Metrodan çıkmak için yürüyen merdivene adımımı attığımda, dışarıda beni nelerin beklediğinden haberim yoktu. Okula, işe yetişme telaşında olanların kalabalığı bitmiş, toplu ulaşım, acelesi olmayanlara kalmıştı. Merdivenin son basamağını geldiğimde sokak sakin ve huzurlu görünüyordu. Sabahın serinliği yerini öğleye geçişin ılıman haline bırakmıştı. Kediler ve martılar duvar diplerine bırakılmış yemleri paylaşıyor, kargalar bu paylaşımdan kendilerine de pay düşecek mi merakıyla olan biteni izliyordu. Her zaman döndüğüm sokağı es geçip ilerledim. Yeni sokak, yeni binalar, yeni yüzler... Tek sokak değiştirince bile karşıma çıkanların farklılığı şaşırttı. Yürümeyi sürdürdüm. Güneş yükselirken bulutsuz gökyüzü alabildiğine maviydi. Karşılaştığım insanların kiminin yüzü tanıdık gelse de bir çoğunu ilk kez görüyordum. Oysa sadece bir sokak değiştirmiştim. Sokağın sonundaki kafenin bahçesinde yaşlı bir çift sabah kahvesi içiyordu. İkisi de sokağa dönük, yan yana san...
Bu fotografı neden çektiğimi, Ankara'da yaşayanlar anlayacaktır. Başlangıçta pek anlam veremediğimiz sarı levhalar döşendi kaldırımlara. Cadde ve sokak boyunca tüm kaldırımda sarı levhalardan oluşan yollar yapıldı. Bir arkadaşım, bu levhalardan (görme engellerinin bastonuyla fark etmeleri için konuluyor) hiç bir yerde görmedik, demişti. Demek ki Londra'ya gitmemişler, belki de gittiklerinde dikkat etmemişler ve son olasılık bu levhalar o zaman yokmuş. Gerçi levhalar tüm sokak, cadde boyunca değil, yol geçişlerine yerleştirilmiş. Ama ülkemizde kaldırımların durumunu düşününce yol boyu olması engelli vatandaşlar için daha güvenli sanırım...
TAS, Londra'da Türk mutfağı. Pahalı bir yere benziyor. St. Paul katedraline yakın. Zaten Ankara'da bolca tattığım için Londra'da denemedim :)
Londra'da her nebze göre şerbet bulunuyor. Kimi Picadilly Circus'ta reklam panolarının fotografını çekerken, benim gibileri Karl Marks'ın ayak izlerini takip ediyor. Üç çocuğunu yetersiz beslenme yüzünden küçük yaşta yitiren Marks'ın yaşadığı ev değil bu bina. V. I. Lenin'in bir dönem çalışmalarını yürüttüğü bina, Karl Marks Kütüphanesi haline getirilmiş, Marks'ın ölümünün 50. yılında. Aşağıda fotografını gördüğünüz bu mütevazi bina da St. Paul katedraline yakın.
ne demeli bilemedim. Steve Jobs'un işleri hep. Kilise bakmış herkeste bir i sevdası, o da kendince igod demiş. Geçenlerde gazetelere tablet kampanyasıyla ilgili bir haber vardı. ayrıntısını yazmayacağım, dileyen tablet kampanyası çocuk cami anahtar kelimeleri ile bulabilir. yaratıcı sevgisini hediyeye endekslemenin dine zararlarını araştırmasını ilahiyatçılara bırakıp Londra fotograflarına devam edeyim.
bu dar sokaklar, günün 4 saatten fazlasını yürüyerek geçirdiğinizde sıkça karşınıza çıkıyor. Londra tuğlalarıyla ilgili Wikipedia bilgilerine buradan bakabilirsiniz.
bana pek kabusu hatırlatmadı ama Ankara'da Susam Sokağı'nın ardından, doğruya onun fotografını eklemedim bloga Ulus halinin civarında, Londra'da Elm caddesi. Fredi burada mı oturuyor acaba?
soğuk. hava rüzgarlı ve soğuk. bakmayın tarihe. mayıs bitiyor olabilir ama Londra soğuk. hele bizim gibi Akdeniz iklimine (Ankara bile olsa Londra'ya göre Akdeniz sayılır) alışkınlar için.
Welcome to the Hotel California.
Londra deyince bekletilmiş arpadan elde edilen sarının ve kimi zaman siyahın tonlarındaki içecekten bahsetmeden olmaz. Biz bu içeceğin şekerlisini adam gibisini tartışırken pek bilmediğimiz, tartışıtığımızın buz dağının görünen yüzü olduğunu bilmeyiz. ülkemizde bu suyun lager olarak adlandırılanının dışındakini bulmak zordur. fotografta gördüğünüz ise bulmacaların değişmez sorusu üç harfli ingiliz birası: ALE.
St. Pancras, uluslararası tren istasyonu. adamlar hızlı tren işini halledeli epey bir zaman olmuş. ne diyelim, geç olsun güç olmasın...
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.