Gölgeleri oldum olsası sevdim. Işığın somut göstergesi gibi geldi bana. Işığın yönüne ve şiddetine göre değişmesini, hayatın farklılaşan akışına benzettim. Uzayan kısalan, koyulaşan belirsizleşen gölgeler... Gölgelerin bu suskun ama etkili varlığı çağrışımlar yaptı ömrüm boyunca. Kökenleri çocukluk yıllarıma kadar uzanıyor belki. Ağaçların uzayan gölgelerini izlerken fark etmiştim ışığın ve karanlığın birbiriyle oyununu. Her gölgenin, öyküsü başkaydı; kimi dinginlik, kimi merak, kimi endişe içerirdi. Sessiz sinema gibi, sözsüz öyküler, giz ile görünen arasındaki ilişkiyi mi yansıtıyor acaba? Gölgelerin etkileyici olmaları biraz da bu yüzden sanırım, hayal gücümüzü işe koymaları. Görünen ile giz arasını doldurması bize kalıyor.
"...22 Ağustos ile 2 Eylül 1988 tarihleri arasında Zürich Üniversitesi Sosyal Araştırmalar Bürosu'na biri kadınlar, diğeri erkekler tarafından kullanılmak üzere iki telefon bağlandı. 12 gün süreyle, günün 24 saatinde, telefonlara cevap verebilmek üzere dördü erkek, dördü kadın sekiz kişi görevlendirildi. Olabildiğince çok erkek ve kadına ulaşabilmek için tüm İsviçre basın ve yayın organları aracılığıyla duyurular yapıldı. Radyo, TV ve basında yürütülen bu geniş kampanyalar sayesinde, ancak belli sayıda kadın ve erkeğe ulaşma şansımız oldu." s.32
Kitaplarla ilgili yazılarıma alıntıyla başlamamıştım bugüne kadar. Godenzi'nin okudukça tüylerimi ürperten, okudukça elimden bırakmak istediğim bu sarsıcı kitabıyla ilgili yazmaya başka nasıl başlanılır bilemedim. Yukarıdaki alıntıdan da anlayacağınız gibi 176 sayfalık kitap bu araştırma ve sonuçlarını anlatıyor / yorumluyor. Peki yöntemini öğrendiğiniz araştırma, neyi araştırıyor? Onu da tahmin etmek güç olmasa gerek. Kitabın adını: cinsel şiddeti. Bu yöntem ile ulaşılan kadın / erkekler dışında, cinsel saldırı fiilini gerçekleştirdiği gerekçesiyle cezaevinde bulunan 13 tutuklu / hükümlüyle de yüzyüze görüşme yapılmış ve ortaya İsviçre gibi gözümüzde başka yerde olan bir ülkede bile bunlar oluyorsa dedirten kitap ortaya çıkmış.
Kitap, bizde pek üzerinde durulmayan, evlilik içi cinsel şiddet konusuna da vurgu yapıyor. Pek çok çarpıcı rakam var kitapta. Beni en çok şaşırtan ise 161. sayfadaki şu satırlar / rakamlar:
...Basit bir örnek: İsviçre gibi bir ülkenin üniversitelerindeki öğretim görevlillerinin %97-98'ini erkekler oluşturuyorsa, bu oranın bire bir olacağı döneme kadar kadınlara öncelik verilecektir. Haksız bir öneri mi? Peki onca yıllar boyu, sırf "yanlış" cinse mensup oldukları için öğretim görevlisi yapılmayan kadınlar ne düşünürler bu konuda?Türkiye'de bu oran nedir bilmiyorum ama bu kadar acı bir tablo yoktur diye düşünüyorum. Tabii oranın kadınlar lehine olması, kitabın temel konusundaki durumun ülkemizde daha iyi olduğu anlamına gelmiyor.
Sultan Kurucan - Coşar, Yakup Coşar çevirisiyle Haziran 1992'de Ayrıntı yayınlarından çıkan kitabın arka kapağında Türkiye'de geçen yıl 16 bin kadına tecavüz edildi diye yazılmış. Kadın cinayetlerinin ve kadına yönelik şiddetin, tüm önlem çabalarına karşın, hız kesmediği ülkemizde bu kitaptaki gibi araştırmaların da yapılması; bu tip araştırmaların yapılmasını gerektiren ortamların / olayların son bulması en büyük dileğim. Gerçekleşeceğine yönelik bir umudum olmasa da.
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.