Metrodan çıkmak için yürüyen merdivene adımımı attığımda, dışarıda beni nelerin beklediğinden haberim yoktu. Okula, işe yetişme telaşında olanların kalabalığı bitmiş, toplu ulaşım, acelesi olmayanlara kalmıştı. Merdivenin son basamağını geldiğimde sokak sakin ve huzurlu görünüyordu. Sabahın serinliği yerini öğleye geçişin ılıman haline bırakmıştı. Kediler ve martılar duvar diplerine bırakılmış yemleri paylaşıyor, kargalar bu paylaşımdan kendilerine de pay düşecek mi merakıyla olan biteni izliyordu. Her zaman döndüğüm sokağı es geçip ilerledim. Yeni sokak, yeni binalar, yeni yüzler... Tek sokak değiştirince bile karşıma çıkanların farklılığı şaşırttı. Yürümeyi sürdürdüm. Güneş yükselirken bulutsuz gökyüzü alabildiğine maviydi. Karşılaştığım insanların kiminin yüzü tanıdık gelse de bir çoğunu ilk kez görüyordum. Oysa sadece bir sokak değiştirmiştim. Sokağın sonundaki kafenin bahçesinde yaşlı bir çift sabah kahvesi içiyordu. İkisi de sokağa dönük, yan yana san...
Çalışma hayatına 1995 yılında dahil oldum. Öğrenciliğin avare günlerinin ardından alışamadığım konuların başında mesai geliyordu. İşim olduğu zaman çalışmaya, iş yerinde durmaya itirazım yoktu. Ancak günün her saati işim olmuyordu ve işim yokken iş yerinde olma zorunluluğu çok anlamsız geliyordu. İşim, hizmet sektöründe değildi ve beklesem de bir müşterinin geleceği yoktu. Bir elektronik şirketinin araştırma geliştirme biriminde çaylak mühendis kadrosunda işe başlamıştım.
Bu anının üzerinden neredeyse yirmi yıl geçmiş. Değişen bir şey yok iş hayatımda. Halen işim olmadığında iş yerinde durma zorunluluğu anlamsız geliyor. Halen işim olmasa da iş yerinde olmak zorundayım. Neresinden baksanız anlamsız, neresinden tutsanız elinizde kalıyor. Kendi hayatınızı düşünün. Günün kaç saatinde gerçekten çalışıyorsunuz?
Çalışma hayatı günün önemli bir bölümünü işgal ediyor. Sabah iş yerine gitmek için evden ayrılma saatiyle yeniden özgürlüğümüze kavuştuğumuz saati dikkate alırsak en az 10 saat geçiyor. Hafta içi her gün 10 saat iş tarafından esir alınmış oluyoruz. 8 saati uyku, 2 saati de yemek ve günlük ihtiyaçlar için ayırınca geriye bir şey kalmıyor neredeyse. Bu geriye kalan zaman diliminde yaşamaya çabalıyoruz.
Peki böyle olmak zorunda mı?
Madem günün önemli bir bölümü verimsiz çalışmalar ile geçiyor, o zaman günü ikiye bölüp eskiden okullarda olduğu gibi, sabahçı / öğlenci diye ayrılsa hem daha çok insan çalışır, hem de çalışan insanların yaşamaya ayıracağı zaman artar. Ne kadar mantıklı değil mi?
Bugüne kadar hep ücret karşılığı çalıştım. Hiç işveren olmadım. Hatta hiç yönetici olarak da çalışmadım. Belki bu yüzden mesai kavramında yanlışlık olduğunu düşünüyorum.
Yazıda bahsettiğim sorunların çözümü esnek mesai değil. Esnek mesai, size ait olan iş dışı zamanlarınızı da sizden çalan bir düzen. Çalıştığınız şirketin verdiği akıllı telefonlar, diz üstü bilgisayarlar, size özgür zamanlarınızda da ulaşabilmek adına. Evinizde, sevdiklerinizle geçireceğiniz o kısıtlı süreye de göz dikmiş durumda şirketler. Esnek çalışma diyerek, home-office diyerek süsledikleri yeni düzen sömürüyü arttırmak dışında bir işe yaramıyor. Home office mesela, her yer ve her zaman iş yerindesiniz demek aslında.
Şimdi bu yazıyı Marx'ın emek değer teorisiyle süslemek vardı. Ancak, uçak için anons yapıldı. Kısmetse önümüzdeki günlerde yazıyı tamamlarım. Estonya'da yapacağım sunum için bana şans dileyin...
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.