Metrodan çıkmak için yürüyen merdivene adımımı attığımda, dışarıda beni nelerin beklediğinden haberim yoktu. Okula, işe yetişme telaşında olanların kalabalığı bitmiş, toplu ulaşım, acelesi olmayanlara kalmıştı. Merdivenin son basamağını geldiğimde sokak sakin ve huzurlu görünüyordu. Sabahın serinliği yerini öğleye geçişin ılıman haline bırakmıştı. Kediler ve martılar duvar diplerine bırakılmış yemleri paylaşıyor, kargalar bu paylaşımdan kendilerine de pay düşecek mi merakıyla olan biteni izliyordu. Her zaman döndüğüm sokağı es geçip ilerledim. Yeni sokak, yeni binalar, yeni yüzler... Tek sokak değiştirince bile karşıma çıkanların farklılığı şaşırttı. Yürümeyi sürdürdüm. Güneş yükselirken bulutsuz gökyüzü alabildiğine maviydi. Karşılaştığım insanların kiminin yüzü tanıdık gelse de bir çoğunu ilk kez görüyordum. Oysa sadece bir sokak değiştirmiştim. Sokağın sonundaki kafenin bahçesinde yaşlı bir çift sabah kahvesi içiyordu. İkisi de sokağa dönük, yan yana san...
Geçen dönem aldığım derslerin birinde okumamız istendiği için haberdar olduğum ve içeriği nedeniyle iç bunaltısı ile okuduğum bilim kurgu Go! Ekolojik Diktatörlük. Ankara'lı yayınevi Ayraç Yayınları tarafından 1998 yılında yayınlanmış. Benim aldığım ilk baskısıydı, sanırım çok ilgi çekmemiş. Ankara'da yaşayıp kitabı almak isterseniz Selanik Caddesi'ndeki Metropol sinemasının yanındaki kitapevinde bulabilirsiniz.
Gelelim kitaba. 1993 yılında Almanya'da çevre, ekoloji konularında çalışmaları olan gazeteci Fleck tarafından kaleme alınan Ekolojik Diktatörlük kara ütopya olarak adlandırılabilecek bir bilim kurgu. 2050'li yıllardaki dünyaya ilişkin karamsar, gerçekçi diye de nitelendirilebilir, bir tablo çiziliyor. Dünyanın büyük bir kısmı yaşanmaz hale gelmiş. Bir grup devlet Global Observer (Küresel Gözlemci) adı altında birleşmiş ve çevreyi koruyabilme adına konulan çok sıkı kurallarla insanları yöneterek hayatta kalmaya çalışıyor. Kitabın uyandırdığı iç bulantısının nedeni, böyle giderse 2050'lerde belki de kitaptakinden beter bir dünyada yaşayacağımız gerçeğini hissetirmesi. Romanın, içine serpiştirilmiş ve sonunda referansları gösterilmiş gerçeklerle güçlendirilen inandırıcığı, 2050'lere ilişkin öngörünün doğru çıkma olasılığını düşündürüyor.
Günümüzde nükleer santralin kaçınılmazlığından dem vuranlara enerji ihtiyacını kısmayı denemeyi önerenlerden birisi olarak, kitabın 100. sayfasındaki bölümü aşağıya alıntıladım. Vurgulamalar bana ait.
Uygarlığın gerçek doğasını gizlemekte hiçbir mit, modern teknolojinin yalnızca insanlığın iyiliği için bir araç olduğu biçimindeki sık sık tekrar edilen yanlış inanç kadar etkili olmamıştır. Normal bir elektrikli mikser düşünün - bunu her evde bulabilirsiniz. Duvardaki prize tek bir bakış bile, bu cihazın dünya çapında yayılmış bir sistemin bir parçası olduğunu anlamaya yeterdi. Elektrik enerjisine bir kablo ve iletim hattı şebekesi aracılığıyla ulaşıyordu. Bunları da santraller besliyordu, onlar da suya, boru hatlarına, yüklü tankerlere gereksinim duyuyordu. Ve onlar da barajları, petrol arama matkaplarını ve nükleer enerji santrallerini gerektiriyordu. Bütün bu zincir ancak doğaya çok büyük bir müdahale sonucunda mümkün olabiliyordu. Evet, yeterli ve hızlı servisi garanti ediyordu ama, ancak bir mühendis, plancı, maliyeci ordusu istasyonlarında hazır beklediği ve bunlar da idarecilere, üniversitelere ve hatta bütün endüstriye başvurabildiği zaman mümkün oluyordu bu. Yumurtayı elimizde de kolayca çırpabileceğimizi düşünürseniz, insanın gücünü ve aklını bir hiç uğruna harcadığı açıkça görülebilir.
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.