Gölgeleri oldum olsası sevdim. Işığın somut göstergesi gibi geldi bana. Işığın yönüne ve şiddetine göre değişmesini, hayatın farklılaşan akışına benzettim. Uzayan kısalan, koyulaşan belirsizleşen gölgeler... Gölgelerin bu suskun ama etkili varlığı çağrışımlar yaptı ömrüm boyunca. Kökenleri çocukluk yıllarıma kadar uzanıyor belki. Ağaçların uzayan gölgelerini izlerken fark etmiştim ışığın ve karanlığın birbiriyle oyununu. Her gölgenin, öyküsü başkaydı; kimi dinginlik, kimi merak, kimi endişe içerirdi. Sessiz sinema gibi, sözsüz öyküler, giz ile görünen arasındaki ilişkiyi mi yansıtıyor acaba? Gölgelerin etkileyici olmaları biraz da bu yüzden sanırım, hayal gücümüzü işe koymaları. Görünen ile giz arasını doldurması bize kalıyor.
1968 yılı basımı derleme bir kitap İnsanlar Yıllar ve Hayatlar İlya Erenburg'un Hatıraları. Hasan Ali Ediz'in Ehrenburg'un 2 ciltlik hatıralarından seçerek düzenlediği 320 sayfalık bir eser. Kitabı oluşturan çeviriler tefrika halinde Cumhuriyet gazetesinde yayınlanmış zamanında. Tabii gazetede yayınlananlara eklemeler yapılmış kitap haline getirilirken. Ancak biri 613, diğer 792 sayfa olan orijinal anıların küçük bir kısmı yayınlanmış gene de. Yazarın soyadı kimi kaynaklarda ve Türkçe olarak yayımlanmış eserlerinde Ehrenburg olarak geçiyor. İnternette bakınca her iki tip kullanımının olduğunu gördüm.
1891-1967 yılları arasında yaşamış İlya Erenburg'u Dipten Gelen Dalga adlı romanıyla tanımıştım. Üniversite yıllarında okuyup etkilendiğim romanın, herbiri ikişer ciltlik bir üçlemenin (Paris Düşerken, Fırtına ve Dipten Gelen Dalga) son kitabı olduğunu öğrenince hayıflanmıştım. Yakın zamanda okuduğum Julio Jurenito ise yazarın ilk romanıymış. Hasan Ali Ediz'in derlediği anılar, yazarın dolu dolu geçen hayatına ilişkin yazdıklarından oluşuyor. Gençlik yıllarını Paris'te geçiren Modigliani, Picasso ile arkadaş olan resim sanatının inceliklerini görmek/anlamak için İtalya'ya, Hollanda'ya giden Lenin ile Paris'teki evinde görüşmüş Stalin dönemini yaşayan, iki dünya savaşını cephede izleyen, İspanya iç savaşı yıllarında İspanya'da bulunan birisinin anılarını yazmış olması büyük bir kazanç. Tarih sırası izlemeden yazılmış/derlenmiş bölümlerden oluşuyor kitap. Mayakovski, Babel, Andre Gide, Louis Aragon, Brecht gibi tarihe malolmuş kişiliklere ilişkin Erenburg'un gözlemlerini okumak ilginç oluyor. Ayrıca Nazım Hikmet ile ilişkilirini de anlatmış kitapta. Nazım Hikmet'in şu anısı içimi acıttı okurken:
Bir gün bana 'İzlanda diline çevirilmiş bir şiir kitabımı gönderdiler, diye anlattı. Şaşılacak şey!... Oysa Türkiye'de şiirlerimi basmıyorlar...Hoş bassalarda, kendileri için yazdıklarım nasıl olsa bunları okuyamazlar..Çünkü okuma-yazma bilmiyorlar...'
1967'de hayata veda eden yazarın Stalin dönemine ilişkin gözlemleri de ilgi çekici. Kitabın, ne yazık ki, yeni baskısı yok. Ancak sahaflarda ve kütüphanelerde bulmak olanaklı, ki ben de kütüphaneden alıp okudum. Tarih derslerinde ikinci dünya savaşına, neredeyse hiç, değinilmiyordu. Oysa yaşadığımız zamana derinden etkileri olan bir dönemdir ikinci dünya savaşı ve ardından yaşananlar. Erenburg'un anılarının sonunda ifade ettiği gibi yazdıkları son derece subjektif. Tarihi öğrenmek için başka kaynaklara da başvrmak lazım. Gene de hayatını inandığı dünya uğrunda mücadeleyle geçirmiş bir aydının gözlemlerini, anılarını okumak gerekiyor...
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.