Metrodan çıkmak için yürüyen merdivene adımımı attığımda, dışarıda beni nelerin beklediğinden haberim yoktu. Okula, işe yetişme telaşında olanların kalabalığı bitmiş, toplu ulaşım, acelesi olmayanlara kalmıştı. Merdivenin son basamağını geldiğimde sokak sakin ve huzurlu görünüyordu. Sabahın serinliği yerini öğleye geçişin ılıman haline bırakmıştı. Kediler ve martılar duvar diplerine bırakılmış yemleri paylaşıyor, kargalar bu paylaşımdan kendilerine de pay düşecek mi merakıyla olan biteni izliyordu. Her zaman döndüğüm sokağı es geçip ilerledim. Yeni sokak, yeni binalar, yeni yüzler... Tek sokak değiştirince bile karşıma çıkanların farklılığı şaşırttı. Yürümeyi sürdürdüm. Güneş yükselirken bulutsuz gökyüzü alabildiğine maviydi. Karşılaştığım insanların kiminin yüzü tanıdık gelse de bir çoğunu ilk kez görüyordum. Oysa sadece bir sokak değiştirmiştim. Sokağın sonundaki kafenin bahçesinde yaşlı bir çift sabah kahvesi içiyordu. İkisi de sokağa dönük, yan yana san...
Düğümlere Üfleyen Kadınlar'a başlamıştım aslında. Sürükleyici başlayan romana soğudum birden. Neden diye sordum kendime ama yanıtını bulamadım. Sonra sahafta Muz Sesleri'ni görünce, kitapla ilgili yazılmışlar geldi aklıma. Beyrut, Lübnan, Ortadoğu... Tam zamanıdır dedim. Gerçi sanırım insanlık sürdükçe, her zaman bu coğrafya üzerine bir şeyler okumanın tam zamanı olacak.
Ocak 2010 tarihli ilk baskısıydı okuduğum. Everest Yayınları'ndan çıkmış ve 275 sayfa. Sayfa sayısı anlattıklarıyla kıyaslandığında bir hayli az. Romanın kurgusu, bir kaç romanlık olay içeriyor. O kadar karmaşadan bu kadar derli toplu, havada kalan bir şey bırakmadan tiyatro oyununa benzer şekilde kahramanların son sahnede buluştuğu bir finalle bitirmek Temelkuran'ın kaleminin başarısı.
İki bölümden oluşuyor Muz Sesleri. İlk bölümü Filistin'de doğmuş Filipinli Filipina'nın hikayesini öğreniyoruz. Beyrut'a, yaşlı bir çiftin bakıcısı olarak geliyor Filipina. Beyrut'ta Filipinler'den gelen böyle çok sayıda bakıcı varmış. Bir yerde köle ticaretinin modern hali gibi. Bizde de durum pek farklı sayılmaz. Çocuklara bakıcı aradığımız dönemde Gürcü bakıcılarla görüştüğümüz bir ajansta kendimi köle pazarında hissetmiştim. Neyse, romana dönersek Filipina'nın, diğer Filipinlilerden farklı olduğunu anlıyoruz. Babasının kendisine yazdığı mektupları, onunla birlikte okurken hikayesini öğreniyoruz yavaş yavaş. Aslında öğrendiğimiz Filipina'nn annesinin hikayesi mi yoksa Beyrut'un hikayesi mi?
Romanın baş kahramanı Beyrut'un kendisi aslında. Ortadoğunun en karışık kenti belki de. Hiç gitmediğim ve gitmeyi de pek düşünmediğim bir coğrafya. Bir tek Kudüs'ü görmek istiyorum bölgede. Tüm semavi dinlerin kutsal saydığı, tüm kutsal kitaplarda geçen kenti. Muz Sesleri'nde dinlerin çıktığı coğrafyaya ilişkin, roman kahramanlarından birisinin sözleriyle bitireyim bu yazıyı:
"(...)Ne Allah'a inanıyorum, ne de Ortadoğu'yu severim. Bir aptallıklar tarihidir nihayetinde! Birbirinin gözünü oyarak körleşmiş toplumlar tarihi. Tanrı'nın Ortadoğu'da icat edilmiş olması tesadüf olamaz. Çünkü orası günahlardan kurulu. Kimse günahını hatırlamıyor, kimse alacağı intikamı unutmuyor (....)" s. 213Fotograf, Gaziantep'teki Zeugma Mozaik müzesinden.
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.