Gölgeleri oldum olsası sevdim. Işığın somut göstergesi gibi geldi bana. Işığın yönüne ve şiddetine göre değişmesini, hayatın farklılaşan akışına benzettim. Uzayan kısalan, koyulaşan belirsizleşen gölgeler... Gölgelerin bu suskun ama etkili varlığı çağrışımlar yaptı ömrüm boyunca. Kökenleri çocukluk yıllarıma kadar uzanıyor belki. Ağaçların uzayan gölgelerini izlerken fark etmiştim ışığın ve karanlığın birbiriyle oyununu. Her gölgenin, öyküsü başkaydı; kimi dinginlik, kimi merak, kimi endişe içerirdi. Sessiz sinema gibi, sözsüz öyküler, giz ile görünen arasındaki ilişkiyi mi yansıtıyor acaba? Gölgelerin etkileyici olmaları biraz da bu yüzden sanırım, hayal gücümüzü işe koymaları. Görünen ile giz arasını doldurması bize kalıyor.
Sadece, Sadeceokumak adlı yeni bloguma yazdığım ilk kitap notu uzaklardan, kuzeyden bir ülkenin genç bir yazarının ilk romanı: Sınırda Bir Ülke. Emil Tode'nin bu ilk romanı Estonya Ulusal Kitap Ödülü'nü kazanmış. İletişim yayınlarından ilk baskısını 1999 yılında yapan roman, ne yazık ki pek ilgi görmemiş. Bu yıldan beri yeni baskısı yapılmayan kitabı sahafta arayıp buldum.
Özellikle bu romanı aramamın nedeni var elbette. Eğer herşey planlandığı gibi gelişirse, 20 Ağustos'ta Estonya'nın başkenti Tallinn'e gitmiş olacağım. Hayatımda ilk kez bu kadar kuzeyde bir ülkeye gitmiş olacağım ve gene ilk kez yurt dışında bir etkinlikte sunum yapacağım. Estonya ile ilgili kitaplar okumaya gayret ederken karşılaştım Sınırda Bir Ülke ile. Gideceğim yer, Türk turistlerce çok tercih edilmeyen bir ülke olmayınca, gezi rehberi tarzı kitap bulamadım.
Gelelim romana. 160 sayfalık kısa roman, anlatıcı kahramanın Angelo adlı belki hayali belki gerçek arkadaşına yazdığı ve büyük olasılıkla hiç gönderilmeyen mektuplardan oluşuyor. Bu haliyle okunması kolay değil. Ayrıca anlatıcı kahramanın acizliği ve herşeyi boşlamış kendisini akıntıya bırakmış ruh hali, okuyucu olarak beni zaman zaman çileden çıkarttı. Hatta romanı bitirdiğimde, ki normalden uzun sürdü okumam, bir rahatlama hissi oluştu. O ilk saatlerde, romanın büyüklüğünü teslim ettim. Anlatıcı karakterin çaresizliği, "Avrupa" karşısında ezik "Doğu Avrupalı" hali bunaltıcıydı.
Sadece romanı okuyarak, anlatıcının Estonya'dan olduğu kestirmek olanaklı değil. Kimi meydan isimleri geçiyor ancak bu meydanların Estonya'da olduğuna ilişkin bir bilgi yok. Peki bu ilginç roman ne anlatıyor? Ya da nasıl bir roman? Öncelikle bu satırları yazan bendenizin edebiyat alanında bir eğitimi olmadığını belirteyim. Yani buraya düştüğün notların bilgiye dayanmadığını bilmenizi isterim.
Roman, mektuplarla ilerliyor. Karakterleri anlatıcının dilinden tanıyoruz. Tek anlatıcı var roman boyunca ve bu yüzden tek boyuttan izliyoruz herşeyi. Anlatıcı karakter, Doğu Avrupalı, edebiyat eğitimi almış, çocukluğunu Sovyet yönetiminin yoksunluğuyla ve ninesiyle geçirmiş erkek bir eşcinsel. Aslında eşcinsel olduğuna yönelik roman boyunca fazlaca bir gönderme yok. Ya da benim fark edebildiğim bir gönderme yok. Erkeklerden etkilenme durumlarından bahsediliyor ama bunları anlatan karakterin erkek olduğunu, bir otel temizlik görevlisinin "mösyö" demesinden başka bir şeyden anlayamadım.
Daha önce dediğim gibi okurken, bu kadar da kendini bırakmışlık olmaz, silkin ve kendine gel diye çok dedim. Bu bile anlatımın gücünü ortaya koyuyor bir yerde. Dostoyevski'nin ve Kafka'nın kararkterlerini hatırlattı, romanı bitirdikten sonra. Ya da Camus'nün. Sonuçta, beklediğim gibi az okunan bir roman ortaya çıkmış. Böylesi, okuyucusundan talebi olan kitapların çok okuyucuya ulaşması ne yazık ki bir hayalden ibaret. Neyse ki İletişim yayınları gibi bu tarz çok satmayacağı baştan belli kitapları da okuyucuyla buluşturacak güçte yayıncılarımız var. Umarım bu yazım, bu önemli romanın daha çok okuyucuya ulaşmasına vesile olur.
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.