Kimi bir kaç cümlelik kimi bir kaç sayfalık anılarla dolu öykücükler ve tümünü bağlayan farklı bir kurgu. Barış Bıçakçı'nın son novellasını severek okudum. Okuma heyecanını bozmadan, konusundan kısaca bahsetmek istiyorum. Halis Bey, emekli elektrik mühendisi. Ayşe ise başarılı bulunan bir öykü kitabı yayınlamış bir peyzaj mimarı ve tercüme yaparak hayatını kazanıyor. Tercüme bürosunda rastlaşıyorlar ve Halis Bey Ayşe'den anılarını öyküleştirmesini istiyor, ücreti karşılığında. Novella, Halis Bey'in anıları ve Ayşe'nin hayatını anlatan bölümlerle kurulmuş. Novellada yer alan bölümlerin her biri ayrı öyküler haline getirilebilecek derinlikte. Ayşe'nin hayatına dair bölümlerde ülkenin gündemine dair göndermeler de yer alıyor. Daha önce okuduğum eserlerinde olduğu gibi bolca Ankara var arka planda. Hatta Garson başlıklı bölümde Ankara başrolde. İstanbullular deniz yok, fazla gri dese de Ankara, Ankara'da yaşamaya alışmışlar için kendine has özellikleri ve güzelli...
Kısa sürdü twitter maceram. Vaktimden çaldığını fark ettiğim herşeyi hayatımdan çıkartıyorum. Twitter, vakit hırsızlarının önde gideniydi, hesabımı kapattım. Bazen, keşke böyle durum güncellemesi gönderdiğim bir platform olsaydı diyorum. İşte bu yazı, öyle bir yazı. Yani "durum güncellemesi" var sadece.
Krakow havaalanı, uluslararası terminalinde Frankfurt'a gidecek Lufthansa uçağını bekliyorum. Trabzon dönüşü uçağı göz göre göre kaçırınca ve sonra Paris dönüşü ucu ucuna yetişince artık saatler öncesinde yola çıkıyorum. Bu kez de öyle yaptım. Digital TV CEE etkinliğinin son gününde, diğer iki günde olduğu gibi, bir çok ikili görüşme gerçekleştirdim. Bir firmayı temsilen gelmiş olsaydım eminim epey iş bağlantıları yaparak dönüyor olacaktım. Oysa, İngilizce yazmakta olduğum bloğumun reklamını yapıp ilerleyen etkinliklerde Türkiye televizyon pazarının durumu hakkında sunum yapabileceğimi belirtmekten ileri gitmedi görüşmelerim. Bağlantı bağlantıdır deyip geleyim bu durum güncellemesi meselesine.
Durum değişiyor ülkemiz televizyon sektöründe. Biz içerden ne kadar farkındayız bilemiyorum ama dışarıdan bakınca çok kendine has bir pazarımız var. Bir kaç örnekle ne demek istediğimi anlatayım. Bizde Pay TV, yani içerik için bir şekilde para ödenen sistemler, abonelikleri büyük oranda futbol lisansları üzerinden ilerliyor. Federasyon, nedendir bilinmez, lig yayın lisanslarını televizyon kanalları yerine platformlara pazarlamayı tercih etmiş durumda. Hal böyle olunca lisansı alan platform "yaşıyor" ya da ölümüne fiyatlar verdiği için "ölüyor". Kabloyu hiç saymamak daha doğru belki. Yok denecek kadar az abonesi var çünkü ve yıllardır bir arpa boyu ilerleyemedi. Hem home-pass (yani abone olabilecek hane) olarak hem aktif abone olarak. Sayısallaşmayı bile tam sağlayamadılar. Bu hizmet paketi ve bu fiyatlarla halen iş yapıyor olmaları, Avrupa'dan bakınca tez konusu olabilecek düzeyde ilginç. Doğu Avrupa'daki teklifleri (geniş bant internet, televizyon ve ses için önerilen aylık ücret) ayrıntısıyla inceleyeceğim bir yazı hazırlayacağım. Ancak o zamana kadar şu kadarını söyleyebilirim, bizim geniş bant internet için ödediğimiz paraya çok daha hızlı, çoğunlukla kotasız internet + HD kanalları da olan OTT + ses paketi veriliyor bir çok yerde.
Peki bu durum sonsuza kadar sürer mi? OTT (Over The Top) bu dikensiz gül bahçesi durumunu kökten değiştirecek potansiyele sahip. Artık IPTV hizmeti sağlamak için gereken kendi ağınızın olmasına gerek yok. Hatta herhangi bir şekilde birisinin ağını kiralamanız da gerekmiyor. IPTV'de olduğu gibi abone başına RTÜK'e ödemeniz gereken bir tutar da yok. Hatta mevcut yasal durumda RTÜK sizin içeriğinize bile karış(a)mıyor. Bu durum, yasal boşluk durumundan bahsediyorum, sonsuza kadar sürmez elbette. Ancak OTT'yi düzenlemeye kalktıklarında YouTube'a da düzenleme gelmiş olacak bir yerde. Yani sınır çok belirsiz. Düzenlenmesi zor bir alan. Emin olun sadece ülkemiz değil, Avrupa hatta Amerika'da bile bu konu mahkemelerin meselesi haline gelmiş durumda.
Peki OTT tam olarak ne öneriyor izleyiciye. Teklif iki şekilde olabiliyor. Birincisi bir kutu satın alıyorsunuz elektronik marketinden. Kutuyu kullanarak IP üzerinden gelen TV kanallarını televizyonunuzdan izleyebiliyorsunuz. İsterseniz, seçilen modele göre, izle/öde, reklam seyret/bedava izle şekilde sunulan özel içeriklere erişebiliyorsunuz. Gene seçilecek modele göre FTA (Free To Air) kanallar, satın aldığınız hibrit (melez) özellikteki kutuya DVB-S-T-C (ki bizim ülkemiz için bu S-S2-T2 şeklinde olabilir) yani uydu, karasal veya kablo üzerinden alınırken isteğe bağlı özel içerikler IP üzerinden gönderiliyor. Bence başarılı olacak model, en azından geniş bant erişiminin çok da sağlıklı gelişmediği / ucuz olmadığı / yaygınlaşmadığı / işletilmediği ülkemizde linear TV (bildiğimiz televizyon yayınları) içeriğin broadcast (yayın), isteğe bağlı içeriğin (Video On Demand) ve etkileşimli uygulamaların (interactive applications) IP üzerinden gönderilmesi şeklinde olacaktır.
Burada IPTV'ye göre bir diğer OTT avantajı, hizmeti sunacak şirketin aslında OTT platformu için bir sisteminin bile olmasına gerek olmamasıdır. Çeşitli firmalar tarafından sağlanan platformların özelleştirilmesiyle bölgesel, yerel OTT servisleri kiralama modelleriyle sunulabilir.
OTT, ülkemizdeki Pay TV sektörünü ciddi şekilde zorlayacak. Bu gelişmeyi göre Pay TV operatörleri de OTT hizmeti sunmaya başladı zaten. Ancak, pazara giriş bariyerini ortadan kaldıran OTT'ye verilecek yanıt, aynı hizmeti sunmak olmamalı. İş modelinin yeniden gözden geçirilmesi, değer zincirinin değiştiğinin kabulü ve yeni duruma göre modeller belirlenmesi iyi bir başlangıç olabilir.
Krakow'da gördüğüm ve konuştuklarımdan çıkarttığım en önemli ders iyi yaptığın işi yapmaya devam et. Diğer işlerini iyi yapanlara bırak. Yani bir başka değişle, ya da moda tabiyle outsource. Ne yazık ki taşeronlaşmayı ve işten çıkartmaları beraberinde getiren bu gidişata uymak, ayakta kalmak için aşağı yukarı tek yol. Her işi kendim yapayım, kimisini iyi kimisini kötü idare edip giderim felsefesi ile devam etmek pek olası görünmüyor. BBC Worldwide'ın ve Discovery Network'ün sunumları özellikle ufuk açıcıydı bu anlamda. Geçen yıl 1 milyar dolar üzerinde para harcayıp içerik üreten Discovery Networks, tam olarak bunu yapmış. Yani iyi olduğu işi yapmış. Aynı şeyi BBC Worldwide'da yapıyor. İçerik üreten, onu pazarlayan ve yerel izleyicilerine sunan şirketleri birbirinden ayırmışlar.
Daha yazacak çok şey var, ama bu blog yazılarını uzun tutunca, zaten az olan okunma sayısı iyice düşüyor.
Fotografta gülümseyen beyefendiler (Berk Uziyel ve Güney Yavasur) SPI International şirketinin yetkilileri. Daha önceki yazımda belirtmiştim, İstanbul'da yerleşik olup Orta ve Doğu Avrupa'da televizyon kanalları işleten, içerik üreten ve ajans olarak çalışan SPI ile tanışmak Krakow'da nasipmiş. Kendileri, Digital TV CEE'de sunum yapan tek Türkiye şirketiydi. Vestel, stand sahibi tek Türkiye şirketi olduğu gibi. Umarım hem sunum hem stand olarak farklı şirketlerimizi görürüz bu önemli etkinlikte.
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.