Gölgeleri oldum olsası sevdim. Işığın somut göstergesi gibi geldi bana. Işığın yönüne ve şiddetine göre değişmesini, hayatın farklılaşan akışına benzettim. Uzayan kısalan, koyulaşan belirsizleşen gölgeler... Gölgelerin bu suskun ama etkili varlığı çağrışımlar yaptı ömrüm boyunca. Kökenleri çocukluk yıllarıma kadar uzanıyor belki. Ağaçların uzayan gölgelerini izlerken fark etmiştim ışığın ve karanlığın birbiriyle oyununu. Her gölgenin, öyküsü başkaydı; kimi dinginlik, kimi merak, kimi endişe içerirdi. Sessiz sinema gibi, sözsüz öyküler, giz ile görünen arasındaki ilişkiyi mi yansıtıyor acaba? Gölgelerin etkileyici olmaları biraz da bu yüzden sanırım, hayal gücümüzü işe koymaları. Görünen ile giz arasını doldurması bize kalıyor.
Devlet Tiyatroları, geçen yıl Giordano Bruno adlı oyunu ile ortaçağ İtalya'sında bilim ile dinin yaşadığı çatışmayı sahnelere taşımıştı. Roma'da 1600 yılında yakılarak katledilen Bruno ile aynı dönemlerde yaşayan Galileo Galilei'nin hayatından kesitler içeren oyun, 2008-2009 sezonunda sahnelenmeye başlandı. Başrolde Tamer Levent yer alıyor. Oyunun yönetmenliğini Giordano Bruno'yu yazan ve yöneten Erhan Gökgücü yapıyor. Oldukça başarılı kostümlerini yapan ise Nalan Türkoğlu (oyun ile ilgili verilen broşürde giysi tasarımını yapan kişi olarak belirtilmiş). Sade dekorda dikkat çeken, belki de dünya gibi, dönen platformun kenarlarındaki çizgilerde gizli. Dikkatli izleyiciler farkedecektir ki dönen platformun kenarlarında dünya haritası çizilmiş. İtalya'nın çizmesini ve Türkiye'yi farkedebilirsiniz.
İki perdelik oyun 3 saate yakın sürüyor. Oyunun kahramanı Galilei, dünyanın güneş etrafında döndüğünü, yaptığı gözlemlerle kanıtlayıp fikirlerini açıklayan kitapları halkın da anlayabileceği dille yayımlamaya kalkınca kilisenin engizisyon mahkemesinin karşısında buluyor kendini. İki seçenekten kalıyor kendisine, ya fikirlerinin yanlışlığı kabul ederek gözetim altında da olsa yaşayacak, ya da Bruno gibi yakılacak. Yaşamayı seçiyor Galilei ve bu seçimi ile destekçilerini şaşırtıyor. Oyunun sonunda ise fikirlerinden vazgeçtiğini açıklaması ile hayal kırıklığına uğrattığı destekçilerinden Andrea'ya son çalışmasının kopyalarını vererek suskun kaldığı onca yıl boyunca çalışmalarını sürdürdüğünü gösteriyor.
Uzun diyaloglar, bölümlere ayrılmış bölüm aralarında anlatıcı ile bilgilendirildiğimiz oyun, Brecht'in epik tiyatrosunun özelliklerini taşıyor sanırım. Sanırım diye yazıyorum çünkü bu konuda (epik tiyatro-dramatik tiyatro ayrımı) okumuşluğum yok. İnternet sitelerinden, özellikle wikipedia'dan baktığım kadarıyla epik tiyatro özelliklerine sahip bir oyundu Galilei'nin Yaşamı. Bu konularda daha fazla bilgiye sahip okuyucularım yorum yazarlarsa zevkle yayınlarım...
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.