Metrodan çıkmak için yürüyen merdivene adımımı attığımda, dışarıda beni nelerin beklediğinden haberim yoktu. Okula, işe yetişme telaşında olanların kalabalığı bitmiş, toplu ulaşım, acelesi olmayanlara kalmıştı. Merdivenin son basamağını geldiğimde sokak sakin ve huzurlu görünüyordu. Sabahın serinliği yerini öğleye geçişin ılıman haline bırakmıştı. Kediler ve martılar duvar diplerine bırakılmış yemleri paylaşıyor, kargalar bu paylaşımdan kendilerine de pay düşecek mi merakıyla olan biteni izliyordu. Her zaman döndüğüm sokağı es geçip ilerledim. Yeni sokak, yeni binalar, yeni yüzler... Tek sokak değiştirince bile karşıma çıkanların farklılığı şaşırttı. Yürümeyi sürdürdüm. Güneş yükselirken bulutsuz gökyüzü alabildiğine maviydi. Karşılaştığım insanların kiminin yüzü tanıdık gelse de bir çoğunu ilk kez görüyordum. Oysa sadece bir sokak değiştirmiştim. Sokağın sonundaki kafenin bahçesinde yaşlı bir çift sabah kahvesi içiyordu. İkisi de sokağa dönük, yan yana san...
"Namuslu olmak ne zor şeymiş meğer. Bir gün Almanların pabucunu yalayan ertesi gün İngilizlere takla atan, daha ertesi gün de Amerika'ya kavuk sallayan soysuzlar gibi olmak istemedik. Yalnız ve yalnız bir tek milletin önünde secdeye vardık. O da cefakeş milletimizdir. Meğer ne büyük günah işlemişiz! Kanunlu, kanunsuz baskılar altında ezile ezile pestile döndük. Bugünün itibarlı kişileri gibi, kese doldurmadık, makam peşinde koşmadık. İç ve dış bankalara yatırmadık, han, apartman sahibi olmak, sağdan soldan vurmak ve milleti kasıp kavurmak emellerine kapılmadık. Bütün kavgamızda kendimiz için hiçbir şey istemedik. Yalnız ve yalnız bu yurdun bütün yükünü omuzlarında taşıyan milyonlarca insanın derdine derman olacak yolları araştırmak istedik. Bu ne affedilmez suçmuş meğer! Neredeyse, yoldan geçerken mide uşakları arkamızdan bağıracak: 'Görüyor musun şu haini! İlle de namuslu kalmak istiyor ve ahengimizi bozuyor...' Çalmadan, çırpmadan, bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalıydı. Namuslu olmak ne zor şeymiş meğer! Bereket, zora katlanmasını bilen bu millet de namuslu"
25 Kasım 1947 tarihli Ali Baba'nın ilk sayısında Sabahattin Ali'nin yazdıkları yukarıdaki metin. "Filiz Hiç Üzülmesin" Sabahattin Ali'nin Objektifinden, Kızı Filiz'in Gözünden Bir Yaşamöyküsü adlı kitap, Sel yayınlarından 1995'te çıkmış. Yapı Kredi Yayınları, Haziran 2011'de genişletilmiş baskısını yayınlamış. Sert karton kapaklı, 157 sayfalık kitap beni derinden etkiledi. Başın öne eğilmesin, benim meskenim dağlardır gibi bestelenmiş şiirleriyle bir çoklarının tanıdığı Sabahattin Ali'nin pek bilinmeyen hayatını anlatıyor kızı. Bu kadar kısa bir ömre bu kadar çok şey sığdırmak karşısında hayran kaldım.
Ankara'nın 1940'lardaki haline dair pek çok fotograf karesi ile süslenmiş kitap. Sabahattin Ali, şairliğinin yazarlığının dışında ödüllü fotografları da olan çok yönlü bir sanatçıymış. Otomatik makinesi ile kendi portrelerini de çekmiş. Karanfil sokaktaki Adalar apartmanını, fırsat bulduğum ilk gün arayacağım. Muhtemelen halen ayaktadır bu bina. Binayı bulabilirsem terasından bugünün Ankara'sını fotograflayacağım. Bu teras, Ali ailesinin bir dönem yaşadığı evmiş. Ülkenin geçmişine dair okudukça, ileride bugünleri okuyanların düşüneceklerini düşünüyorum. Karmaşık bir cümle oldu farkındayım. Olsun varsın, sen anladın onu!
25 Kasım 1947 tarihli Ali Baba'nın ilk sayısında Sabahattin Ali'nin yazdıkları yukarıdaki metin. "Filiz Hiç Üzülmesin" Sabahattin Ali'nin Objektifinden, Kızı Filiz'in Gözünden Bir Yaşamöyküsü adlı kitap, Sel yayınlarından 1995'te çıkmış. Yapı Kredi Yayınları, Haziran 2011'de genişletilmiş baskısını yayınlamış. Sert karton kapaklı, 157 sayfalık kitap beni derinden etkiledi. Başın öne eğilmesin, benim meskenim dağlardır gibi bestelenmiş şiirleriyle bir çoklarının tanıdığı Sabahattin Ali'nin pek bilinmeyen hayatını anlatıyor kızı. Bu kadar kısa bir ömre bu kadar çok şey sığdırmak karşısında hayran kaldım.
Ankara'nın 1940'lardaki haline dair pek çok fotograf karesi ile süslenmiş kitap. Sabahattin Ali, şairliğinin yazarlığının dışında ödüllü fotografları da olan çok yönlü bir sanatçıymış. Otomatik makinesi ile kendi portrelerini de çekmiş. Karanfil sokaktaki Adalar apartmanını, fırsat bulduğum ilk gün arayacağım. Muhtemelen halen ayaktadır bu bina. Binayı bulabilirsem terasından bugünün Ankara'sını fotograflayacağım. Bu teras, Ali ailesinin bir dönem yaşadığı evmiş. Ülkenin geçmişine dair okudukça, ileride bugünleri okuyanların düşüneceklerini düşünüyorum. Karmaşık bir cümle oldu farkındayım. Olsun varsın, sen anladın onu!
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.