Ana içeriğe atla

yürüyen merdiven

Metrodan çıkmak için yürüyen merdivene adımımı attığımda, dışarıda beni nelerin beklediğinden haberim yoktu. Okula, işe yetişme telaşında olanların kalabalığı bitmiş, toplu ulaşım, acelesi olmayanlara kalmıştı. Merdivenin son basamağını geldiğimde sokak sakin ve huzurlu görünüyordu.  Sabahın serinliği yerini öğleye geçişin ılıman haline bırakmıştı.  Kediler ve martılar duvar diplerine bırakılmış yemleri paylaşıyor, kargalar bu paylaşımdan kendilerine de pay düşecek mi merakıyla olan biteni izliyordu.  Her zaman döndüğüm sokağı es geçip ilerledim. Yeni sokak, yeni binalar, yeni yüzler... Tek sokak değiştirince bile karşıma çıkanların farklılığı şaşırttı.  Yürümeyi sürdürdüm. Güneş yükselirken bulutsuz gökyüzü alabildiğine maviydi. Karşılaştığım insanların kiminin yüzü tanıdık gelse de bir çoğunu ilk kez görüyordum. Oysa sadece bir sokak değiştirmiştim.  Sokağın sonundaki kafenin bahçesinde yaşlı bir çift sabah kahvesi içiyordu. İkisi de sokağa dönük, yan yana san...

TV yayıncılığında değişen iş modelleri - 2

Dün, burada duralım dediğim yerden devam etmeye çalışayım. Dünkü yazı, varolanı anlattığı için nispeten kolaydı. Yazıya gelen yorum sayesinde, eksik bıraktığım bir konuyu farkettim. Bu yazı dizisi boyunca TV kanalı olarak adlandırdığım kuruluşlar tecimsel (ticari) yayıncı kuruluşlardır. Mesela Doğuş Grubunu'nun Star TV'sidir. TRT ya da BBC, ZDF değildir. Ülkemizde TRT, Birleşik Krallık'ta BBC, Almanya'da ARD, ZDF ve bölgesel kimi kanalların ortak özellikleri, İngilizce ifadesiyle Public Service Broadcast (PSB), kamu (hizmeti) yayıncısı olmalarıdır. Kamu hizmeti yayıncısı ile tecimsel yayıncının en belirgin farkı ise finans modelleridir. Tecimsel yayıncı temelde reklam gelirleriyle ayakta dururken kamu hizmeti yayıncısı kamu kaynaklarıyla fonlanır. Bu kimi ülkelerde vergi gibi hane başına alınan yıllık bir paradır, kimi ülkelerde TV/radyo yayınları alan cihazlardan toplanan bandrol parasıdır, kimisinde elektrik tüketiminden alınan paydır. Dönelim konumuza:
TV yayıncılığında iş modelinin değişmesi için, koşulların değişmesi gerekir. Durduk yere neden değişsin iş modeli yoksa? Peki ne değişti? Gene maddeler halinde yazmaya çalışayım:
  • İnternet erişimi hızlandı, yaygınlaştı ve (bizde pek geçerli olmasa bile dünyada) ucuzladı.
  • Yayın izlemek için kullandığımız ve adına televizyon dediğimiz cihazlar "akıllandı". Artık düğmesine bastığımızda açılan içerisinde "akıl" bulunmayan "aptal kutuları" yok. 
Bence yayın zincirini kıran/bozan/değiştiren iki temel farklılık yukarıdakiler. Diğer tüm farklılıklar bu iki temel değişikliğin sonucu. Şimdi bu değişiklikler iş modeline nasıl yansıdı biraz ona bakalım:
  • Yayın, artık belli bir saatte evde izlediğimiz bir şey değil. Hızlanan ve yaygınlaşan internet sayesinde istediğimiz yayını istediğimiz cihazla istediğimiz saatte izleyebiliyoruz. 
  • Yayını eskiden TV kanalı dağıtıyordu. Ürettiği/ürettirdiği içerikleri yayın akışına yerleştirip bunu eş anlı olarak uydu/kablo/karasal ortamlarda yayıyordu. Kablo ve uydu için platform kullansa bile yayının dağıtılması işini bizzat TV kanalı üstlenmişti.
  • Değişen teknolojiler hem yayının eş anlı izlenmesi durumunu değiştirdi, hem dağıtım/yaygınlaştırma işini TV kanalının üzerinden aldı. 
  • TV kanalı, ürettiği/ürettirdiği yayını uydu/kablo/karasal vericilerle yaymanın yanında internet ortamına da ulaştırıyor. Kanalın konuya yaklaşımına bağlı olarak tutumu değişse bile çoğu kez internet ortamındaki video paylaşım portallarıyla yaptığı anlaşmalar çerçevesinde bölüştüğü yeni bir reklam geliri var. Video paylaşım portallarına, ürettiği/ürettirdiği içeriği gönderiyor ve reklam gelirinden payını alıyor. 
  • Dikkat ederseniz, dün video paylaşım portalı yoktu resmin içerisinde. Ülkemizde TVYO, NetD, Sebastiyan, MyNet, Dizi.Milliyet gibi yerel; Youtube, Daily Motion gibi uluslararası bir çok yasal video paylaşım portalı bulunuyor. Bunlar, TV kanallarıyla yaptıkları anlaşmalar çerçevesinde içerikleri portalları üzerinden yayıyor. 
  • Televizyon cihazının akıllanması, başka bir oyuncuyu da işin içine kattı. İngilizce ifadesiyle Consumer Electronics (CE), dilimizdeki karşılığı ile Tüketici Elektroniği (TÜ) üreticileri, yani bu televizyon cihazını üreten şirketler de artık oyunun bir parçası. 
  • Akıllı (smart) televizyon, bağlı (connected) televizyon gibi farklı isimler alsa bile içerisinde işletim sistemi olan, ağ bağlantısı yapabilen, kimisinde görüntülü konuşma için kamera konulmuş cihazlar var karşımızda. Bu cihazlara, tıpkı tablet/akıllı telefon gibi uygulama (application-app) yükleyebiliyoruz.
  • Peki üreticiler nerede devreye giriyor. Hemen yazayım: Video portallarının yaptıkları iş, bugün için farklı kaynaklardan gelen içerikleri bizlerle buluşturmak. Bunun bir bölümü kişilerin kendi oluşturdukları videolar olsa bile önemli bir kısmı TV kanallarının, prodüksiyon şirketlerinin içerikleri. Bu anlamda temel işlevleri içerik toparlamak/bir araya getirmek (content aggregrator). İşte tam bu noktada devreye CE üreticileri giriyor.
  • Madem TV'yi kendileri üretiyor, içerik toparlamak için içerik dağıtım ağı (content delivery network - CDN) oluşturmak mesele değil, o zaman araya başka oyuncu sokmaya gerek yok diye düşünüp kendi video paylaşım platformlarını oluşturuveriyorlar. İzleyiciler, kurulan modele göre, öde/izle, abone ol gibi seçeneklerle hizmetten yararlanıyor. CE üreticileri izleyicilerden topladığı para ile içerik havuzunu zenginleştiriyor. Kimi durumlarda içerikler CE üreticilerine bedelsiz de sunulabiliyor. CE üreticisi, bir yerde platform işletmecisi haline gelebiliyor.
  • Bu son yazdığım, sektörün sıcak konusu. Geçtiğimiz hafta Londra'da bir kaç oturum bu konuya ayrılmıştı. Samsung, LG, Vestel gibi sektör devleri bağlı televizyonların geleceğini konuştu. Connected TV Summit etkinliğinin düzenleyicisi Hubble Media, sunumların videolarını paylaşıyor. Dilerseniz, bu önemli tartışmalara göz atabilirsiniz. Daha iyisi seneye siz de katılın etkinliğe ve sorularınıza birinci ağızlardan yanıt bulun.
Yukarıda açıklamaya çalıştığım gibi TV dünyası dışında oluşan iki yenilik, yayıncılık değer zincirine yeni halkalar katıyor. Peki her şey mi değişiyor? Aslında yanıt çok net: HAYIR! İçerik halen ve bence daima KRAL olmaya devam ediyor. 
Bloglar için de gazeteler için de TV kanalları için de İÇERİK KRALdır. 
Eğer sunacak bir şeyiniz kıymetli/özgün/ilgi çekici değilse bunu ne şekilde sunduğunuz/hangi ortamdan sunduğunuz bir yere kadar fark yaratır. Asıl farkı içeriğiniz yaratacaktır. 
TV yayıncılığında değişmeyen içeriğin önemidir. İş modelinde içerik üreticilerinin, TV kanallarını aradan çıkartıp doğrudan video paylaşım portallarıyla, platform işletmecileriyle anlaştıklarını göreceğiz yakında. Muhteşem Binyıl, belki sadece XQ platformunun dizi paketi abonelerince izlenebilecek. Diğer faniler yayını ancak 24 saat sonra seyredebilecek. Böyle "exclusive" (ayrıcalıklı) anlaşmalar yapılacak. 
Son söz olarak temel düzen aynı kalacak. Birileri üretecek, birileri yayınlayacak ve aralarda birileri reklamını sokuşturacak. Bizler/sizler beynimizi rafa kaldırıp TV yayınının uyuşturucu kollarına kendimizi/kendinizi bıraktıkça düzen devam edip gidecek. 
Dikkat ettiyseniz iki gündür yazdıklarım içinde bir kez olsun izleyiciden bahsetmedim. Çünkü izleyici, tüketici, yani zincirin son halkası. Yani dış kapının mandalı. O kadar çok ki izleyici ve o kadar örgütsüz ki üzerinde düşünüp, onu ikna etmek uğruna gelirden pay verelim, onu geçtim bizi izlenir kıldığı için ondan ücret almayalım diyen yok ve olmayacak. 
Blogumun sloganıyla bitireyim bu yazdıkça keyfimi kaçıran yazıyı:
TELEVİZYONUNU KAPAT, HAYATINI AÇ!
not: Fotograf Paris'te La Fayette binasının terasından Opera binasının görüntüsü. Taksim'de AKM yıkılıp yerine Opera binası yapılacakmış. İlham verir düşüncesiyle paylaşayım istedim. 

Yorumlar

Son haftanın en çok okunan 10 yazısı

bir kez daha, nedir bu sayısal karasal televizyon?

Blog sayfamda DTT etiketiyle yayınlanmış 100'e yakın içerik bulunsa da, geçenlerde buluştuğumuz lise arkadaşlarımın sorusu üzerine, bir kez daha yazmaya karar verdim. Bilenler, okumadan geçebilir. Bilmeyenler ve sektörün uzağındaki kişiler düşünülerek hazırlanmış bir yazıdır.  Soru - yanıt şeklinde kurgulanmış yazılarımın daha çok okunduğu gözlemi üzerine, buyurun sık sorulan sorularla Sayısal Karasal Televizyon: Şimdi tam olarak neden bahsediyoruz? Çanak ile izlediğimiz televizyon mu?

Yabancı dil öğrenmek üzerine: DuoLingo deneyimimim

kızımın çizgileri Ülkemizin kanayan yaralarından birisidir sanırım, yabancı dil öğrenmek. Onlarca kurs, yüzlerce kitap, saatlerce ders ve sonuç: anlayan (en azından anladığını düşünen) ve konuşamayan kişiler... Bir yerlerde bir sorun olduğu kesin, ama nerede? Farklı zamanlarda, 3 kez Fransızca kursuna gittim. İlk seferin ardından, aslında bir temel bilgim olmasına karşın, her seferinde en baştan başladım, hiç bilmiyormuşum gibi. Ne yazık ki kurslarda öğrendiklerim kalıcı olamadı. Şimdilerde, 70 gündür, her sabah DuoLingo ile çalışıyorum. Ücretsiz ve arada çıkan reklamlarla devam eden sürümünü kullanıyorum. Eminim farklı online dil kursları da vardır. Online platformda, kurslarda olmayan ne var diye düşününce bir kaç şey tespit ettim. Belki sizlerin de işine yarar diye paylaşıyorum: Yabancı dil öğrenmek, sürekli ve kesintisiz tekrar gerektiren bir süreç. Kurslar, sadece haftanın belli günleri, bir kaç saat için ve çoğunlukla, günün en yorgun olunan akşamlarında oluyor. ...

Civitas - Suadiye / İstanbul

Sadeceözgür, 2004 doğumlu bir blog. Başlangıç senelerinde, "mekân" etiketli bir çok yazı yayınladım. O tarihlerde Google Haritalar hizmeti yoktu hayatımızda. Artık, ben de bir çok kişi gibi, Google Haritalar'a yazdığım yorumlar ile gittiğim mekânları değerlendiriyorum. Bu yüzden "mekân" etiketli son yazım 2019 tarihli ve o yazı film yıkatıp negatiften baskı alabileceğiniz mekânlarla ilgili .  Bu giriş paragrafının ardından gelelim bu yazıyı neden hazırladığıma. Malûmunuz, İstanbul sokakları ve kafelerini keşfetmeye devam ediyorum. Bu keşifleri, zaman zaman blogda da paylaşmaya karar verdim. Civitas , bu serinin ilk yazısına konu oldu.  İstanbul'un Anadolu Yakası'nda, Marmara kıyılarına yakın, güzide semtlerinden Suadiye'deki bir kafe Civitas . Mekâna ilk ziyaretimde sadece kahve içmiş, vitrindeki tatlıların görüntülerine hayran kalıp, bir daha gelmeliyim diyerek, ayrılmıştım. İstanbul gibi devasa bir şehirde yaşayınca, bir daha, bir sene sonraya den...

Dünyaya Yeni Gelen Okurlar İçin / Barış Bıçakçı

Kimi bir kaç cümlelik kimi bir kaç sayfalık anılarla dolu öykücükler ve tümünü bağlayan farklı bir kurgu. Barış Bıçakçı'nın son novellasını severek okudum.  Okuma heyecanını bozmadan, konusundan kısaca bahsetmek istiyorum. Halis Bey, emekli elektrik mühendisi. Ayşe ise başarılı bulunan bir öykü kitabı yayınlamış bir peyzaj mimarı ve tercüme yaparak hayatını kazanıyor. Tercüme bürosunda rastlaşıyorlar ve Halis Bey Ayşe'den anılarını öyküleştirmesini istiyor, ücreti karşılığında. Novella, Halis Bey'in anıları ve Ayşe'nin hayatını anlatan bölümlerle kurulmuş. Novellada yer alan bölümlerin her biri ayrı öyküler haline getirilebilecek derinlikte.  Ayşe'nin hayatına dair bölümlerde ülkenin gündemine dair göndermeler de yer alıyor.  Daha önce okuduğum eserlerinde olduğu gibi bolca Ankara var arka planda. Hatta Garson başlıklı bölümde Ankara başrolde. İstanbullular deniz yok, fazla gri dese de Ankara, Ankara'da yaşamaya alışmışlar için kendine has özellikleri ve güzelli...

Füreya Koral ve İMÇ

NOW kanalında dün (15 Aralık 2024) tarihinde gösterilmeye başlanılan Şakir Paşa Ailesi Mucizeler ve Skandallar adlı diziyi büyük bir ilgi ile izledim. Dekorundan kıyafetlerine özenli bir iş çıkmış.  Dizide kucakta çocuk olan, ünlü seramik sanatçısı Füreya Koral'ın bir panosunun İstanbul Manifaturacılar Çarşısı (İMÇ) 1. Blok'un duvarını süslediğini hatırlatmak istedim.  İMÇ'nin farklı bloklarının duvarlarında Bedri Rahmi ve Eren Eyüpoğlu'nun da eserleri yer alıyor. Yolunuz Unkapanı'na düşerse görmenizi öneririm.

Sokakbaşı Meyhane, nam-ı diğer Hüseyin'in Meyhanesi

Uzunca bir süredir izlediğim tek televizyon yayını Behzat Ç.'nin Hüseyin'in Meyhanesi mekanı olarak kullandığı Sokakbaşı Meyhanesi'ne sonununda gittim. Hatta yanda gördüğünüz üzere Behzat'ın masasında fotografım da var. Mekan, aslında Behzat Ç. öncesinde de bölgede bilinen sevilen yerlerdendi. Esat dörtyolda, köşebaşında yer alan burayı Behzat Ç.'de mekan olarak kullanmak, muhtemelen Erdal Beşikçioğlu'nun zamanında Sokakbaşı'nın çaprazında bir yer işletmesinden kaynaklanıyordur.  Sokakbaşı'na diziden aşinayız. Havalar iyi olduğunda açık havada büyükçe bir yerleri var. İçerisi de küçük sayılmaz. Mezeler lezzetli, fiyatlar pek ucuz sayılmaz. Dizinin etkisi fiyatlara yansımış görünüyor. Behzat'ın masası rezervasyonlu oluyormuş genelde. Yurt içi ve hatta dışından rezervasyon yapılıyormuş. Mekanın garsonları, kim bölümlerde rol almış. Duvarlarda gazete küpürleri ve diziden görüntülerin yer aldığı fotograflar var.  Yakında final yapacak olan Behzat ...

yine yeni bir yıl

Havaların gidişinden anlamak pek mümkün olmasa da Aralık ayının sonuna yaklaşıyoruz. Mağazalarda ve caddelerde ışıklı, geyikli süslemeler yeni bir senenin geldiğini hatırlatıyor.  Herkesin yeni yıldan bekledikleri farklı elbette. Ben huzur ve sağlık diliyorum, tüm insanlık için.  2025 yılı içinde her hafta en az bir blog yazısı eklemeyi kendime hedef olarak koydum. Bu yazıların belirli bir konusu olmayacak. Doğaçlama, aklıma gelenler, aklıma takılanlar.  Video izlemektense okumayı tercih edenlerdenseniz, beklerim bloguma.  Yazıları, çeşitli tarihlerde farklı mekânlarda çektiğim fotograflar süsleyecek.  Bir de sürpriz bekliyor, 2025 yılında okurlarımı.  Umarım beğenirsiniz...

Göksu Restaurant Nenehatun şubesi açıldı

ve beklenen gerçekleşti...Ankara'nın Sakarya caddesine açılan Bayındır sokakta yer alan Göksu, gönüllere taht kurdu. Gerek servisi, gerek yemeklerin lezzeti vazgeçilmezler arasına girdi. Mekanın Kızılay'ın göbeğindeki Sakarya caddesinde olması, kimilerini üzüyordu. Özellikle Kızılay'a hiç inmeyenler, kalabalığı sevmeyenler yukarılarda bir Göksu hayali kuruyordu. Uzun sürdü inşaat. Nenehatun caddesi ile Tahran caddesinin kesiştiği köşede yer alan binanın inşaatının neden bu kadar sürdüğünü pek anlamamıştım, düne kadar. Dışarıdan 4-5 kat görünen bina toplamda 10 katlıymış. Üstte 3 kat içkili restaurant (ki bu bölüm henüz açılmamış), girişte bekleme salonu ve bar-kütüphane, girişin altında işkembe ve kebapçı (ki bu bölüm hizmet vermeye başladı), işkembecinin altı tam kat mutfakmış, onun altında garaj-çamaşırhane ve en altta iki kat konferans salonu olarak düzenlenmiş öğrendiğime göre. İlk ziyaretime ait fotografları (binanın dıştan çekilmiş bir görüntüsü ve iştah açıcı) beğe...

Eski Maltepe pazarı eski yerinde yakında bizlerle...

Ankaralılar bilir, kot pantolondan araba teybine, ara musluğundan kuruyemişe ne ararsan bulabildiğin hem de uygun fiyata bulabildiğin bir pazar var(dı): Maltepe camisinin üst tarafından pazartesi dışında (o gün semt pazarı kurulurdu) her gün hizmet veren seyyar paravanlarla ayrılmış küçük dükkancıkların oluşturduğu bir pazardı. Bu pazarın bulunduğu araziye bir alışveriş merkezi yapıldı. Ankara'nın en ilginç mimarisine sahip olduğunu düşündüğüm Malltepe Park, eski pazar esnafının ahını almıştı. Sopalarla dövüle dövüle pazar yerinden atılan esnafın tutan ahı, Malltepe Park'ı iflas noktasına getirdi. Market, dükkanlar derken hayalet alış veriş merkezine dönüştü Malltepe Park. Sonunda alış veriş merkezi yönetimi eski (kendi deyimleriyle tarihi) maltepe pazarını Malltepe Park'ın içine taşımaya karar vermiş.  Bugünlerde hummalı bir çalışma sürüyor Malltepe Park'ta. Dükkanlar alçıpanla küçük dükkancıklara bölünüyor. Öğrendiğime göre şimdiden 70'ten fazla pazar esnafı taş...

Emeklilik

Emeklilik başlıklı yazımı hazırlamanın kolay olacağını düşünmüştüm. Yazıp sildikçe, tahminimin doğru olmadığını gördüm. 1995'te üniversiteden mezun oldum ve çalışmaya başladım. Bu sene Mart'ın son günü emekli olana dek neredeyse kesintisiz çalıştım.  "Emeklilik" kavramı üzerine yazmak istiyorum ancak söz dönüp dolaşıp neden emekli oldum, emekli olduktan sonra büyük bir heyecanla başladığım ve kelimenin gerçek anlamıyla gecemi gündüze katıp çalıştığım yeni işimden 3 ay sonunda neden ayrıldığım gibi konulara geliyor. Aynı tuzağa bu kez düşmeyeceğim ve emeklilik kavramı üzerine kalem oynatacağım. Osmanlıca'da tekaüt ya da takaüt kelimesi kullanılırmış, ki oturmak kökeninden gelirmiş . Emekli olana ise mütekaid denilirmiş. Emek sahibi, emek vermiş anlamına gelsin diye mi emekli kullanılıyor günümüzde emin değilim. 18-20'li yaşlarda başlayan çalışma hayatı, ömrün sonuna kadar sürmüyor. Çalışma hayatı boyunca, hafta içi günlerin gündüzlerini kapsayan vakitlerimi...