Metrodan çıkmak için yürüyen merdivene adımımı attığımda, dışarıda beni nelerin beklediğinden haberim yoktu. Okula, işe yetişme telaşında olanların kalabalığı bitmiş, toplu ulaşım, acelesi olmayanlara kalmıştı. Merdivenin son basamağını geldiğimde sokak sakin ve huzurlu görünüyordu. Sabahın serinliği yerini öğleye geçişin ılıman haline bırakmıştı. Kediler ve martılar duvar diplerine bırakılmış yemleri paylaşıyor, kargalar bu paylaşımdan kendilerine de pay düşecek mi merakıyla olan biteni izliyordu. Her zaman döndüğüm sokağı es geçip ilerledim. Yeni sokak, yeni binalar, yeni yüzler... Tek sokak değiştirince bile karşıma çıkanların farklılığı şaşırttı. Yürümeyi sürdürdüm. Güneş yükselirken bulutsuz gökyüzü alabildiğine maviydi. Karşılaştığım insanların kiminin yüzü tanıdık gelse de bir çoğunu ilk kez görüyordum. Oysa sadece bir sokak değiştirmiştim. Sokağın sonundaki kafenin bahçesinde yaşlı bir çift sabah kahvesi içiyordu. İkisi de sokağa dönük, yan yana san...
Romanlarından ve t24.com.tr'de yazdığı yazılardan tanıdığım Oya Baydar ile bir zamanlar kitap imzalattığım Osman Ulagay'ın bir yakını olduğunu tahmin ettiğim Melek Ulagay'ın anılarını yazdıklarını öğrendiğimde heyecanlandım. Heyecanımın bir nedeni anı okumayı seviyor oluşum, diğer nedeni ise yaşımızın yetmediği dönemleri, bizzat yaşayanların anlatımıyla dinleme olanağı. Bu heyecanların etkisiyle olsa gerek Şubat 2011 tarihli, 430 sayfalık kitabı bir kaç hafta içerisinde bitirdim.
Kitap ile ilgili bir çok gazetede, geçenlerde televizyonda eşim rastlamış, söyleşiler yer alıyor. Yayınlanmasının üzerinden bu kadar kısa süre geçmiş olmasına karşın kitabın bu denli ele alınıyor oluşu sevindirici. Okumayan insanlardan oluşan bir toplumuz. Okumaz ve yazmazız çoğumuz. Sorulduğunda okur-yazar olduğumuz söylesek bile gerçek böyle değil. Yaşadıklarını paylaşan Baydar ve Ulagay'a teşekkür ediyorum. Yaptıkları hiç kolay bir şey değil. Baydar'ın deyimiyle: biri burjuva, öteki küçük burjuva iki tuzu kuru kadın oturmuş dönek dönek konuşuyorlar diyenler olacaktır (s.427).
Kitapta bir kaç yerde vurgulandığı gibi anlatılan belgesel niteliğinde şeylerden ziyade iki kadının bir dönemi. Belgesel gibi tarafsız değil. Tabii belgeseller tarafsız mı o da tartışmalı aslında. Demek istediğim, iki yazar kendi gözlerinden anlatıyor yaşadıklarını. Başkası aynı dönemdeki aynı olayları anlatsa başka türlü anlatacak belki.
Baydar'ın daha önce okuduğum romanlarında ipuçlarını bulduğum görüşlerinin filizlerine rastladım bu anlatı kitabında. İktidarın sorgulanışı mesela. Baydar anlatıda şöyle diyor:
...Ama en zor göze aldığımızi hatta göze alamadığımız şeyi kendi örgütümüzden, kendi cemaatimizden dışlanmaktı. Orada yeterince cesur olamadık. Dinsel tarikatlar, semaatler için de böyledir sanırım...(s.268)
İktidar, iktidar mücadelesi yapıları ve insanları en hızlı bozan unsurlar sanırım. Kısa sayılabilecek meslek odası yöneticiliğim sırasında, iş yerlerinde ve hatta ikili ilişkilerin tümünde iktidar mücadelesinin izlerini gördüm. İster istemez her yaşayanı etkisi altına alan, ilişkinin sıcaklığından sıyrılıp olaylara yukarıdan bakamadığınızda ilişkideki iktidarı amaç haline dönüştürerek her ne pahasına olursa olsun onu korumak için uğraşmaya başlamanıza sebep olan bir şey iktidar. Kendi adıma bulduğum çözüm olabildiğince bu 'mücadeleden' uzak durmak.
Kitap, insanın içini acıtan öykülerle dolu. 1970 ve 80'lerde yaşananlara bugünden bakınca ne acılar, ne sıkıntılar çekilmiş diye düşünüyor insan. Elbette bugünden bakmak ile o gün yaşamak farklı şeyler. Yazarların ikisi de yaşadıklarından pişmanlık duymadıklarını bir kaç yerde tekrarlıyor. Tekrarladıkları bir diğer ortak görüş ise kitabın sonlarında yeniden vurgulanıyor:
...Ama bu yaşa gelince, değişimin yönünün daha iyi bir dünyaya doğru olduğunu dünya gözüyle görmek istiyor insan. Bunları söylerken başka bir dünya (Oya Baydar / s.426)
mümkün diyerek yaşanabilir bir dünya için, barış için, çevre için, adalet, eşitlik, özgürlük için her türlü ayrımcılığa başkaldıran; bizden çok farklı, çok daha yaratıcı, cıvıl cıvıl yöntemlerle mücadele veren gençleri görünce, dinleyşnce yeniden umutlanıyorum. Kendi kötümserliğime kızıyorum.
..Değişmiş olsa, niye uğraşıp duruyorum ki hala şu yaşımda? Gidip bir sahil kasabasında ayağımı uzatıp, kitabımı okuyup yiyip içmek, bu keyif kaçırıcı konularla hiç uğraşmamak varken niçin hala dağ bayır dolaşarak, sürekli seyahat ederek insanlara ulaşmaya, filmler yapmaya çalışıyorum ki?...(Melek Ulagay / s.428)
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.