Gölgeleri oldum olsası sevdim. Işığın somut göstergesi gibi geldi bana. Işığın yönüne ve şiddetine göre değişmesini, hayatın farklılaşan akışına benzettim. Uzayan kısalan, koyulaşan belirsizleşen gölgeler... Gölgelerin bu suskun ama etkili varlığı hayatımda hep çağrışımlar yapmıştır. Belki de çocukken, duvarlara vuran ağaç gölgelerinin hareketini izlerken hissettiğim o ilk hayranlıktan geliyor bu bağlantı. Sanki ışık ve karanlık bir oyun içinde, birbirlerini tanımalı ve anlama çabalarında buluşuyordu. Her gölge, farklı bir hikâye anlatır gibiydi; bazen bir huzur hissi, bazen de derin bir merak uyandırırdı. Bir düzlemde sessizce var olan bu gölgeler aslında görmediğimiz gerçeklerin yansıması mı? Belki de gölgelerin bu kadar etkileyici olmasının sebebi, tam olarak biçimlendirilmiş olmamaları; bize alan bırakmalarıdır. Tıpkı hayatın kendisi gibi: Belirsizliklerle dolu ama bir o kadar da anlamı bırakılmış. Bir de fotoğraf çekmeyi sevdiğim zamanları hatırlıyorum. En iyi kareleri hep gölgele...
2004 yılı Kasım ayında başlamıştım blog yazmaya. O günden bugüne, aralar vermiş olsam bile, sürdürdüm yazmayı. Bu yazı, çeşitli sebeplerle yayından çekip silmeye kıyamadığım 4 yazıyı da sayınca, 1000 numaralı olanı. Kimi uzun, kimi kısa 1000 yazı yazmışım kendim için. Okunma sıklığını, sevilen yazıları falan takip ediyorum. Yazdıklarım okunsun diye twitter hesabı bile aldım, ama öncelikle kendim için yazdığımı itiraf ediyorum. Kitaplar, yazarlar, mekanlar ve teknik yazılarla başlamıştım. İlk zamanlar tiyatro yazıları da ağırlıktaydı. Çocuklardan sonra tiyatro dönemine ara verdik bir süreliğine. Bu sezonun son oyununda da olsa Aklımdaki Kadınlar'ı izledik geçen gün. Oyunla ilgili yazacağım ayrıca, ama çok etkileyici bir oyun olduğunu söylemekle yetineyim. Eğer önümüzdeki sezon da devam ederse mutlaka izleyin.
Londra fotoğraflarına devam edeyim:
malum trafik ters. cadde / sokak geçerken ne tarafa bakacağını şaşırıyor insan. Londra'da benzer uyarıları Look Left, Look Right şeklinde sıkça gördüm.
Fotograf küçük olunca pek belli olmuyordur. Burası Oxford caddesinden China Town'a geçerken kullanabileceğiniz caddelerden Dean Street. Bina 28 numaralı bina. Altında Quo Vadis (nereye gidiyoruz?) adlı bir bar/restaurant var. Binanın önemi ne peki? Karl Marx bu binanın birinci katında yaşamış ailesiyle. 3 çocuğunu yetersiz beslenme yüzünden kaybettiği ev burası. Şehirde önemli yerleri gösteren bilgilendirici tabelalar var. Dean caddesinin üzerinde de var böyle bir levha. Nedendir bilinmez (!) Marx'ın evi bu levhada yer almıyor.
Benzer bir sistem Paris'te de vardı. Bisiklet, ciddi bir ulaşım aracı.
Soho'da bir kokteyl bar. Öğrendiğime göre bir zincirmiş. Bu şubesini diğerlerinden ayıran ise konumu. Soho'da Marx'ın Dean caddesindeki evine yakın bu binanın ikinci katındaki Red Lion isimli barda, ki günümüzde ikinci katta bar falan yok, "dünyanın bütün işçileri birleşin" sloganı bulunmuş ve Komünist Manifesto kaleme alınmış. Barda bu bilgileri bulamıyorsunuz. Bu bilgiler Londra rehberlerinde de yok. Peki ben nereden öğrendim? Rachel Howard ile Bill Nash'in yazdığı Secret LONDON An Unusual Guide adlı kitaptan.
Londra'nın bir başka sembolü taksiler. Klasik olanı siyah renkli, gerçi ben her rengini gördüm.
Be At One barın bir başka fotoğrafı. Adresini merak edenler için: 20 Great Windmill Street London.
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.