Gölgeleri oldum olsası sevdim. Işığın somut göstergesi gibi geldi bana. Işığın yönüne ve şiddetine göre değişmesini, hayatın farklılaşan akışına benzettim. Uzayan kısalan, koyulaşan belirsizleşen gölgeler... Gölgelerin bu suskun ama etkili varlığı çağrışımlar yaptı ömrüm boyunca. Kökenleri çocukluk yıllarıma kadar uzanıyor belki. Ağaçların uzayan gölgelerini izlerken fark etmiştim ışığın ve karanlığın birbiriyle oyununu. Her gölgenin, öyküsü başkaydı; kimi dinginlik, kimi merak, kimi endişe içerirdi. Sessiz sinema gibi, sözsüz öyküler, giz ile görünen arasındaki ilişkiyi mi yansıtıyor acaba? Gölgelerin etkileyici olmaları biraz da bu yüzden sanırım, hayal gücümüzü işe koymaları. Görünen ile giz arasını doldurması bize kalıyor.
İnci Aral'ın öykülerini okumaya devam. 2006 yılında yayınlanan Ruhumu Öpmeyi Unuttun adlı kitapta 10 öykü yer alıyor. Kitabın başındaki sunuş yazısında Aral, "bu kitaptaki öykü kişilerinin ortak noktaları, hayatlarının bir döneminde ölümle ilgili olağandışı bir deneyim yaşamış olduklarına inanmalarıdır" demiş. Bu sunuş yazısını okuduktan sonra heyecanlandım. Aral'ın diğer öykü kitaplarından farklı bir kitap ile karşı karşıya olduğumu anladım. Kitabı okudukça, bu tespitim doğruluğunu gördüm. Alaca karanlık kuşağı öyküleri tadında öyküleri okuyarak, hayal mi gerçek mi bilemeden sayfaları çevirdim. Kitap, 10 öyküden oluşuyor. Her öyküde yeni bir olay ile karşılaşmıyoruz. Kimi öyküler birbirinin devamı niteliğinde. Pembe kayışlı saat başlıklı öykü, Aral'ın başından geçen bir olaya ilişkin. Bu olay gerçekten yaşandı mı merak ettim okurken. Önemi var mı gerçekliğinin o da ayrı bir soru tabii. Alın Yazısı, trajikomik bir öykü. Heyecanla sonuna kadar okutup, aslında alın yazısının değişmezliğini vurguluyor belki de.
Beni en çok etkileyen öykü ise hiç şüphesiz Gelecek başlıklı olanı. Aşağıda alıntıladığım paragraftakine benzer hayatım olmadığı için kendimi şanslı sayıyorum. Anlatılan hayatın benzerini yaşayan çoğunluğu düşününce içim kararıyor. Oysa biraz özen göstersek, çok zor değil farklılaştırmak. Televizyonu hayatımızdan çıkartarak başlıyabiliriz işe. Neyse, Aral'ın güçlü kaleminden çoğumuzun sıkıcı hayatından bir kesit. Başarısız intihar girişiminden sonra hafızasını yitiren Turgut, karısına bakarken düşünür:
"En az kadının yaşında bir devlet memuruyum. Üç kuruş aylıkla ailemi geçindirmeye çalışıyorum. Karım çalışmıyor, sıkı bir ev ekonomisi uyguluyor. Bu kıyı mahallede, bu kötü evde oturuyoruz. Oğlan okumak istemiyor. Geceleri horluyorum. Karımla hafta bir, adet yerini bulsun diye yatıyorum ve bankadaki kızları dikizliyorum. Akşamları ay çekirdeği yiyerek televizyona bakıyoruz. Her şey, her zaman çok sıkıcı, yaşamak acıklı-gülünç bir oyun ve...
Ölümüm uzun sürecek görünüyor..." ( s.98)
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.