Ana içeriğe atla

TV yayıncılığında değişen iş modelleri - 2

Dün, burada duralım dediğim yerden devam etmeye çalışayım. Dünkü yazı, varolanı anlattığı için nispeten kolaydı. Yazıya gelen yorum sayesinde, eksik bıraktığım bir konuyu farkettim. Bu yazı dizisi boyunca TV kanalı olarak adlandırdığım kuruluşlar tecimsel (ticari) yayıncı kuruluşlardır. Mesela Doğuş Grubunu'nun Star TV'sidir. TRT ya da BBC, ZDF değildir. Ülkemizde TRT, Birleşik Krallık'ta BBC, Almanya'da ARD, ZDF ve bölgesel kimi kanalların ortak özellikleri, İngilizce ifadesiyle Public Service Broadcast (PSB), kamu (hizmeti) yayıncısı olmalarıdır. Kamu hizmeti yayıncısı ile tecimsel yayıncının en belirgin farkı ise finans modelleridir. Tecimsel yayıncı temelde reklam gelirleriyle ayakta dururken kamu hizmeti yayıncısı kamu kaynaklarıyla fonlanır. Bu kimi ülkelerde vergi gibi hane başına alınan yıllık bir paradır, kimi ülkelerde TV/radyo yayınları alan cihazlardan toplanan bandrol parasıdır, kimisinde elektrik tüketiminden alınan paydır. Dönelim konumuza:
TV yayıncılığında iş modelinin değişmesi için, koşulların değişmesi gerekir. Durduk yere neden değişsin iş modeli yoksa? Peki ne değişti? Gene maddeler halinde yazmaya çalışayım:
  • İnternet erişimi hızlandı, yaygınlaştı ve (bizde pek geçerli olmasa bile dünyada) ucuzladı.
  • Yayın izlemek için kullandığımız ve adına televizyon dediğimiz cihazlar "akıllandı". Artık düğmesine bastığımızda açılan içerisinde "akıl" bulunmayan "aptal kutuları" yok. 
Bence yayın zincirini kıran/bozan/değiştiren iki temel farklılık yukarıdakiler. Diğer tüm farklılıklar bu iki temel değişikliğin sonucu. Şimdi bu değişiklikler iş modeline nasıl yansıdı biraz ona bakalım:
  • Yayın, artık belli bir saatte evde izlediğimiz bir şey değil. Hızlanan ve yaygınlaşan internet sayesinde istediğimiz yayını istediğimiz cihazla istediğimiz saatte izleyebiliyoruz. 
  • Yayını eskiden TV kanalı dağıtıyordu. Ürettiği/ürettirdiği içerikleri yayın akışına yerleştirip bunu eş anlı olarak uydu/kablo/karasal ortamlarda yayıyordu. Kablo ve uydu için platform kullansa bile yayının dağıtılması işini bizzat TV kanalı üstlenmişti.
  • Değişen teknolojiler hem yayının eş anlı izlenmesi durumunu değiştirdi, hem dağıtım/yaygınlaştırma işini TV kanalının üzerinden aldı. 
  • TV kanalı, ürettiği/ürettirdiği yayını uydu/kablo/karasal vericilerle yaymanın yanında internet ortamına da ulaştırıyor. Kanalın konuya yaklaşımına bağlı olarak tutumu değişse bile çoğu kez internet ortamındaki video paylaşım portallarıyla yaptığı anlaşmalar çerçevesinde bölüştüğü yeni bir reklam geliri var. Video paylaşım portallarına, ürettiği/ürettirdiği içeriği gönderiyor ve reklam gelirinden payını alıyor. 
  • Dikkat ederseniz, dün video paylaşım portalı yoktu resmin içerisinde. Ülkemizde TVYO, NetD, Sebastiyan, MyNet, Dizi.Milliyet gibi yerel; Youtube, Daily Motion gibi uluslararası bir çok yasal video paylaşım portalı bulunuyor. Bunlar, TV kanallarıyla yaptıkları anlaşmalar çerçevesinde içerikleri portalları üzerinden yayıyor. 
  • Televizyon cihazının akıllanması, başka bir oyuncuyu da işin içine kattı. İngilizce ifadesiyle Consumer Electronics (CE), dilimizdeki karşılığı ile Tüketici Elektroniği (TÜ) üreticileri, yani bu televizyon cihazını üreten şirketler de artık oyunun bir parçası. 
  • Akıllı (smart) televizyon, bağlı (connected) televizyon gibi farklı isimler alsa bile içerisinde işletim sistemi olan, ağ bağlantısı yapabilen, kimisinde görüntülü konuşma için kamera konulmuş cihazlar var karşımızda. Bu cihazlara, tıpkı tablet/akıllı telefon gibi uygulama (application-app) yükleyebiliyoruz.
  • Peki üreticiler nerede devreye giriyor. Hemen yazayım: Video portallarının yaptıkları iş, bugün için farklı kaynaklardan gelen içerikleri bizlerle buluşturmak. Bunun bir bölümü kişilerin kendi oluşturdukları videolar olsa bile önemli bir kısmı TV kanallarının, prodüksiyon şirketlerinin içerikleri. Bu anlamda temel işlevleri içerik toparlamak/bir araya getirmek (content aggregrator). İşte tam bu noktada devreye CE üreticileri giriyor.
  • Madem TV'yi kendileri üretiyor, içerik toparlamak için içerik dağıtım ağı (content delivery network - CDN) oluşturmak mesele değil, o zaman araya başka oyuncu sokmaya gerek yok diye düşünüp kendi video paylaşım platformlarını oluşturuveriyorlar. İzleyiciler, kurulan modele göre, öde/izle, abone ol gibi seçeneklerle hizmetten yararlanıyor. CE üreticileri izleyicilerden topladığı para ile içerik havuzunu zenginleştiriyor. Kimi durumlarda içerikler CE üreticilerine bedelsiz de sunulabiliyor. CE üreticisi, bir yerde platform işletmecisi haline gelebiliyor.
  • Bu son yazdığım, sektörün sıcak konusu. Geçtiğimiz hafta Londra'da bir kaç oturum bu konuya ayrılmıştı. Samsung, LG, Vestel gibi sektör devleri bağlı televizyonların geleceğini konuştu. Connected TV Summit etkinliğinin düzenleyicisi Hubble Media, sunumların videolarını paylaşıyor. Dilerseniz, bu önemli tartışmalara göz atabilirsiniz. Daha iyisi seneye siz de katılın etkinliğe ve sorularınıza birinci ağızlardan yanıt bulun.
Yukarıda açıklamaya çalıştığım gibi TV dünyası dışında oluşan iki yenilik, yayıncılık değer zincirine yeni halkalar katıyor. Peki her şey mi değişiyor? Aslında yanıt çok net: HAYIR! İçerik halen ve bence daima KRAL olmaya devam ediyor. 
Bloglar için de gazeteler için de TV kanalları için de İÇERİK KRALdır. 
Eğer sunacak bir şeyiniz kıymetli/özgün/ilgi çekici değilse bunu ne şekilde sunduğunuz/hangi ortamdan sunduğunuz bir yere kadar fark yaratır. Asıl farkı içeriğiniz yaratacaktır. 
TV yayıncılığında değişmeyen içeriğin önemidir. İş modelinde içerik üreticilerinin, TV kanallarını aradan çıkartıp doğrudan video paylaşım portallarıyla, platform işletmecileriyle anlaştıklarını göreceğiz yakında. Muhteşem Binyıl, belki sadece XQ platformunun dizi paketi abonelerince izlenebilecek. Diğer faniler yayını ancak 24 saat sonra seyredebilecek. Böyle "exclusive" (ayrıcalıklı) anlaşmalar yapılacak. 
Son söz olarak temel düzen aynı kalacak. Birileri üretecek, birileri yayınlayacak ve aralarda birileri reklamını sokuşturacak. Bizler/sizler beynimizi rafa kaldırıp TV yayınının uyuşturucu kollarına kendimizi/kendinizi bıraktıkça düzen devam edip gidecek. 
Dikkat ettiyseniz iki gündür yazdıklarım içinde bir kez olsun izleyiciden bahsetmedim. Çünkü izleyici, tüketici, yani zincirin son halkası. Yani dış kapının mandalı. O kadar çok ki izleyici ve o kadar örgütsüz ki üzerinde düşünüp, onu ikna etmek uğruna gelirden pay verelim, onu geçtim bizi izlenir kıldığı için ondan ücret almayalım diyen yok ve olmayacak. 
Blogumun sloganıyla bitireyim bu yazdıkça keyfimi kaçıran yazıyı:
TELEVİZYONUNU KAPAT, HAYATINI AÇ!
not: Fotograf Paris'te La Fayette binasının terasından Opera binasının görüntüsü. Taksim'de AKM yıkılıp yerine Opera binası yapılacakmış. İlham verir düşüncesiyle paylaşayım istedim. 

Yorumlar

Son haftanın en çok okunan 10 yazısı

bir kez daha, nedir bu sayısal karasal televizyon?

Blog sayfamda DTT etiketiyle yayınlanmış 100'e yakın içerik bulunsa da, geçenlerde buluştuğumuz lise arkadaşlarımın sorusu üzerine, bir kez daha yazmaya karar verdim. Bilenler, okumadan geçebilir. Bilmeyenler ve sektörün uzağındaki kişiler düşünülerek hazırlanmış bir yazıdır.  Soru - yanıt şeklinde kurgulanmış yazılarımın daha çok okunduğu gözlemi üzerine, buyurun sık sorulan sorularla Sayısal Karasal Televizyon: Şimdi tam olarak neden bahsediyoruz? Çanak ile izlediğimiz televizyon mu?

Anıttepe, sokaklar, anlamlar

Ankara, ne yazık ki, içerisinden su geçen şehirlerden değil. Aslında daha doğrusunu söylersem, içerisinden geçen suların üzerini kapatıp yok eden bir kent. İncesu deresi, Kavaklı dere, Ankara çayı hep üzeri kapatılıp, halının altına süpürülen tozlar gibi gözden ırak tutulup unutulmuş kent suları. Hal böyle olunca Başkent, akar suyun kente sağlayacağı güzelliklerden yoksun. Neyse ki arayan için gizli güzellikler barındırıyor.   Anıttepe, bu gizli güzellikleri saklayan semtlerden. Anıtkabir, yılın her mevsimi caddelerden eksik olmayan turist otobüsleri, resmi bayramlarda protokol için kapatılan yollar, son dönemde sıklıkla düzenlenen mitinglere ev sahipliği yapan Tandoğan meydanı, Çankaya Belediyesi'nin  konserlerinin mekanı Anıtpark Anıttepe denildiğinde ilk aklıma gelenler. Ve tabii, geçenlerde bir yarışmada soru olarak da yöneltilen sokak isimleri: Ordular, İlk, Hedef, İleri, Ata ve Akdeniz caddesi.    Anıtkabir'in sınırını oluşturan 3 cadde bulunur: Gen...

baston

Ulus'a gelmeyeli epey olmuş demek ki. Eskiden Hal'in içindeydi bu balıkçılar, şimdi sokağa kurmuşlar tezgahlarını, diye düşünerek Erzurum Oteli'ne doğru yürümeye devam etti. Sokağa kurulan tezgahlar nedeniyle zorlukla ilerleyebiliyordu. Hoş sokak boş olsa da elindeki baston, hızlı yürümesine imkân vermiyordu. Çok merdiven çıkmışım zamanında, diye anlatırdı soranlara. O kadar çok merdiven kullanmışım ki sonunda eklemlerimde sıvı kalmamış. Şimdi bu merete muhtaç oldum. Söyledikleri doğru muydu kendisi de bilmiyordu. Gençliğine dair anıları sisler içindeydi.  Simitçi, öğlen simitlerinin tazeliğini etrafa duyururken bastonuyla yavaş yavaş ilerleyen Sami'yi görüp, işte öğlen simidine hayır demeyecek birisi dedi yanında duran midyeciye.  Evladım ver bakalım bana bir simit ama çıtırından olsun. Bu esnaf niye sokağa dökülmüş, Hal'e ne oldu sen bilirsin.  Amca, Hal bakım onarımda, geçici süreliğine sokağa aldılar tezgahları.  Beni de bir bakım onarıma alsalar ne güzel olur. ...

ekmek kavgası

Biraz dikkat etsene.  Asıl sen dikkat et. Kanatların gagamın içine girecek. Yer yokmuş gibi dibimden uçuyorsun. Heyecan yaptığın da bir şey olsa. Gene kuru ekmek.  Eskiden şu adamdan yem alır atarlardı. Şimdi simidini bile paylaşmıyor kimse. Kuru ekmeği de bulamayacağımız günler gelir mi dersin.  Umarım düzelir işler. İnsanların yüzünden düşen bin parça. Herkes sinirli, herkes gergin. Yollarda da çok dikkat etmek gerek. Eskisi gibi değil arabalar. Geçenlerde bir kaç arkadaşımızı asfalta düşen yiyeceklerle meşgulken kaybettik.  Sorma, duydum onu konuşuyorlardı. Pek sık olmazdı bu durum.  Daha sakindi insanlar. Sabırlıydı.  Artık öyle değiller. Bir de biz başlamayalım.  Kalbini kırdıysam özür dilerim. Haydi bak kalabalık dağılmış. İstersen gel biz de ağaçtan aşağıya süzülelim, kalanlarla karnımızı doyuralım.  

kedi

Yanıma yaklaşırlarken, ne yalan söyleyeyim endişelendim. Şapkalı bir adam, yanında beyaz montlu bir kız çocuğu. Adam elindeki telefon ile fotoğraf çekiyor. Bizlere karşı ilgisiz görünüyor. Kız yaklaştı önce. Ne zamandır okşanmamış başıma kibarca dokundu. Doğru bir iş yaptığını anlatmak için başımı uzattım. Çenemi de kaldırıp bir sonra kaşıması gereken yeri gösterdim. Adam tam karşıma geçti ve telefonunu yüzüme doğrulttu. Sanırım benim fotoğrafımı çekiyor. Bir yandan kız ile konuşuyorlar. Neden bahsediyorlar anlamıyorum. Kaç gündür yağan yağmur sonrası yüzünü gösteren güneşe karşı böyle okşanmak çok iyi geldi.  Mama istediğimizi düşünürler. Oysa çoğu kez başımızın, çenemizin sevgiyle okşanmasıdır tek ihtiyacımız.

yağmur

Yağmur damlaları arabanın silecekleriyle yarış halindeydi. Az önce temizlenen yerler, gökten düşenlerle yeniden ıslanıyor ve görüşü bozmaya devam ediyordu. Binalar ve şehir uzaklaşırken, ne yapıyorum gerçekten diye düşündü. İç sesini sözle tekrarladığını fark ettiğinde, arabada yalnız olduğuna şükretti. İş çıkışı, akşam trafiğinde kendi kendine konuşmak pek garip karşılanmazdı gerçi. Bu aralar akıl sağlığını korumak herkes için zordu. Zor zamanlardan geçiyoruz, dedi kendi kendine. Hangi zamanımız kolay oldu ki diye ekledi. Kendine hak verdiğini fark edip güldü.  Hava kararmaya başlayacak birazdan, daha çevre yoluna bile gelemedim. Bu gidişle bugün rekor kıracağım. Neyse ki evde bekleyenim yok.  Bekleyeni olmadığına sevinmesi garibine gitti. Çocukluğu ve gençliği boyunca kendisini hep kalabalık bir ailenin babası olarak hayal ettiğini hatırladı. Karısı, kızları ve oğulları ile güle eğlene yaşayıp gideceği kocaman bir ev görürdü ne zaman geleceği düşünse.  Oysa hiç evlenmed...

Yabancı dil öğrenmek üzerine: DuoLingo deneyimimim

kızımın çizgileri Ülkemizin kanayan yaralarından birisidir sanırım, yabancı dil öğrenmek. Onlarca kurs, yüzlerce kitap, saatlerce ders ve sonuç: anlayan (en azından anladığını düşünen) ve konuşamayan kişiler... Bir yerlerde bir sorun olduğu kesin, ama nerede? Farklı zamanlarda, 3 kez Fransızca kursuna gittim. İlk seferin ardından, aslında bir temel bilgim olmasına karşın, her seferinde en baştan başladım, hiç bilmiyormuşum gibi. Ne yazık ki kurslarda öğrendiklerim kalıcı olamadı. Şimdilerde, 70 gündür, her sabah DuoLingo ile çalışıyorum. Ücretsiz ve arada çıkan reklamlarla devam eden sürümünü kullanıyorum. Eminim farklı online dil kursları da vardır. Online platformda, kurslarda olmayan ne var diye düşününce bir kaç şey tespit ettim. Belki sizlerin de işine yarar diye paylaşıyorum: Yabancı dil öğrenmek, sürekli ve kesintisiz tekrar gerektiren bir süreç. Kurslar, sadece haftanın belli günleri, bir kaç saat için ve çoğunlukla, günün en yorgun olunan akşamlarında oluyor. ...

beklenen

Gelecek mi acaba? Saat öğleni geçti. Güneş tepede değil artık. Burada sözleştiğimize eminim. Telefonuna da ulaşılamıyor. Alışılmadık bir durum değil, telefonla ona ulaşamamak. Ya çalar duymaz, ya açmayı unutmuştur. Neyse ki bankta yer buldum, bir aşağı bir yukarı yürümekten kurtuldum. Geçen hafta mesajlaştığımızda kararlaştırmıştık buluşma yerini. Dalyan'daki Beltur'un önü diye. Yarım saat geçmiş ama umudumu koruyorum.  Neşeyle koşturan köpekler, onlara endişe ile bakan kediler, kedilerin mamalarına dadanan martılar ve hepsine aldırış etmeden bağıran kargalar... Caddebostan sahilinde sıradan bir öğleden sonra. 

Almanya'da televizyon yayınlarına erişim

Televizyon yayınları kablolu ve kablosuz olmak üzere iki ortam kullanılarak evlere ulaştırılır. Her iki ortam için de farklı uygulamalar bulunmaktadır. Kablonun kullanıldığı durumlarda Kablo TV, IPTV seçenekleri mevcuttur. Kablosuz ortam için ise uydu ve karasal vericiler kullanılabilir. Her ortamın kendisine göre avantajı, dezavantajı vardır. Daha ayrıntılı analizlerde, yayıncı için ve izleyici için avantajlar ve dezavantajlar olduğu görülecektir. Hatta ülkelerin düzenleyici denetleyici kuruluşlarının desteklediği ve/veya kösteklediği televizyon dağıtım yöntemleri olduğu söylenebilir.  Bu uzun girişi yazmamın sebebi, Arthur D. Little adlı araştırma kuruluşunun yakın tarihte yayınladığı bir araştırma. Lars Riegel ve Julien Duvaud-Schelnast imzalı   Almanya'da TV Platformları 2014 ve sonrası başlıklı 10 sayfadan ibaret rapor, Almanya'da son dönemin sıcak tartışma konusu durumundaki sayısal karasal televizyonun geleceğine ilişkin önemli analizler içeriyor. Geçti...

martı

Martı kadar özgür olmak isterdim bu hayatta. Gemilerin ardında kâh adadan adaya, kâh Anadolu'dan Avrupa'ya dolaşmak isterdim. Avazım çıktığı kadar bağırmak, yorulunca denizin üzerinde dinlenmek, sıkılınca kayaların tepesinde güneşlenmek... Kim bilir martılar ne düşünüyor bize bakınca. Acaba onlar da diyor mudur şu dünyada insan olsaydım diye. Kalabalık şehirlerde, sıkış tepiş otobüslerde, akmayan trafiğin içinde kalakalmış arabalarda, sel halinde dolaşan insanların arasında biz de olsaydık diyor mudur?