Gölgeleri oldum olsası sevdim. Işığın somut göstergesi gibi geldi bana. Işığın yönüne ve şiddetine göre değişmesini, hayatın farklılaşan akışına benzettim. Uzayan kısalan, koyulaşan belirsizleşen gölgeler... Gölgelerin bu suskun ama etkili varlığı çağrışımlar yaptı ömrüm boyunca. Kökenleri çocukluk yıllarıma kadar uzanıyor belki. Ağaçların uzayan gölgelerini izlerken fark etmiştim ışığın ve karanlığın birbiriyle oyununu. Her gölgenin, öyküsü başkaydı; kimi dinginlik, kimi merak, kimi endişe içerirdi. Sessiz sinema gibi, sözsüz öyküler, giz ile görünen arasındaki ilişkiyi mi yansıtıyor acaba? Gölgelerin etkileyici olmaları biraz da bu yüzden sanırım, hayal gücümüzü işe koymaları. Görünen ile giz arasını doldurması bize kalıyor.
Sanatta, bilimde kariyer mi önemli, mutlu bir evlilik mi?
İlk baskısını Yapı Kredi Yayınları'ndan 1995 yılında yapan Gölgenin Kadınları'nın benim okuduğum 2008 tarihli Agora Kitaplığı tarafından yayınlanan ikinci baskısıydı. Kitap, hayatlarının bir bölümünü birlikte geçirdikleri kocalarını hemen hepimizin tanıdığı, 11 kadını anlatıyor. Kadınların ortak noktaları, evlendiklerinde sanatın bir alanında varolan kariyerlerini evlilikle birlikte sürdür(e)meyip kocalarına destek olmaları. 111 sayfalık kitapta konu edilen çiftler şöyle: Aziz Nesin / Meral Çelen, Ulvi / Selçuk Uraz, Ayhan / Selçuk Baran, Magdelena Rufer / Sabahattin Eyüboğlu, Şayeste / Sami Ayanoğlu, Saynur Güzelson / Halim Şefik, Elif Sorgun / Cemal Süreya, Nilüfer / Adnan Saygun, Tolga Tiğin / Oğuz Aral, Nasip / Nuri İyem ve Suat Derviş / Reşat Fuat Baraner.
Kitapta anlatılan hayatları okurken düşündüm sonuçta insan ne için yaşıyor diye. Kariyeri için mi mutlu olmak için mi? Konu edilen hayatları yaşayan kadınlar arasında
Bugün geriye dönüp baktığında duyduğu pişmanlığı gizlemiyor Selçuk Uraz. Daha Ulvi Uraz'ın tiyatrosunun başına geçtiği gün kendisini feda ettiğinin farkına vardığını söylüyor, ama yine de, "Ben vazgeçmeseydim o perişan olacaktı," diyor: "En ufak sıkıntısında bana gelir, bana sığınırdı. Onu üzemezdim." Zaman zaman, "Benim fedakar karıcığım, " demişti Ulvi Uraz, ama kendisi için piyanosundan vazgeçtiğini söylememişti asla. Eğer bir kez daha aynı süreci yaşayacak olsa nasıl davranır ya da öğrencilerine neyi öğütler Selçuk Uraz? Sanatını mı aşkı mı yeğlemeli bir insan? Hayır, asla piyanosundan vazgeçmezdi. Öğrencilerine de verilecek bir tek cevabı olurdu: "Ne olursa olsun, sanatınızdan vazgeçmeyin." Ve eklerdi:" Büyük bir yıkımdır bu, acısı da büyük olur." s.94
diyen de var
Bugün, yetmiş yaşına karşın ders vermeyi sürdüren Magdi Rufer ise hayatın önünde açtığı yollardan kendisini bugüne getireni seçtiği için pişman değil. Yaşadıklarını bir fedakarlık olarak da düşünmüyor. Ona göre yaşanması gereken yaşandı. "Buradayım ve mutluyum," diyor. Ya müzik, ya kariyer? Evet, eğer Fransa'da kalsaydı bir kariyer yapabilirdi. Belki daha yıllarca resital verebilirdi, ama o bunu hiç düşünmemişti. s84
diyen de. Bana kalırsa burada önemli olan bu 11 kadının dönüp geçmişe baktığında ne düşündüğü değil.
Başa dönersek, özellikle kadınlar, neden kariyer ile mutlu evlilik arasında tercih yapmak zorunda kalsın ki? Neden ikisi birlikte olmasın? Ailenin kadın/erkeğe biçtiği rolleri sorgulamak gerekiyor. "Toplumsal cinsiyet" denilen kavram üzerine düşünmek gerekiyor. Günçıkan'ın akıcı anlatımı ile bu soruları sordurtan / sorunları düşündürten kitabı önemli. Umarım
daha çok baskı yapar, daha fazla okunur.
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.