Ana içeriğe atla

İkiz bebekle tatile çıkacaklara öneriler

Blog sayfamdaki yazıları belli kategorilere göre ayırıp etiketliyorum. Yazacaklarımın etiketlenebilecek şeyler olmasına özen gösteriyorum. Kısacası her aklıma geleni bloga yazmıyorum. Bugün canım sıkıldı, bari canımın sıkıldığını tüm dünya duysun demiyorum. Biraz bu nedenle, biraz yazarın anonimliğini korumasını sağlama kaygısıyla özel hayatıma ilişkin paylaşımları sınırlı tuttum bu güne kadar. Bu yazı yukarıda anlattıklarımla çelişse bile tatile çıkmadan önce yaptığım internet aramalarında işe yarar çok az bilgi bulabildiğim için ikiz bebek sahiplerine deneyimlerimi aktarayım istedim. Bu yazı ile birlikte yeni bir etiket bloga merhaba diyor: İkiz büyütmek. Bu etiket altında, çok sık olmamakla birlikte, ikiz büyütürken yaşadıklarımı paylaşacağım.

Deneyimlere geçmeden önce başta belirteyim tatili bebekler yapacak. Siz, onlar izin verdiği ölçüde tatil yapacaksınız. Bunu baştan kabullenseniz iyi olur. Tatilden, kendiniz için, beklentinizi yüksek tutmayın.
Aklıma gelenleri maddeler halinde sıralayacağım. Belki ileride yazıya yeni maddeler ekleyebilirim:

KONAKLAMA
  • Gideceğiniz yeri önceden belirleyin. Önce bölgeyi belirleyip, ardından tesis seçmek akıllıca oluyor. Temmuz-ağustos gibi güneşin tepede olduğu ayları seçiyorsanız güney sahilleri yerine kuzey Ege daha serin ve rüzgarlı olacaktır. Blogdaki yazıları okuyorsanız, bizim gibi Küçükkuyu'yu seçebileceğinizi göreceksiniz.
  • Tesisi önceden arayıp bebeklere yönelik ihtiyaçlarınızın karşılanıp karşılanmayacağını danışın. Mama sandalyesi, bebek yatağı, oda temizliği (kimi apart otellerde oda temizliği olmayabiliyor) konularını açıklığa kavuşturun. Mama sandalyesi varsa sizin için iki tane ayrılmasını isteyin.
  • Odanın kapısında, penceresinde tel olup olmadığını öğrenin. Sinek kovucu tabletlerin bebekler için uygun olmadığını düşünenlerden olduğum için odalarına koymadım. Kaldığımız apartın pencereleri telli, ancak kapısı telsiz olunca geceleri sinekler bebeklerin kollarını kızarttı. Neyse ki kaşınmıyorlar.
  • Apart otellerin kimilerinde günlük oda temizliği yapılmıyormuş. Bizim kaldığımız tesiste de oda temizliği yok. İki bebeğinizin olduğunu ve anlayış beklediğinizi çekinmeden söyleyin. Biz söyledik ve nazlı da olsalar 2-3 güne bir temizlik yapıyorlar. Tesis ile ilgili ayrıntılı değerlendirme yazısını ileriki günlerde sayfama koyacağım.
  • Apart otelde kalmak, bebeklere yemek pişirme bakımından kolaylık sağlıyor. Kaldığınız yerde taze sebze meyva bulabilirsiniz. Rondo gibi vazgeçilmez mutfak aleti apart mutfakları için çoook lüks sayıldığından evden taşımanız gerekecek. Otele gitmeden mutfağında neler olduğunu ayrıntılı olarak öğrenin. Su ısıtıcısı her mutfakta olur diye düşünmeyin. Her apart bizim kaldığımız gibi midir bilmiyorum ancak, kaldığımız apartın mutfağı evlere şenlik. Neyse, otel değerlendirmesi sonra :)
  • Tesisi seçerken, bölgenin merkezine fazla uzak olmamasına dikkat edin. Aracınız yoksa, taksi-dolmuş güzergahında bir yer seçin. Bölgenin (belde-ilçe) sağlık ocağının yerini ilk gittiğinizde öğrenin. İhtiyacınız olduğunda başvurabileceğiniz bir yer. TC Kimlik numarası gerekeceğinden bebeklerin kimlikleri yanınızda olsun.
  • Odanızı giriş kattan tercih edin. Bebek arabalarını merdivenlerden çıkartmaya uğraşamış olursunuz.
  • Tesisin bahçesi, sizin için en önemli mekan. Yeşil, ağaçlı/gölgeli bir bahçeye serceğiniz bir örtü bebeklerinize keyifli oyun alanı haline dönüşüyor. Etraf ile ilgilenip, nasıl sosyalleştiklerine inanamayacaksınız.
ULAŞIM
  • Olanak dahilindeyse uçak ile gidin. Biletinizi erken alırsanız otobüsten bile ucuza, otobüsle kıyas götürmeyecek konforda bir yolculuk yaparsınız. Bizim kızları araba içerisinde 30-35 dakikadan fazla tutmak olanaklı olmadığı için uçak ile geldik Edremit'e. Kuzey Ege'yi tercih edecekseniz Edremit Körfez Havaalanı can simidi oldu.
  • Anadolu Jet veya Türk Hava Yolları danışma telefonlarının verdiği bilginin aksine bebek arabalarını uçağın kapısına kadar götürebiliyorsunuz. Check-in esnasında arabalara, kapıda teslim etiketi bağlayıp bagaj çıkartması yapıştırıyorlar. Bebek arabaları bagaj tartısına girmiyor. Bavullarınızın, bagaj kapasitesini doldurup doldurmadığını hesaplarken bebek arabalarını hesaba katmayın. Bebeklerin de 10'ar kg. bagaj hakkı var ayrıca.
  • Uçakta hostesler çok yardımcı oluyor. Bizim geldiğimiz gibi çok bebekli bir uçaktaysanız daha şanslısınız. Tek ağlayan (evet ne yazık ki ağlıyorlar) sizin bebeğiniz olmuyor. Kalkış ve inişte basınç değişimlerinden etkilenmesinler diye bir şeyler içirmek, emzik emmelerini sağlamak öneriliyor. Bizimkiler hem bir şeyler içti, hem emzik emdiler.
  • Bebeklerle seyahet ederken, uçakta yan yana oturma olanağınız YOK. Cam kenarında oturacaksınız. Önlü arkalı yer vermeye çalışıyorlar. Bunun çok mantıklı bir gerekçesi var. Tehlike anında yukarıdan inecek oksijen maskeleri (hani anonslarda hep söylerler ya önce kendinize sonra bebeğinize diye) sadece cam kenarı koltuklarında ikişer tane konulmuş. Bu nedenle 3'lü koltukta tek bebek oturuyor, o da cam kenarında.
  • Uçağa binmeyi beklerken (check-in yaptırıp, uçuş kartlarınızı alıp, son kontrolden geçtikten sonra salonda beklerken) acele etmeyin. Bebek arabaları ile sıranın sonunda olsanız da başında olsanız da herkes binmeden uçak gitmeyecek. Uçağa geç girmek baş üstü bagajlarının dolmasına neden olsa bile bebekli olduğunuzdan hostesler bagajlara yer bulur.
  • Uçuş sırasında sıcak ikramlardan kaçının. Çayınızı / kahvenizi inince içersiniz.
  • Gideceğiniz yerde araca ihtiyacınız olacak. Bunun için olanak dahilindeyse size tatilde eşlik edecek aile büyüklerinizi araba ile sizden önce gideceğiniz yere gönderin. Bu sayede havaalanına indiğinizde sizi karşılayacak otomobilli yakınlarınız olur. Biz öyle yaptık, sağolsun anneanne ve dede. Eğer böyle bir olanaktan mahrumsanız havaalanı otel transferini yola çıkmadan planlayın. Otelin karşılama hizmeti olabilir. Bu hizmeti tercih edin. Taksiciye otel tarif etmekten kurtulursunuz.
BAVUL TOPLAMAK
  • Bebeklerin bavulunu (bavullarını demek daha doğru) toplama işini eşim yaptı. Bu nedenle bu bölümde yazdıklarım tatilin sonunda yaptığım gözlemlere dayanıyor.
  • Bebekleri denize sokmak için büyük şehirden (mesela Ankara) aldığınız can simidi, kolluk vb. şeylerin alası gittiğiniz küçücük sahil beldesinde (mesela Küçükkuyu) bulunuyor. Boş yere, en azından bir yön, taşımayın.
  • Bebeklere çok kıyafet almaya gerek yok. Genellikle 3-5 kıyafeti hızlı yıka, as, kurusun üçlüsüyle giydirdik. Hal böyle olunca getirdiğimiz kıyafetlerin çoğu giyilmeden dönüyor.
  • Cibinlik, bizim atladığımız, elzem bir şey. Bebekler beşiklerinde ayaklanıyorlarsa, cibinliğe ulaşamayacakları yüksekliğe takın. Sinekten koruyayım derken cibinliğe dolanıp istenmeyen sorunlar çıkmasın.
  • Kullandıkları ve kullanılma ihtimali olan vitamin, demir, ilaç vb. şeyleri yanınızda getirin. Gittiğiniz yerde bulamayabilirsiniz. İki bebekle uğraşırken bir de eczane eczane dolaşmayın.
  • Mama sandalyesi otel temin etse bile çok kullandığımız bir şey olmadı. Bizimkilerin kullandığından farklı bir model olunca pek ısınamadılar. Şart değilmiş, en azından bizimkiler için (bu arada merak edenler için yazayım bir yaş civarındalar kızlar)
  • Yatak konusu bizi en çok düşündüren konuydu. Otelde bebek yatağı (park yatak, beşik vb) yoktu. Biz AlOynaVer adlı internet sitesinden oyunparkı kiraladık iki tane. Bunların altına kalın nevresim serip yumuşak bir yatak haline getirdik. Yatakları taşıma sorununu ise kargo ile çözdük. Böylece hem sadece yaz tatilinde kullanılıp kenara kaldırılacak bir park yatak almaktan kurtulduk, hem de bebekler güven içerisinde yattılar.
şimdilik bu kadar ama merak etmeyin yazı burada bitmeyecek...

Yorumlar

Son haftanın en çok okunan 10 yazısı

bir kez daha, nedir bu sayısal karasal televizyon?

Blog sayfamda DTT etiketiyle yayınlanmış 100'e yakın içerik bulunsa da, geçenlerde buluştuğumuz lise arkadaşlarımın sorusu üzerine, bir kez daha yazmaya karar verdim. Bilenler, okumadan geçebilir. Bilmeyenler ve sektörün uzağındaki kişiler düşünülerek hazırlanmış bir yazıdır.  Soru - yanıt şeklinde kurgulanmış yazılarımın daha çok okunduğu gözlemi üzerine, buyurun sık sorulan sorularla Sayısal Karasal Televizyon: Şimdi tam olarak neden bahsediyoruz? Çanak ile izlediğimiz televizyon mu?

Anıttepe, sokaklar, anlamlar

Ankara, ne yazık ki, içerisinden su geçen şehirlerden değil. Aslında daha doğrusunu söylersem, içerisinden geçen suların üzerini kapatıp yok eden bir kent. İncesu deresi, Kavaklı dere, Ankara çayı hep üzeri kapatılıp, halının altına süpürülen tozlar gibi gözden ırak tutulup unutulmuş kent suları. Hal böyle olunca Başkent, akar suyun kente sağlayacağı güzelliklerden yoksun. Neyse ki arayan için gizli güzellikler barındırıyor.   Anıttepe, bu gizli güzellikleri saklayan semtlerden. Anıtkabir, yılın her mevsimi caddelerden eksik olmayan turist otobüsleri, resmi bayramlarda protokol için kapatılan yollar, son dönemde sıklıkla düzenlenen mitinglere ev sahipliği yapan Tandoğan meydanı, Çankaya Belediyesi'nin  konserlerinin mekanı Anıtpark Anıttepe denildiğinde ilk aklıma gelenler. Ve tabii, geçenlerde bir yarışmada soru olarak da yöneltilen sokak isimleri: Ordular, İlk, Hedef, İleri, Ata ve Akdeniz caddesi.    Anıtkabir'in sınırını oluşturan 3 cadde bulunur: Gen...

baston

Ulus'a gelmeyeli epey olmuş demek ki. Eskiden Hal'in içindeydi bu balıkçılar, şimdi sokağa kurmuşlar tezgahlarını, diye düşünerek Erzurum Oteli'ne doğru yürümeye devam etti. Sokağa kurulan tezgahlar nedeniyle zorlukla ilerleyebiliyordu. Hoş sokak boş olsa da elindeki baston, hızlı yürümesine imkân vermiyordu. Çok merdiven çıkmışım zamanında, diye anlatırdı soranlara. O kadar çok merdiven kullanmışım ki sonunda eklemlerimde sıvı kalmamış. Şimdi bu merete muhtaç oldum. Söyledikleri doğru muydu kendisi de bilmiyordu. Gençliğine dair anıları sisler içindeydi.  Simitçi, öğlen simitlerinin tazeliğini etrafa duyururken bastonuyla yavaş yavaş ilerleyen Sami'yi görüp, işte öğlen simidine hayır demeyecek birisi dedi yanında duran midyeciye.  Evladım ver bakalım bana bir simit ama çıtırından olsun. Bu esnaf niye sokağa dökülmüş, Hal'e ne oldu sen bilirsin.  Amca, Hal bakım onarımda, geçici süreliğine sokağa aldılar tezgahları.  Beni de bir bakım onarıma alsalar ne güzel olur. ...

ekmek kavgası

Biraz dikkat etsene.  Asıl sen dikkat et. Kanatların gagamın içine girecek. Yer yokmuş gibi dibimden uçuyorsun. Heyecan yaptığın da bir şey olsa. Gene kuru ekmek.  Eskiden şu adamdan yem alır atarlardı. Şimdi simidini bile paylaşmıyor kimse. Kuru ekmeği de bulamayacağımız günler gelir mi dersin.  Umarım düzelir işler. İnsanların yüzünden düşen bin parça. Herkes sinirli, herkes gergin. Yollarda da çok dikkat etmek gerek. Eskisi gibi değil arabalar. Geçenlerde bir kaç arkadaşımızı asfalta düşen yiyeceklerle meşgulken kaybettik.  Sorma, duydum onu konuşuyorlardı. Pek sık olmazdı bu durum.  Daha sakindi insanlar. Sabırlıydı.  Artık öyle değiller. Bir de biz başlamayalım.  Kalbini kırdıysam özür dilerim. Haydi bak kalabalık dağılmış. İstersen gel biz de ağaçtan aşağıya süzülelim, kalanlarla karnımızı doyuralım.  

kedi

Yanıma yaklaşırlarken, ne yalan söyleyeyim endişelendim. Şapkalı bir adam, yanında beyaz montlu bir kız çocuğu. Adam elindeki telefon ile fotoğraf çekiyor. Bizlere karşı ilgisiz görünüyor. Kız yaklaştı önce. Ne zamandır okşanmamış başıma kibarca dokundu. Doğru bir iş yaptığını anlatmak için başımı uzattım. Çenemi de kaldırıp bir sonra kaşıması gereken yeri gösterdim. Adam tam karşıma geçti ve telefonunu yüzüme doğrulttu. Sanırım benim fotoğrafımı çekiyor. Bir yandan kız ile konuşuyorlar. Neden bahsediyorlar anlamıyorum. Kaç gündür yağan yağmur sonrası yüzünü gösteren güneşe karşı böyle okşanmak çok iyi geldi.  Mama istediğimizi düşünürler. Oysa çoğu kez başımızın, çenemizin sevgiyle okşanmasıdır tek ihtiyacımız.

yağmur

Yağmur damlaları arabanın silecekleriyle yarış halindeydi. Az önce temizlenen yerler, gökten düşenlerle yeniden ıslanıyor ve görüşü bozmaya devam ediyordu. Binalar ve şehir uzaklaşırken, ne yapıyorum gerçekten diye düşündü. İç sesini sözle tekrarladığını fark ettiğinde, arabada yalnız olduğuna şükretti. İş çıkışı, akşam trafiğinde kendi kendine konuşmak pek garip karşılanmazdı gerçi. Bu aralar akıl sağlığını korumak herkes için zordu. Zor zamanlardan geçiyoruz, dedi kendi kendine. Hangi zamanımız kolay oldu ki diye ekledi. Kendine hak verdiğini fark edip güldü.  Hava kararmaya başlayacak birazdan, daha çevre yoluna bile gelemedim. Bu gidişle bugün rekor kıracağım. Neyse ki evde bekleyenim yok.  Bekleyeni olmadığına sevinmesi garibine gitti. Çocukluğu ve gençliği boyunca kendisini hep kalabalık bir ailenin babası olarak hayal ettiğini hatırladı. Karısı, kızları ve oğulları ile güle eğlene yaşayıp gideceği kocaman bir ev görürdü ne zaman geleceği düşünse.  Oysa hiç evlenmed...

Yabancı dil öğrenmek üzerine: DuoLingo deneyimimim

kızımın çizgileri Ülkemizin kanayan yaralarından birisidir sanırım, yabancı dil öğrenmek. Onlarca kurs, yüzlerce kitap, saatlerce ders ve sonuç: anlayan (en azından anladığını düşünen) ve konuşamayan kişiler... Bir yerlerde bir sorun olduğu kesin, ama nerede? Farklı zamanlarda, 3 kez Fransızca kursuna gittim. İlk seferin ardından, aslında bir temel bilgim olmasına karşın, her seferinde en baştan başladım, hiç bilmiyormuşum gibi. Ne yazık ki kurslarda öğrendiklerim kalıcı olamadı. Şimdilerde, 70 gündür, her sabah DuoLingo ile çalışıyorum. Ücretsiz ve arada çıkan reklamlarla devam eden sürümünü kullanıyorum. Eminim farklı online dil kursları da vardır. Online platformda, kurslarda olmayan ne var diye düşününce bir kaç şey tespit ettim. Belki sizlerin de işine yarar diye paylaşıyorum: Yabancı dil öğrenmek, sürekli ve kesintisiz tekrar gerektiren bir süreç. Kurslar, sadece haftanın belli günleri, bir kaç saat için ve çoğunlukla, günün en yorgun olunan akşamlarında oluyor. ...

beklenen

Gelecek mi acaba? Saat öğleni geçti. Güneş tepede değil artık. Burada sözleştiğimize eminim. Telefonuna da ulaşılamıyor. Alışılmadık bir durum değil, telefonla ona ulaşamamak. Ya çalar duymaz, ya açmayı unutmuştur. Neyse ki bankta yer buldum, bir aşağı bir yukarı yürümekten kurtuldum. Geçen hafta mesajlaştığımızda kararlaştırmıştık buluşma yerini. Dalyan'daki Beltur'un önü diye. Yarım saat geçmiş ama umudumu koruyorum.  Neşeyle koşturan köpekler, onlara endişe ile bakan kediler, kedilerin mamalarına dadanan martılar ve hepsine aldırış etmeden bağıran kargalar... Caddebostan sahilinde sıradan bir öğleden sonra. 

Almanya'da televizyon yayınlarına erişim

Televizyon yayınları kablolu ve kablosuz olmak üzere iki ortam kullanılarak evlere ulaştırılır. Her iki ortam için de farklı uygulamalar bulunmaktadır. Kablonun kullanıldığı durumlarda Kablo TV, IPTV seçenekleri mevcuttur. Kablosuz ortam için ise uydu ve karasal vericiler kullanılabilir. Her ortamın kendisine göre avantajı, dezavantajı vardır. Daha ayrıntılı analizlerde, yayıncı için ve izleyici için avantajlar ve dezavantajlar olduğu görülecektir. Hatta ülkelerin düzenleyici denetleyici kuruluşlarının desteklediği ve/veya kösteklediği televizyon dağıtım yöntemleri olduğu söylenebilir.  Bu uzun girişi yazmamın sebebi, Arthur D. Little adlı araştırma kuruluşunun yakın tarihte yayınladığı bir araştırma. Lars Riegel ve Julien Duvaud-Schelnast imzalı   Almanya'da TV Platformları 2014 ve sonrası başlıklı 10 sayfadan ibaret rapor, Almanya'da son dönemin sıcak tartışma konusu durumundaki sayısal karasal televizyonun geleceğine ilişkin önemli analizler içeriyor. Geçti...

martı

Martı kadar özgür olmak isterdim bu hayatta. Gemilerin ardında kâh adadan adaya, kâh Anadolu'dan Avrupa'ya dolaşmak isterdim. Avazım çıktığı kadar bağırmak, yorulunca denizin üzerinde dinlenmek, sıkılınca kayaların tepesinde güneşlenmek... Kim bilir martılar ne düşünüyor bize bakınca. Acaba onlar da diyor mudur şu dünyada insan olsaydım diye. Kalabalık şehirlerde, sıkış tepiş otobüslerde, akmayan trafiğin içinde kalakalmış arabalarda, sel halinde dolaşan insanların arasında biz de olsaydık diyor mudur?