Ana içeriğe atla

Yaylapınar (Sinekçiler) Köyü Nazilli tatili

Yazılacaklar birikti, bu gidişler birikmeye devam edecek. Üst üste gelince seyahatler, okunanlar, teknik gelişmeler böyle oluyor. Yavaş düzgündür, düzgün ise hızlı deyip başlayayım bir yerinden. 
Geçtiğimiz haftanın 6 gecesini, Aydın'ın Nazilli ilçesinin, eski adıyla Sinekçiler, Yaylapınar köyünde geçirdik. Ne ben, ne de eşim Nazilli'li. Oralarda yaşayan akrabamız da yok. Peki nasıl oldu da bir köyde kaldık 6 gece. Pınar Kaftancıoğlu sayesinde. Kendisini büyük şehirlerde, özellikle İstanbul'da, yaşayan çocuk sahipleri tanıyacaktır. Ayşe Arman'ın söyleşisinden sonra tanıyanlar ve alış veriş yapanların sayısında ciddi artış olmuş. Siz tanımayanlardansanız İpek Hanım'ın Çiftliği'nin web sayfasına bakmanızı ve yazının geri kalanını sonra okumanızı öneririm. 



Kaftancıoğlu, bana kalırsa ülkemiz için uygulanabilir bir kalkınma modeli oluşturmuş. Ülkemiz, her ne kadar son dönemlerde ihmal edilmiş olsa bile, bir tarım ülkesi. Tarıma elverişli topraklara sahip olma ayrıcalığı bahşedilmiş şanslı bir ülke. Böyle şanslı iklime ve coğrafyaya sahipken yediklerimiz, içtiklerimiz pek sağlıklı değil. Kısırlaştırılmış tohumlarla, yapay gübreler ve daha bilmediğimiz bir çok katkılar, tarım ilaçları ile yetiştirilmiş mevyalar, sebzeler, tahıllar tüketmek zorunda kalıyoruz. Amaç tek, daha çok kazanmak. Tarladan 1 birim ürün alınıyorken bunu 3 birime 5 birime çıkartmak. Peki gerçekte kazanıyor muyuz yoksa kayıp mı ediyoruz? Neredeyse hepimizin yakınında bir kanser öyküsü var artık. Oysa besleniyoruz, sağlığımıza dikkat ediyoruz. Demek ki bir yerlerde hata var. Kaftancıoğlu ve 100'ü aşan sayıda çalışanı bizlere doğal tarım yöntemleriyle hayvan gübresi dışında gübre kullanmadan, ilaç kalıntısız yiyecekler üretiyor. Bunları haftalık listeler halinde gönderiyor. Seçimlerimize göre paketleyip kargoluyor. Bunu yaparken para da kazanıyor. Biz sağlıklı gıdalar tüketiyoruz, Pınar hanım hem 100'ün üzerinde çalışanın maaşını ödüyor hem de köylünün ürünlerinin değerini arttırıyor. Onu görüp doğal tarımdan vazgeçmeyen köylü, ürününün pazarlanabilir olduğunu fark ediyor. Tarımda kullanılan tarlalar, kimyasallarla kirletilmiyor. Daha verimli olsun diye yapay gübreye boğulmuyor. Sonuçta herkes kazanıyor. 
Peki bu sistemde kaybeden yok mu? Var elbette. Yapay gübre ve ilaç pazarlayanlar, bir yerine beş almaya alışmış üreticiler kaybediyor. Biz tüketiciler bilinçlenip seçimlerimizi doğru yaptıkça onlar kaybediyor ve edecek. 
Buraya kadar anlattıklarımın Yaylapınar ile ilgisini kuramamış olabilirsiniz doğal olarak. Hemen oraya geleyim. Yaylapınar, 850 rakımlı, adı üzerinde bir yayla köyü. Pınar hanımın çiftlik evinin bulunduğu Ocaklı köyünün yukarısında. Bu köyde bundan 3 sene kadar önce bir köy evi yaptırmış Pınar hanım. Çiftlik hayatını, köy hayatını görmek, yaşamak isteyenlere kiralıyor. Evin işlerini köyden bir aile yapıyor. Yemekler ailenin hanımından, konaklayanlara etrafı gezdirmek, ulaşımlarını sağlamak ailenin beyinden. Size, geçtiğimiz hafta bize, kalan ise köyün, temiz havanın, lezzetli yemeklerin ve keyifli kahvaltıların tadını çıkartmak. Köylünün samimiyeti, dost canlısı olması insana unuttuğu güzellikleri hatırlatıyor. Yaylapınar büyük bir köy. 2500 civarında nüfus barındırıyor. Evlerin dağınık yerleşimi ve etrafın yeşilliği ile zaman zaman inen sisi Karadeniz'i anımsattı. Köy ahalisi sohbete çok istekli. Kahvede çaylar, bakkaldan aldığımız dondurmalar eşliğinde çoluk çocuk sohbetler ettik. 
Evin işlerini yapan Zübeyde Ablamız, ki kendisi aynı zamanda İpek Hanım çiftliğinin ekmek şefi, ile ulaşımda ve daha bir çok konuda yardımcı olan Bilhan Abimizin konuğu gibi hissettik kendimizi. Sanki onlar akrabalarımızmış ve biz onlara misafirliğe gitmişiz gibi. Yaylapınar'daki ev çok konforlu. Elektrikli termosifonlu büyük bir banyo, Arçelik Telve'nin bile olduğu bir mutfak, her birinde bir çift kişilik, iki tek kişilik yatak bulunan iki geniş ve ayrı odanın bulunduğu dört mekanlı bir yer. Bu iki ayrı oda, çocuklarıyla ayrı odalarda kalmak isteyen aileler düşünülerek yapılmış. Kiraladığınızda evin tamamını kiralıyorsunuz. Tek odayı bir aileye, diğerini başka bir aileye vermiyorlar. 
Daha anlatacak çok şey var belki ama emin olun Pınar hanımın evinin bahçesinde dolaşan kedilerin, köpeklerin, tavukların, ördeklerin ve diğer hayvanların dostluğunu anlatmak yetmez. Yolunuz oradan geçerse uğrayıp kendiniz görün. Neredeyse her daim olan gözlemelerden yersiniz. Hayat, farklı şekillerde de yaşanabiliyormuş, görürsünüz. Kendi hayatımızın / hayatınızın ne kadar anlamsız koşturmacayla geçtiğini fark edersiniz. 
Aman dikkat, uzun süre kaldığınızda normal, artık bu nasıl bir normallikse, hayata uyum sağlamakta zorlanabilirsiniz.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.

Son haftanın en çok okunan 10 yazısı

Göksu Restaurant Nenehatun şubesi açıldı

ve beklenen gerçekleşti...Ankara'nın Sakarya caddesine açılan Bayındır sokakta yer alan Göksu, gönüllere taht kurdu. Gerek servisi, gerek yemeklerin lezzeti vazgeçilmezler arasına girdi. Mekanın Kızılay'ın göbeğindeki Sakarya caddesinde olması, kimilerini üzüyordu. Özellikle Kızılay'a hiç inmeyenler, kalabalığı sevmeyenler yukarılarda bir Göksu hayali kuruyordu. Uzun sürdü inşaat. Nenehatun caddesi ile Tahran caddesinin kesiştiği köşede yer alan binanın inşaatının neden bu kadar sürdüğünü pek anlamamıştım, düne kadar. Dışarıdan 4-5 kat görünen bina toplamda 10 katlıymış. Üstte 3 kat içkili restaurant (ki bu bölüm henüz açılmamış), girişte bekleme salonu ve bar-kütüphane, girişin altında işkembe ve kebapçı (ki bu bölüm hizmet vermeye başladı), işkembecinin altı tam kat mutfakmış, onun altında garaj-çamaşırhane ve en altta iki kat konferans salonu olarak düzenlenmiş öğrendiğime göre. İlk ziyaretime ait fotografları (binanın dıştan çekilmiş bir görüntüsü ve iştah açıcı) beğe...

Yabancı dil öğrenmek üzerine: DuoLingo deneyimimim

kızımın çizgileri Ülkemizin kanayan yaralarından birisidir sanırım, yabancı dil öğrenmek. Onlarca kurs, yüzlerce kitap, saatlerce ders ve sonuç: anlayan (en azından anladığını düşünen) ve konuşamayan kişiler... Bir yerlerde bir sorun olduğu kesin, ama nerede? Farklı zamanlarda, 3 kez Fransızca kursuna gittim. İlk seferin ardından, aslında bir temel bilgim olmasına karşın, her seferinde en baştan başladım, hiç bilmiyormuşum gibi. Ne yazık ki kurslarda öğrendiklerim kalıcı olamadı. Şimdilerde, 70 gündür, her sabah DuoLingo ile çalışıyorum. Ücretsiz ve arada çıkan reklamlarla devam eden sürümünü kullanıyorum. Eminim farklı online dil kursları da vardır. Online platformda, kurslarda olmayan ne var diye düşününce bir kaç şey tespit ettim. Belki sizlerin de işine yarar diye paylaşıyorum: Yabancı dil öğrenmek, sürekli ve kesintisiz tekrar gerektiren bir süreç. Kurslar, sadece haftanın belli günleri, bir kaç saat için ve çoğunlukla, günün en yorgun olunan akşamlarında oluyor. ...

Göksu Restaurant

Özellikle öğlen saatlerinde Kızılay, Sakarya civarında düzgün yemek yiyeceğiniz bir yer arıyorsanız en doğru seçim Göksu Restaurant olacaktır. Meşhur Otlangaç'ın karşısına denk düşen mekan, hızlı ve özenli servisi, lezzetli ve fahiş olmayan fiyatları ile bölge insanlarının gönlünde çoktan taht kurmuş. Öğle saatlerindeki kalabalığa karşın hızlı ve özenli servisin sırrı yeterli sayıda personel çalıştırmak olsa gerek. Yemeklerinde etsiz çeşitlerinin az oluşu dışında kusuru yok denebilir. Akşam servisini hiç denemedim, ancak akşamları Sakarya'ya gidenlere fazla hitabetmeyebilir. Afiyet olsun. GÖKSU RESTAURANT Bayındır Sokak No: 22 / A Kızılay - ANKARA tel 312 431 47 27 - 431 22 19

Anıttepe, sokaklar, anlamlar

Ankara, ne yazık ki, içerisinden su geçen şehirlerden değil. Aslında daha doğrusunu söylersem, içerisinden geçen suların üzerini kapatıp yok eden bir kent. İncesu deresi, Kavaklı dere, Ankara çayı hep üzeri kapatılıp, halının altına süpürülen tozlar gibi gözden ırak tutulup unutulmuş kent suları. Hal böyle olunca Başkent, akar suyun kente sağlayacağı güzelliklerden yoksun. Neyse ki arayan için gizli güzellikler barındırıyor.   Anıttepe, bu gizli güzellikleri saklayan semtlerden. Anıtkabir, yılın her mevsimi caddelerden eksik olmayan turist otobüsleri, resmi bayramlarda protokol için kapatılan yollar, son dönemde sıklıkla düzenlenen mitinglere ev sahipliği yapan Tandoğan meydanı, Çankaya Belediyesi'nin  konserlerinin mekanı Anıtpark Anıttepe denildiğinde ilk aklıma gelenler. Ve tabii, geçenlerde bir yarışmada soru olarak da yöneltilen sokak isimleri: Ordular, İlk, Hedef, İleri, Ata ve Akdeniz caddesi.    Anıtkabir'in sınırını oluşturan 3 cadde bulunur: Gen...

Eski Maltepe pazarı eski yerinde yakında bizlerle...

Ankaralılar bilir, kot pantolondan araba teybine, ara musluğundan kuruyemişe ne ararsan bulabildiğin hem de uygun fiyata bulabildiğin bir pazar var(dı): Maltepe camisinin üst tarafından pazartesi dışında (o gün semt pazarı kurulurdu) her gün hizmet veren seyyar paravanlarla ayrılmış küçük dükkancıkların oluşturduğu bir pazardı. Bu pazarın bulunduğu araziye bir alışveriş merkezi yapıldı. Ankara'nın en ilginç mimarisine sahip olduğunu düşündüğüm Malltepe Park, eski pazar esnafının ahını almıştı. Sopalarla dövüle dövüle pazar yerinden atılan esnafın tutan ahı, Malltepe Park'ı iflas noktasına getirdi. Market, dükkanlar derken hayalet alış veriş merkezine dönüştü Malltepe Park. Sonunda alış veriş merkezi yönetimi eski (kendi deyimleriyle tarihi) maltepe pazarını Malltepe Park'ın içine taşımaya karar vermiş.  Bugünlerde hummalı bir çalışma sürüyor Malltepe Park'ta. Dükkanlar alçıpanla küçük dükkancıklara bölünüyor. Öğrendiğime göre şimdiden 70'ten fazla pazar esnafı taş...

değişiklik

Sabah uyandığımda bugünün de diğerleri gibi geçeceğini düşünmüştüm. Aynı şeyleri yapıp, aynı saatte aynı yoldan döneceğimi eve. Oysa bu gördüğünüz geçidi kullanıyorum bu kez.  Aslında bir kaç sokak değişikliği tek yaptığım. Kim bilir hangi zamanda yapılmış bu saray kompleksinin kenarındaki yapıya düşürdüm yolumu.  Küçük değişiklikler yapmak gerek hayatta. Bazen öğlen yemeği için tercih ettiğiniz mekânı, bazen kalvaltıda yediğiniz zeytini, bazen ise ev - iş - okul arasındaki sokağı.     

Sokakbaşı Meyhane, nam-ı diğer Hüseyin'in Meyhanesi

Uzunca bir süredir izlediğim tek televizyon yayını Behzat Ç.'nin Hüseyin'in Meyhanesi mekanı olarak kullandığı Sokakbaşı Meyhanesi'ne sonununda gittim. Hatta yanda gördüğünüz üzere Behzat'ın masasında fotografım da var. Mekan, aslında Behzat Ç. öncesinde de bölgede bilinen sevilen yerlerdendi. Esat dörtyolda, köşebaşında yer alan burayı Behzat Ç.'de mekan olarak kullanmak, muhtemelen Erdal Beşikçioğlu'nun zamanında Sokakbaşı'nın çaprazında bir yer işletmesinden kaynaklanıyordur.  Sokakbaşı'na diziden aşinayız. Havalar iyi olduğunda açık havada büyükçe bir yerleri var. İçerisi de küçük sayılmaz. Mezeler lezzetli, fiyatlar pek ucuz sayılmaz. Dizinin etkisi fiyatlara yansımış görünüyor. Behzat'ın masası rezervasyonlu oluyormuş genelde. Yurt içi ve hatta dışından rezervasyon yapılıyormuş. Mekanın garsonları, kim bölümlerde rol almış. Duvarlarda gazete küpürleri ve diziden görüntülerin yer aldığı fotograflar var.  Yakında final yapacak olan Behzat ...

Psikopati / Saul Black

Polisiye romanların klişeleriyle dolu, Hollywood filmlerinden aşina olduğumuz "kahretsin", "aman tanrım", "kahrolası" kalıplarının bolca kullanıldığı çevirisiyle mısır patlağı tadı veren bir kitap Psikopati. Saul Black'ten okuduğum ilk ve büyük olasılıkla son eser. Vaktinizi daha iyi eserleri okumak için kullanmanızı öneririm. 

boşluk

"Bak ne yaptım, piramidi avucumun içine sığdırdım."   Benzeri milyon kez çekilmiş bir fotoğrafı kendi telefonuyla da kaydetmiş olmanın anlamsız gururu ve mutluluğu sesine yansıyordu. Bak diye seslenmişti ama seslendiği yerde boşluk dışında bir şey yoktu.  Hayatının tümünü kaplayan büyük boşluk. Oysa aşıklar kentine yalnız gelmek değildi planı. Bu hafta çok farklı geçecekti.  Nikahın ardından balayı için geleceklerdi Paris'e. Kalacakları oteli iki ay öncesinden ayarlamıştı. Bir haftalık tatilde gezecekleri yerleri belirlemişti gün gün, hatta saat saat.  Şimdi avucunun içine sığdırdığı piramidin yerinde sevgilisinin eli olabilirdi.  Eğer nikaha bir saat kala, bu iş olmayacak, ben vazgeçtim demeseydi.