Metrodan çıkmak için yürüyen merdivene adımımı attığımda, dışarıda beni nelerin beklediğinden haberim yoktu. Okula, işe yetişme telaşında olanların kalabalığı bitmiş, toplu ulaşım, acelesi olmayanlara kalmıştı. Merdivenin son basamağını geldiğimde sokak sakin ve huzurlu görünüyordu. Sabahın serinliği yerini öğleye geçişin ılıman haline bırakmıştı. Kediler ve martılar duvar diplerine bırakılmış yemleri paylaşıyor, kargalar bu paylaşımdan kendilerine de pay düşecek mi merakıyla olan biteni izliyordu. Her zaman döndüğüm sokağı es geçip ilerledim. Yeni sokak, yeni binalar, yeni yüzler... Tek sokak değiştirince bile karşıma çıkanların farklılığı şaşırttı. Yürümeyi sürdürdüm. Güneş yükselirken bulutsuz gökyüzü alabildiğine maviydi. Karşılaştığım insanların kiminin yüzü tanıdık gelse de bir çoğunu ilk kez görüyordum. Oysa sadece bir sokak değiştirmiştim. Sokağın sonundaki kafenin bahçesinde yaşlı bir çift sabah kahvesi içiyordu. İkisi de sokağa dönük, yan yana san...
Dün, yayıncılık değer zincirine yeni eklenen iki halkadan bahsetmiştim. Bu halkalar, CE üreticileri (içerik bütünleştiricileri olarak) ve OTT / video paylaşım portalları (yayına erişim seçeneklerinden birisi olarak). Her iki yeni oyuncunun da piyasayı sarstığı kesin. Ancak, bu iki yeni oyuncu için herşey toz pembe değil. İsterseniz bu son yazıda yeni dünyanın yarattığı sorunlardan bahsedeyim.
Bildiğimiz dünyada TV cihazının aklı yoktur. Benim halen evimde tuttuğum cihaz, 1999 yılında satın aldığım Sony marka tüplü TV cihazını düşünelim mesela. Düğmesine bastığımda açılan, kumada ile kanal değiştirip ses/ışık ayarlarını yapabildiğim, dahili analog karasal alıcısı ile anten girişine taktığım çubuk anten ile 2-3 kanal izleyebildiğim bir cihaz. Ne yazılım güncellemesine ihtiyacı var, ne virüs girer içerisine, ne uygulama indirebilirim üzerine. Bilişim dünyasındaki okuyucularımın analoji yapabilmesi açısından aptal terminaller gibi.
Yeni dünyadaki cihazlar ise bir alem. Bir kere internete bağlanabiliyorlar. Kimisinin üzerinde ethernet portu var, kimisi kablosuz adaptörle modeme erişiyor. Üzerlerinde işletim sistemleri var. Kimisi android tabanlı, kimisi Linux'un özelleştirilmiş bir sürümünü kullanıyor. Bahsettiğim modeller, akıllı olanlar elbette. Uygulama dükkanlarından seçip yükleyebilirsiniz, kameralılarından aldıysanız ücretsiz iletişim programları ile görüntülü görüşmeler yaparsınız. Herşey iyi güzel, peki PC/Laptop/Tablet kullanıcıları ile TV kullanıcısı aynı kişi midir? Aynı deneyimlere / beklentilere mi sahiptir bu iki grup? Bana sorarsanız yanıt çok net: HAYIR. En azından yakın gelecekte bu HAYIR değişmeyecek.
TV kullanıcısı, benim gibi düğmesine basınca çalışan cihaz istiyor. Daha önce de yazmıştım bir akrabamızın evinde, zamanının epey ilerisinde özellikler taşıyan TV cihazını görünce sormuştum, memnunsunuzdur diye. Epey dertlenmişti, düğmesine basınca çalışanlarından alsaydım keşke. Bu cihazlar da bakım isteyecek. Uygulamaların güncellenmesi, işletim sistemlerinin bakımı, virüs derdi. Tüm bu sıkıntılarda TV cihazı sahipleri dönüp CE üreticilerine başvuracak. Daha önce arızalarla uğraşan servisler, muhtemelen yakın gelecekte TV cihazının yamasını yapacak. Bu sıkıntılarla yüzleşeceğini gören CE üreticileri, bir çözüm olarak bulut üzerinden tüm ayarların yapıldığı modeller sunuyor/sunacak. Evlerimizdeki cihazlar gene pek akıllı olmayacak, sadece buluta bağlanıp aklını alabilecek düzeyde bir "beyne" sahip olacaklar. Gene BT dünyasından analojiyle PC yerine Thin Client mimarisine mi dönsek diye bir arayış var. Aynı mantıkla, kullanıcı destek maliyetlerini azaltmak, güvenliği arttırmak.
Hayat OTT, video paylaşım portalları için de toz pembe değil. İlk sorunları düzenleyici / denetleyici kuruluşlarla olacak gibi görünüyor. Sadece ülkemizde değil, dünyada da OTT gri vadi olarak değerlendiriliyor. Henüz netleşmiş bir düzenleme yaklaşımı yok. Ancak, bu düzenleme dışı durumdan kuruluşlar fazlasıyla rahatsız ve yakında bir takım hamleler görürsek şaşmamak lazım.
Bir diğer konu ise telif hakları. Korsan yayın yapan paylaşım sitelerinden hiç bahsetmiyorum. Onlar, bu yazının kapsamı dışında. Benim bahsettiğim yasal olarak yayıncı kuruluşlarla anlaşmalar yapıp, onların izin verdiği ölçüde ve kalitede yayın yapan siteler. Şimdi bu sitelere ilginç bir yaklaşım rakip çıkacak gibi görünüyor. Yaklaşımın arkasında evde ücretsiz izleyebildiğin her içeriği kaydedebilirsin mantığı var. Eskiden evlerdeki video kaydedici cihazlara kimsenin karıştığı yoktu. Mantık aynı, evinde izleyebiliyorsan (böyle bir hakkın varsa) onu kaydedip sonra da izleyebilirsin. Bu kaydı evin yerine buluta yaparsan, istediğin zaman istediğin cihazdan da izleyebilirsin. İşler bu noktada karışıyor. Size bu hizmeti sunan şirket, içerikler için herhangi bir anlaşma sahibi değil. Tek yaptığı size buluta kayıt ve buluttan okuma olanakları sunmak. Onun dışındaki işlere karışmıyor. OTT hizmeti verenler, catch-up TV hizmeti sunan TV kuruluşları, platformlar bir anda devre dışında kalıyor. İşin, haliyle mahkemeye yansıyor. Londra'da evelki hafta en çok konuşulan konuların birisi NetFlix ise diğeri bu yasal süreçlerdi. Sonuç bizdeki benzer durumlarda ne kadar belirleyici olur bilemiyor.
Bu üç günlük yazı dizisinin sonunda umarım amacıma ulaşmışımdır. Kafamdakileri yazılı hale döküp, aradan aylar / yıllar geçince okumak bana çok şey kazandırıyor. Hatalı tespitlerimi, doğru tespitlerimi görebiliyorum. Merak etmeyin, hiç birisini silmiyorum. Arşiv ortada :)
Gelelim fotografa. Bugüne kadar gördüğüm üç kent için, burada yaşamak çok keyifli olurmuş dedim. İlki Viyana'ydı, ikincisi Paris ve sonuncusu Londra. Gerçekten çok yaşanılası bir kent. Fotograf bu güzel kentin etkileyici yönlerinden birisini gösteriyor. Trafik levhasına asılmış, semt sakinlerine hitaben bir duyuru. Semtte bir düzenleme yapılacak ve bu düzenleme sizi nasıl etkiliyor diye soruyorlar.
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.