Kimi bir kaç cümlelik kimi bir kaç sayfalık anılarla dolu öykücükler ve tümünü bağlayan farklı bir kurgu. Barış Bıçakçı'nın son novellasını severek okudum. Okuma heyecanını bozmadan, konusundan kısaca bahsetmek istiyorum. Halis Bey, emekli elektrik mühendisi. Ayşe ise başarılı bulunan bir öykü kitabı yayınlamış bir peyzaj mimarı ve tercüme yaparak hayatını kazanıyor. Tercüme bürosunda rastlaşıyorlar ve Halis Bey Ayşe'den anılarını öyküleştirmesini istiyor, ücreti karşılığında. Novella, Halis Bey'in anıları ve Ayşe'nin hayatını anlatan bölümlerle kurulmuş. Novellada yer alan bölümlerin her biri ayrı öyküler haline getirilebilecek derinlikte. Ayşe'nin hayatına dair bölümlerde ülkenin gündemine dair göndermeler de yer alıyor. Daha önce okuduğum eserlerinde olduğu gibi bolca Ankara var arka planda. Hatta Garson başlıklı bölümde Ankara başrolde. İstanbullular deniz yok, fazla gri dese de Ankara, Ankara'da yaşamaya alışmışlar için kendine has özellikleri ve güzelli...
Aslında Av Mevsimi'ni izlemeyecektim. Yavuz Turgul'un bu son filmiyle ilgili Turgul ile yapılan bir söyleşiyi okuduktan sonra izlememeye karar vermiştim. 6 yıl boyunca kafasında çektiği filmi anlatıyordu söyleşide. Oyunculara hareket alanı bırakmadığından, sadece istediğini vermelerini beklediğinden söz ediyordu. Ardından Oray Eğin ve Ahmet Hakan köşelerinde filme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Eğin'in yazısını abartılı bulmuştum. Kendim izleyip kendim değerlendireyim de demedim. İzlemeyecektim Av Mevsimini, ancak gittiğim sinemanın iki salonunda birden oynuyordu ve izlenecek başka film (mesela Çakal) oynamıyordu. Girişi fazla uzattım. Gelişmeye, filme, geçeyim.
Son sözü baştan söyleyeyim: vaktinize ve paranıza yazık etmeyin. İki saati aşkın süresine, bir de sinema salonunun filmin başında gösterdiği 15 dakikalık reklam eklenince, toplamda 3 saate yakın bir zaman çalıyor hayattan. Belki Behzat Ç. dizisi başlamamış olsaydı Av Mevsimi'ndeki karakterler bu kadar kalemle yazılmış kalmazdı. Ferman (Şener Şen), sanki 1987 yapımı Muhsin Bey filmindeki Muhsin, gelmiş cinayet masasında Avcı lakaplı bir polis olmuş. Yıllarca cinayetlerle ilgilenmiş, başarılı bir polis. Ama bu özelliklerini hep söylenenlerden anlıyoruz. Ne duruşunda, ne bakışında böyle bir insan var. Turgul'un söyleşisini okumamış olsam Şen'in oyunculuğuna ilişkin bir sürü şey yazabilirdim. Ancak Turgul'un söylediklerinden anlaşılan böyle oynamasını istemiş. Deli İdris (Cem Yılmaz) Laz. Annesi evde Lazca konuşuyor. Karısı (Melisa Sözen) de Laz. İdris, dilini o kadar düzeltmiş ki ne karısıyla konuşurken ne annesiyle konuşurken, hiç şiveli konuşmuyor. Bence filmin ayakta kalan iki oyuncusu var: Okan Yalabık ile Çetin Tekindor. İkisi de canlandırdıkları karakterleri inandırıcı kılıyor.
Filmin ilk yarısı bitmeden sonu tahmin edilir hale geliyor. Bir polisiye için, hem de iki saati aşkın süre devam eden bir polisiye için başarısızlığının kanıtı gibi bu durum. Başka sıkıntılar da var elbette. Mesela İdris'in eski bir polis için verilen veda yemeğinde söylediği Hayde şarkısına ortamdaki arkadaşlarını dahil ettiği sahne. Sahneyi izlerken, bu kadar uyumlu ritm tutturmaları olanaksız diye düşünmüştüm. Filmin sonunda bir ritm grubuna teşekkür yazısını görünce haksız olmadığımı anladım. İdris'in kıskançlıkla bir adamı dövmesinin ardından yaralanan elini bir iki sahne sonra düzelmiş olarak görüyoruz. Filmin başarısızlığının sebeplerinden birisi de gerçeklikten uzaklığı. Merak ediyorum İstanbul Emniyeti'nde cinayet masasındaki polisler Passat mı kullanıyor? Ya da girdiği her sektörde %20'lik pazar payına sahip ülkenin sayılı zenginleri makam aracı olarak Audi A6 mı kullanıyor? VW reklamı yapacağım diye kasmanın gereği var mı?
Son söz olarak 1990 yılında Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni'ni yazıp yöneten Yavuz Turgul, o filmindeki Haşmet haline dönmüş Av Mevsimi'nde. Kısacası olmamış...
hocam "başka bira aralık mümkün" filmin şiarıydı ve sen aralığı kaçırdığın için olan biteni görememişsin...sağlık olsun
YanıtlaSilöyle diyorsan öyledir rüştü hocam.
YanıtlaSil