Metrodan çıkmak için yürüyen merdivene adımımı attığımda, dışarıda beni nelerin beklediğinden haberim yoktu. Okula, işe yetişme telaşında olanların kalabalığı bitmiş, toplu ulaşım, acelesi olmayanlara kalmıştı. Merdivenin son basamağını geldiğimde sokak sakin ve huzurlu görünüyordu. Sabahın serinliği yerini öğleye geçişin ılıman haline bırakmıştı. Kediler ve martılar duvar diplerine bırakılmış yemleri paylaşıyor, kargalar bu paylaşımdan kendilerine de pay düşecek mi merakıyla olan biteni izliyordu. Her zaman döndüğüm sokağı es geçip ilerledim. Yeni sokak, yeni binalar, yeni yüzler... Tek sokak değiştirince bile karşıma çıkanların farklılığı şaşırttı. Yürümeyi sürdürdüm. Güneş yükselirken bulutsuz gökyüzü alabildiğine maviydi. Karşılaştığım insanların kiminin yüzü tanıdık gelse de bir çoğunu ilk kez görüyordum. Oysa sadece bir sokak değiştirmiştim. Sokağın sonundaki kafenin bahçesinde yaşlı bir çift sabah kahvesi içiyordu. İkisi de sokağa dönük, yan yana san...
Aslında Av Mevsimi'ni izlemeyecektim. Yavuz Turgul'un bu son filmiyle ilgili Turgul ile yapılan bir söyleşiyi okuduktan sonra izlememeye karar vermiştim. 6 yıl boyunca kafasında çektiği filmi anlatıyordu söyleşide. Oyunculara hareket alanı bırakmadığından, sadece istediğini vermelerini beklediğinden söz ediyordu. Ardından Oray Eğin ve Ahmet Hakan köşelerinde filme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Eğin'in yazısını abartılı bulmuştum. Kendim izleyip kendim değerlendireyim de demedim. İzlemeyecektim Av Mevsimini, ancak gittiğim sinemanın iki salonunda birden oynuyordu ve izlenecek başka film (mesela Çakal) oynamıyordu. Girişi fazla uzattım. Gelişmeye, filme, geçeyim.
Son sözü baştan söyleyeyim: vaktinize ve paranıza yazık etmeyin. İki saati aşkın süresine, bir de sinema salonunun filmin başında gösterdiği 15 dakikalık reklam eklenince, toplamda 3 saate yakın bir zaman çalıyor hayattan. Belki Behzat Ç. dizisi başlamamış olsaydı Av Mevsimi'ndeki karakterler bu kadar kalemle yazılmış kalmazdı. Ferman (Şener Şen), sanki 1987 yapımı Muhsin Bey filmindeki Muhsin, gelmiş cinayet masasında Avcı lakaplı bir polis olmuş. Yıllarca cinayetlerle ilgilenmiş, başarılı bir polis. Ama bu özelliklerini hep söylenenlerden anlıyoruz. Ne duruşunda, ne bakışında böyle bir insan var. Turgul'un söyleşisini okumamış olsam Şen'in oyunculuğuna ilişkin bir sürü şey yazabilirdim. Ancak Turgul'un söylediklerinden anlaşılan böyle oynamasını istemiş. Deli İdris (Cem Yılmaz) Laz. Annesi evde Lazca konuşuyor. Karısı (Melisa Sözen) de Laz. İdris, dilini o kadar düzeltmiş ki ne karısıyla konuşurken ne annesiyle konuşurken, hiç şiveli konuşmuyor. Bence filmin ayakta kalan iki oyuncusu var: Okan Yalabık ile Çetin Tekindor. İkisi de canlandırdıkları karakterleri inandırıcı kılıyor.
Filmin ilk yarısı bitmeden sonu tahmin edilir hale geliyor. Bir polisiye için, hem de iki saati aşkın süre devam eden bir polisiye için başarısızlığının kanıtı gibi bu durum. Başka sıkıntılar da var elbette. Mesela İdris'in eski bir polis için verilen veda yemeğinde söylediği Hayde şarkısına ortamdaki arkadaşlarını dahil ettiği sahne. Sahneyi izlerken, bu kadar uyumlu ritm tutturmaları olanaksız diye düşünmüştüm. Filmin sonunda bir ritm grubuna teşekkür yazısını görünce haksız olmadığımı anladım. İdris'in kıskançlıkla bir adamı dövmesinin ardından yaralanan elini bir iki sahne sonra düzelmiş olarak görüyoruz. Filmin başarısızlığının sebeplerinden birisi de gerçeklikten uzaklığı. Merak ediyorum İstanbul Emniyeti'nde cinayet masasındaki polisler Passat mı kullanıyor? Ya da girdiği her sektörde %20'lik pazar payına sahip ülkenin sayılı zenginleri makam aracı olarak Audi A6 mı kullanıyor? VW reklamı yapacağım diye kasmanın gereği var mı?
Son söz olarak 1990 yılında Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni'ni yazıp yöneten Yavuz Turgul, o filmindeki Haşmet haline dönmüş Av Mevsimi'nde. Kısacası olmamış...
hocam "başka bira aralık mümkün" filmin şiarıydı ve sen aralığı kaçırdığın için olan biteni görememişsin...sağlık olsun
YanıtlaSilöyle diyorsan öyledir rüştü hocam.
YanıtlaSil