Metrodan çıkmak için yürüyen merdivene adımımı attığımda, dışarıda beni nelerin beklediğinden haberim yoktu. Okula, işe yetişme telaşında olanların kalabalığı bitmiş, toplu ulaşım, acelesi olmayanlara kalmıştı. Merdivenin son basamağını geldiğimde sokak sakin ve huzurlu görünüyordu. Sabahın serinliği yerini öğleye geçişin ılıman haline bırakmıştı. Kediler ve martılar duvar diplerine bırakılmış yemleri paylaşıyor, kargalar bu paylaşımdan kendilerine de pay düşecek mi merakıyla olan biteni izliyordu. Her zaman döndüğüm sokağı es geçip ilerledim. Yeni sokak, yeni binalar, yeni yüzler... Tek sokak değiştirince bile karşıma çıkanların farklılığı şaşırttı. Yürümeyi sürdürdüm. Güneş yükselirken bulutsuz gökyüzü alabildiğine maviydi. Karşılaştığım insanların kiminin yüzü tanıdık gelse de bir çoğunu ilk kez görüyordum. Oysa sadece bir sokak değiştirmiştim. Sokağın sonundaki kafenin bahçesinde yaşlı bir çift sabah kahvesi içiyordu. İkisi de sokağa dönük, yan yana san...
Yazılacaklar birikti, bu gidişler birikmeye devam edecek. Üst üste gelince seyahatler, okunanlar, teknik gelişmeler böyle oluyor. Yavaş düzgündür, düzgün ise hızlı deyip başlayayım bir yerinden.
Geçtiğimiz haftanın 6 gecesini, Aydın'ın Nazilli ilçesinin, eski adıyla Sinekçiler, Yaylapınar köyünde geçirdik. Ne ben, ne de eşim Nazilli'li. Oralarda yaşayan akrabamız da yok. Peki nasıl oldu da bir köyde kaldık 6 gece. Pınar Kaftancıoğlu sayesinde. Kendisini büyük şehirlerde, özellikle İstanbul'da, yaşayan çocuk sahipleri tanıyacaktır. Ayşe Arman'ın söyleşisinden sonra tanıyanlar ve alış veriş yapanların sayısında ciddi artış olmuş. Siz tanımayanlardansanız İpek Hanım'ın Çiftliği'nin web sayfasına bakmanızı ve yazının geri kalanını sonra okumanızı öneririm.
Kaftancıoğlu, bana kalırsa ülkemiz için uygulanabilir bir kalkınma modeli oluşturmuş. Ülkemiz, her ne kadar son dönemlerde ihmal edilmiş olsa bile, bir tarım ülkesi. Tarıma elverişli topraklara sahip olma ayrıcalığı bahşedilmiş şanslı bir ülke. Böyle şanslı iklime ve coğrafyaya sahipken yediklerimiz, içtiklerimiz pek sağlıklı değil. Kısırlaştırılmış tohumlarla, yapay gübreler ve daha bilmediğimiz bir çok katkılar, tarım ilaçları ile yetiştirilmiş mevyalar, sebzeler, tahıllar tüketmek zorunda kalıyoruz. Amaç tek, daha çok kazanmak. Tarladan 1 birim ürün alınıyorken bunu 3 birime 5 birime çıkartmak. Peki gerçekte kazanıyor muyuz yoksa kayıp mı ediyoruz? Neredeyse hepimizin yakınında bir kanser öyküsü var artık. Oysa besleniyoruz, sağlığımıza dikkat ediyoruz. Demek ki bir yerlerde hata var. Kaftancıoğlu ve 100'ü aşan sayıda çalışanı bizlere doğal tarım yöntemleriyle hayvan gübresi dışında gübre kullanmadan, ilaç kalıntısız yiyecekler üretiyor. Bunları haftalık listeler halinde gönderiyor. Seçimlerimize göre paketleyip kargoluyor. Bunu yaparken para da kazanıyor. Biz sağlıklı gıdalar tüketiyoruz, Pınar hanım hem 100'ün üzerinde çalışanın maaşını ödüyor hem de köylünün ürünlerinin değerini arttırıyor. Onu görüp doğal tarımdan vazgeçmeyen köylü, ürününün pazarlanabilir olduğunu fark ediyor. Tarımda kullanılan tarlalar, kimyasallarla kirletilmiyor. Daha verimli olsun diye yapay gübreye boğulmuyor. Sonuçta herkes kazanıyor.
Peki bu sistemde kaybeden yok mu? Var elbette. Yapay gübre ve ilaç pazarlayanlar, bir yerine beş almaya alışmış üreticiler kaybediyor. Biz tüketiciler bilinçlenip seçimlerimizi doğru yaptıkça onlar kaybediyor ve edecek.
Buraya kadar anlattıklarımın Yaylapınar ile ilgisini kuramamış olabilirsiniz doğal olarak. Hemen oraya geleyim. Yaylapınar, 850 rakımlı, adı üzerinde bir yayla köyü. Pınar hanımın çiftlik evinin bulunduğu Ocaklı köyünün yukarısında. Bu köyde bundan 3 sene kadar önce bir köy evi yaptırmış Pınar hanım. Çiftlik hayatını, köy hayatını görmek, yaşamak isteyenlere kiralıyor. Evin işlerini köyden bir aile yapıyor. Yemekler ailenin hanımından, konaklayanlara etrafı gezdirmek, ulaşımlarını sağlamak ailenin beyinden. Size, geçtiğimiz hafta bize, kalan ise köyün, temiz havanın, lezzetli yemeklerin ve keyifli kahvaltıların tadını çıkartmak. Köylünün samimiyeti, dost canlısı olması insana unuttuğu güzellikleri hatırlatıyor. Yaylapınar büyük bir köy. 2500 civarında nüfus barındırıyor. Evlerin dağınık yerleşimi ve etrafın yeşilliği ile zaman zaman inen sisi Karadeniz'i anımsattı. Köy ahalisi sohbete çok istekli. Kahvede çaylar, bakkaldan aldığımız dondurmalar eşliğinde çoluk çocuk sohbetler ettik.
Evin işlerini yapan Zübeyde Ablamız, ki kendisi aynı zamanda İpek Hanım çiftliğinin ekmek şefi, ile ulaşımda ve daha bir çok konuda yardımcı olan Bilhan Abimizin konuğu gibi hissettik kendimizi. Sanki onlar akrabalarımızmış ve biz onlara misafirliğe gitmişiz gibi. Yaylapınar'daki ev çok konforlu. Elektrikli termosifonlu büyük bir banyo, Arçelik Telve'nin bile olduğu bir mutfak, her birinde bir çift kişilik, iki tek kişilik yatak bulunan iki geniş ve ayrı odanın bulunduğu dört mekanlı bir yer. Bu iki ayrı oda, çocuklarıyla ayrı odalarda kalmak isteyen aileler düşünülerek yapılmış. Kiraladığınızda evin tamamını kiralıyorsunuz. Tek odayı bir aileye, diğerini başka bir aileye vermiyorlar.
Daha anlatacak çok şey var belki ama emin olun Pınar hanımın evinin bahçesinde dolaşan kedilerin, köpeklerin, tavukların, ördeklerin ve diğer hayvanların dostluğunu anlatmak yetmez. Yolunuz oradan geçerse uğrayıp kendiniz görün. Neredeyse her daim olan gözlemelerden yersiniz. Hayat, farklı şekillerde de yaşanabiliyormuş, görürsünüz. Kendi hayatımızın / hayatınızın ne kadar anlamsız koşturmacayla geçtiğini fark edersiniz.
Aman dikkat, uzun süre kaldığınızda normal, artık bu nasıl bir normallikse, hayata uyum sağlamakta zorlanabilirsiniz.
İrtibat bilgilerini nerden bulabilirim? Yardımcı olursanız sevinirim.
YanıtlaSilhttp://ipekhanim.com/ipek_hanim_ciftligi/ciftlige_giris.html adresinde iletişim bilgilerini bulabilirsiniz...
YanıtlaSil