Gölgeleri oldum olsası sevdim. Işığın somut göstergesi gibi geldi bana. Işığın yönüne ve şiddetine göre değişmesini, hayatın farklılaşan akışına benzettim. Uzayan kısalan, koyulaşan belirsizleşen gölgeler... Gölgelerin bu suskun ama etkili varlığı çağrışımlar yaptı ömrüm boyunca. Kökenleri çocukluk yıllarıma kadar uzanıyor belki. Ağaçların uzayan gölgelerini izlerken fark etmiştim ışığın ve karanlığın birbiriyle oyununu. Her gölgenin, öyküsü başkaydı; kimi dinginlik, kimi merak, kimi endişe içerirdi. Sessiz sinema gibi, sözsüz öyküler, giz ile görünen arasındaki ilişkiyi mi yansıtıyor acaba? Gölgelerin etkileyici olmaları biraz da bu yüzden sanırım, hayal gücümüzü işe koymaları. Görünen ile giz arasını doldurması bize kalıyor.
"Akşam yemeğini ocağa koyduğunda her şey toplanmış, temizlenmiş, yerini bulmuş olurdu. Öğle sonundan akşamüzerine kadar sürecek ve çocuklar okuladan geldiğinde yeniden bozulmaya başlayacak olan o kısa süreli düzeni sağlamak için yaşadığını düşünürdü çoğu zaman Solmaz. Ama bu süre kendisi için vazgeçilemeyecek bir önem taşıyordu. Yalnızca kendisi için yaşayabileceği birkaç saat vardı önünde şimdi." (Sevginin Eşsiz Kışı, s.111)
Yukarıda alıntıladığım paragraf Sevginin Eşsiz Kışı adlı öykü kitabının Kutu isimli öyküsünden. Hangimiz hayatımızın farklı olduğunu ileri sürebilir ki? Evde oturup çocuk bakmıyorum diyenler, çocuğun yerini iş ile değiştirip yeniden okuyabilir paragrafı. Ya da işe gitmiyorum öğrenciyim diyenler dersleri koyabilir mesela. Demem o ki hepimiz hayatımızın büyük bölümünü zorunlu olmadıkça yapmayacağımız şeyleri yaparak, kendimize, ama sadece kendimize, ait kısacık zaman dilimlerine kavuşmak için yaşıyoruz. Peki buna birisi mi zorladı bizleri? İşe, okula, ilişkilere girmek için kendimiz mücadele etmedik mi? Halen sürdürebilmek uğruna bu yaşantıyı, canını dişine takıp çabalayan başkası mı?
İnci Aral'ın 1986 yılında ilk baskısını yapan 7 öykülük bu kitabı, yukarıdaki sorulara yanıt vermiyor. Aslında Aral, ilişkiler üzerine yazılmış öykülerle dolu kitabında bu soruları doğrudan sormuyor. Özenli dili, akıcı anlatımı ile düşündürüyor, sorgulatıyor. Fırtınakuşu başlıklı öykü, beni en çok etkileyen öykü oldu. Böylesi ilişkilerin yaşandığını bilmek etkiledi beni belki de. eyse, Aral okumaya devam...
Yukarıda alıntıladığım paragraf Sevginin Eşsiz Kışı adlı öykü kitabının Kutu isimli öyküsünden. Hangimiz hayatımızın farklı olduğunu ileri sürebilir ki? Evde oturup çocuk bakmıyorum diyenler, çocuğun yerini iş ile değiştirip yeniden okuyabilir paragrafı. Ya da işe gitmiyorum öğrenciyim diyenler dersleri koyabilir mesela. Demem o ki hepimiz hayatımızın büyük bölümünü zorunlu olmadıkça yapmayacağımız şeyleri yaparak, kendimize, ama sadece kendimize, ait kısacık zaman dilimlerine kavuşmak için yaşıyoruz. Peki buna birisi mi zorladı bizleri? İşe, okula, ilişkilere girmek için kendimiz mücadele etmedik mi? Halen sürdürebilmek uğruna bu yaşantıyı, canını dişine takıp çabalayan başkası mı?
İnci Aral'ın 1986 yılında ilk baskısını yapan 7 öykülük bu kitabı, yukarıdaki sorulara yanıt vermiyor. Aslında Aral, ilişkiler üzerine yazılmış öykülerle dolu kitabında bu soruları doğrudan sormuyor. Özenli dili, akıcı anlatımı ile düşündürüyor, sorgulatıyor. Fırtınakuşu başlıklı öykü, beni en çok etkileyen öykü oldu. Böylesi ilişkilerin yaşandığını bilmek etkiledi beni belki de. eyse, Aral okumaya devam...
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.