altta iki kat konferans salonu olarak düzenlenmiş öğrendiğime göre. İlk ziyaretime ait fotografları (binanın dıştan çekilmiş bir görüntüsü ve iştah açıcı) beğe...

Eski Maltepe pazarı eski yerinde yakında bizlerle...

Ankaralılar bilir, kot pantolondan araba teybine, ara musluğundan kuruyemişe ne ararsan bulabildiğin hem de uygun fiyata bulabildiğin bir pazar var(dı): Maltepe camisinin üst tarafından pazartesi dışında (o gün semt pazarı kurulurdu) her gün hizmet veren seyyar paravanlarla ayrılmış küçük dükkancıkların oluşturduğu bir pazardı. Bu pazarın bulunduğu araziye bir alışveriş merkezi yapıldı. Ankara'nın en ilginç mimarisine sahip olduğunu düşündüğüm Malltepe Park, eski pazar esnafının ahını almıştı. Sopalarla dövüle dövüle pazar yerinden atılan esnafın tutan ahı, Malltepe Park'ı iflas noktasına getirdi. Market, dükkanlar derken hayalet alış veriş merkezine dönüştü Malltepe Park. Sonunda alış veriş merkezi yönetimi eski (kendi deyimleriyle tarihi) maltepe pazarını Malltepe Park'ın içine taşımaya karar vermiş.  Bugünlerde hummalı bir çalışma sürüyor Malltepe Park'ta. Dükkanlar alçıpanla küçük dükkancıklara bölünüyor. Öğrendiğime göre şimdiden 70'ten fazla pazar esnafı taş...

Emeklilik

Emeklilik başlıklı yazımı hazırlamanın kolay olacağını düşünmüştüm. Yazıp sildikçe, tahminimin doğru olmadığını gördüm. 1995'te üniversiteden mezun oldum ve çalışmaya başladım. Bu sene Mart'ın son günü emekli olana dek neredeyse kesintisiz çalıştım.  "Emeklilik" kavramı üzerine yazmak istiyorum ancak söz dönüp dolaşıp neden emekli oldum, emekli olduktan sonra büyük bir heyecanla başladığım ve kelimenin gerçek anlamıyla gecemi gündüze katıp çalıştığım yeni işimden 3 ay sonunda neden ayrıldığım gibi konulara geliyor. Aynı tuzağa bu kez düşmeyeceğim ve emeklilik kavramı üzerine kalem oynatacağım. Osmanlıca'da tekaüt ya da takaüt kelimesi kullanılırmış, ki oturmak kökeninden gelirmiş . Emekli olana ise mütekaid denilirmiş. Emek sahibi, emek vermiş anlamına gelsin diye mi emekli kullanılıyor günümüzde emin değilim. 18-20'li yaşlarda başlayan çalışma hayatı, ömrün sonuna kadar sürmüyor. Çalışma hayatı boyunca, hafta içi günlerin gündüzlerini kapsayan vakitlerimi...