Metrodan çıkmak için yürüyen merdivene adımımı attığımda, dışarıda beni nelerin beklediğinden haberim yoktu. Okula, işe yetişme telaşında olanların kalabalığı bitmiş, toplu ulaşım, acelesi olmayanlara kalmıştı. Merdivenin son basamağını geldiğimde sokak sakin ve huzurlu görünüyordu. Sabahın serinliği yerini öğleye geçişin ılıman haline bırakmıştı. Kediler ve martılar duvar diplerine bırakılmış yemleri paylaşıyor, kargalar bu paylaşımdan kendilerine de pay düşecek mi merakıyla olan biteni izliyordu. Her zaman döndüğüm sokağı es geçip ilerledim. Yeni sokak, yeni binalar, yeni yüzler... Tek sokak değiştirince bile karşıma çıkanların farklılığı şaşırttı. Yürümeyi sürdürdüm. Güneş yükselirken bulutsuz gökyüzü alabildiğine maviydi. Karşılaştığım insanların kiminin yüzü tanıdık gelse de bir çoğunu ilk kez görüyordum. Oysa sadece bir sokak değiştirmiştim. Sokağın sonundaki kafenin bahçesinde yaşlı bir çift sabah kahvesi içiyordu. İkisi de sokağa dönük, yan yana san...
Adalet Ağaoğlu'nun Roman-tik Bir Viyana Yazı adlı romanını okuduktan sonra, romanla ilgili yazılan yazılara baktım. Hocaefendi'nin Sandukası'nın ismini o yazılarda gördüm. Geçen pazar günü dolaşırken Kızılırmak caddesinde seyyar tezgahlı sahaftan aldım romanı. İlk baskısını Aralık 1989'da Remzi Kitabevi yapmış. Benim okuduğum Nisan 1990 tarihli beşinci baskısıydı. 166 sayfalık romanı bir iki saat içerisinde bitirdim.
Ağaoğlu'nun romanını değerlendiren akademisyen, Roman-tik Bir Viyana Yazı ile Hocaefendi'nin Sandukası'nın tarz olarak birbirine benzediğinden bahsetmişti. Gerçekten de her iki roman, alışılageldik roman tarzında kaleme alınmamış. Her iki romanda da, yazar, kendi ismiyle romanın bir kahramanı. Aynı tarzın kullanıldığı bir başka roman ise Kaan Arslanoğlu'nun Reenkarnasyon Kulubü'dür. Kendisini gerçek kimliği ile roman kahramanı yapmak, herşeyi bilen anlatıcıyı kullanmamayı da gerektiriyor. Bu durumda akış ve kurgu, klasik romandan ayrılmak durumunda kalıyor. Yeniliklerden hoşlananlar için keyifli bir tarz.
Hocaefendi'nin Sandukası'nda roman kahramanı Emre Kongar'ın bulduğu el yazmalarında anlatılan hikaye Fatih Sultan Mehmet döneminde geçiyor. Felsefi tartışmalara göndermeler, tarihi ayrıntılarla süslü, mektuplar / raporlarla bölümlendirilmiş ve kimi raporların kaybolmasından ötürü zamanda kopmalarla dolu bir metin var karşımızda. Yazar Emre Kongar, zor olanı başarmış. Bu kadar kısa bir romanda bu kadar fazla gönderme ve imayı sığdırmak kolay değil.
Hocaefendi'nin kim olduğunun bence önemi yok. Ancak çok merak edenler için romanda fazlasıyla ipucu olduğunu belirteyim. Hekimbaşı ve akademisyen olup, özellikle çocukları sağlığına kavuşturmak için hastane açan; ailesi Kerkük kökenli olan çok kişi yaşamamıştır ülkemizde.
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.