Metrodan çıkmak için yürüyen merdivene adımımı attığımda, dışarıda beni nelerin beklediğinden haberim yoktu. Okula, işe yetişme telaşında olanların kalabalığı bitmiş, toplu ulaşım, acelesi olmayanlara kalmıştı. Merdivenin son basamağını geldiğimde sokak sakin ve huzurlu görünüyordu. Sabahın serinliği yerini öğleye geçişin ılıman haline bırakmıştı. Kediler ve martılar duvar diplerine bırakılmış yemleri paylaşıyor, kargalar bu paylaşımdan kendilerine de pay düşecek mi merakıyla olan biteni izliyordu. Her zaman döndüğüm sokağı es geçip ilerledim. Yeni sokak, yeni binalar, yeni yüzler... Tek sokak değiştirince bile karşıma çıkanların farklılığı şaşırttı. Yürümeyi sürdürdüm. Güneş yükselirken bulutsuz gökyüzü alabildiğine maviydi. Karşılaştığım insanların kiminin yüzü tanıdık gelse de bir çoğunu ilk kez görüyordum. Oysa sadece bir sokak değiştirmiştim. Sokağın sonundaki kafenin bahçesinde yaşlı bir çift sabah kahvesi içiyordu. İkisi de sokağa dönük, yan yana san...
Ne zaman bu üç kelimeyi yanyana görsem, duysam, aklıma hemen meşhur marş gelir: baskı zulüm ve kandır.
Günlerin bugün dünya piyasalarına getirdiği de marştan farklı değil. Biraderler, sigorta devleri batarken/kurtarılırken arada olan gene emeğiyle geçinme derdine düşenlere oluyor ve olacak. Büyük bilgisayar şirketlerinden birisinin genel müdürü açıklamış 24600 kişiyi işten çıkartacağım diye. Aileleri ile birlikte düşününce büyük bir ilçeyi oluşturacak sayıda insan geçim derdine düşecek demektir bu.
Marş devam eder: ancak bu böyle gitmez, sömürü devam etmez...
Eder mi etmez mi yaşayıp göreceğiz.
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.