Gölgeleri oldum olsası sevdim. Işığın somut göstergesi gibi geldi bana. Işığın yönüne ve şiddetine göre değişmesini, hayatın farklılaşan akışına benzettim. Uzayan kısalan, koyulaşan belirsizleşen gölgeler... Gölgelerin bu suskun ama etkili varlığı çağrışımlar yaptı ömrüm boyunca. Kökenleri çocukluk yıllarıma kadar uzanıyor belki. Ağaçların uzayan gölgelerini izlerken fark etmiştim ışığın ve karanlığın birbiriyle oyununu. Her gölgenin, öyküsü başkaydı; kimi dinginlik, kimi merak, kimi endişe içerirdi. Sessiz sinema gibi, sözsüz öyküler, giz ile görünen arasındaki ilişkiyi mi yansıtıyor acaba? Gölgelerin etkileyici olmaları biraz da bu yüzden sanırım, hayal gücümüzü işe koymaları. Görünen ile giz arasını doldurması bize kalıyor.
Bu fotografı neden çektiğimi, Ankara'da yaşayanlar anlayacaktır. Başlangıçta pek anlam veremediğimiz sarı levhalar döşendi kaldırımlara. Cadde ve sokak boyunca tüm kaldırımda sarı levhalardan oluşan yollar yapıldı. Bir arkadaşım, bu levhalardan (görme engellerinin bastonuyla fark etmeleri için konuluyor) hiç bir yerde görmedik, demişti. Demek ki Londra'ya gitmemişler, belki de gittiklerinde dikkat etmemişler ve son olasılık bu levhalar o zaman yokmuş. Gerçi levhalar tüm sokak, cadde boyunca değil, yol geçişlerine yerleştirilmiş. Ama ülkemizde kaldırımların durumunu düşününce yol boyu olması engelli vatandaşlar için daha güvenli sanırım...
TAS, Londra'da Türk mutfağı. Pahalı bir yere benziyor. St. Paul katedraline yakın. Zaten Ankara'da bolca tattığım için Londra'da denemedim :)
Londra'da her nebze göre şerbet bulunuyor. Kimi Picadilly Circus'ta reklam panolarının fotografını çekerken, benim gibileri Karl Marks'ın ayak izlerini takip ediyor. Üç çocuğunu yetersiz beslenme yüzünden küçük yaşta yitiren Marks'ın yaşadığı ev değil bu bina. V. I. Lenin'in bir dönem çalışmalarını yürüttüğü bina, Karl Marks Kütüphanesi haline getirilmiş, Marks'ın ölümünün 50. yılında. Aşağıda fotografını gördüğünüz bu mütevazi bina da St. Paul katedraline yakın.
ne demeli bilemedim. Steve Jobs'un işleri hep. Kilise bakmış herkeste bir i sevdası, o da kendince igod demiş. Geçenlerde gazetelere tablet kampanyasıyla ilgili bir haber vardı. ayrıntısını yazmayacağım, dileyen tablet kampanyası çocuk cami anahtar kelimeleri ile bulabilir. yaratıcı sevgisini hediyeye endekslemenin dine zararlarını araştırmasını ilahiyatçılara bırakıp Londra fotograflarına devam edeyim.
bu dar sokaklar, günün 4 saatten fazlasını yürüyerek geçirdiğinizde sıkça karşınıza çıkıyor. Londra tuğlalarıyla ilgili Wikipedia bilgilerine buradan bakabilirsiniz.
bana pek kabusu hatırlatmadı ama Ankara'da Susam Sokağı'nın ardından, doğruya onun fotografını eklemedim bloga Ulus halinin civarında, Londra'da Elm caddesi. Fredi burada mı oturuyor acaba?
soğuk. hava rüzgarlı ve soğuk. bakmayın tarihe. mayıs bitiyor olabilir ama Londra soğuk. hele bizim gibi Akdeniz iklimine (Ankara bile olsa Londra'ya göre Akdeniz sayılır) alışkınlar için.
Welcome to the Hotel California.
Londra deyince bekletilmiş arpadan elde edilen sarının ve kimi zaman siyahın tonlarındaki içecekten bahsetmeden olmaz. Biz bu içeceğin şekerlisini adam gibisini tartışırken pek bilmediğimiz, tartışıtığımızın buz dağının görünen yüzü olduğunu bilmeyiz. ülkemizde bu suyun lager olarak adlandırılanının dışındakini bulmak zordur. fotografta gördüğünüz ise bulmacaların değişmez sorusu üç harfli ingiliz birası: ALE.
St. Pancras, uluslararası tren istasyonu. adamlar hızlı tren işini halledeli epey bir zaman olmuş. ne diyelim, geç olsun güç olmasın...
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.