Kimi bir kaç cümlelik kimi bir kaç sayfalık anılarla dolu öykücükler ve tümünü bağlayan farklı bir kurgu. Barış Bıçakçı'nın son novellasını severek okudum. Okuma heyecanını bozmadan, konusundan kısaca bahsetmek istiyorum. Halis Bey, emekli elektrik mühendisi. Ayşe ise başarılı bulunan bir öykü kitabı yayınlamış bir peyzaj mimarı ve tercüme yaparak hayatını kazanıyor. Tercüme bürosunda rastlaşıyorlar ve Halis Bey Ayşe'den anılarını öyküleştirmesini istiyor, ücreti karşılığında. Novella, Halis Bey'in anıları ve Ayşe'nin hayatını anlatan bölümlerle kurulmuş. Novellada yer alan bölümlerin her biri ayrı öyküler haline getirilebilecek derinlikte. Ayşe'nin hayatına dair bölümlerde ülkenin gündemine dair göndermeler de yer alıyor. Daha önce okuduğum eserlerinde olduğu gibi bolca Ankara var arka planda. Hatta Garson başlıklı bölümde Ankara başrolde. İstanbullular deniz yok, fazla gri dese de Ankara, Ankara'da yaşamaya alışmışlar için kendine has özellikleri ve güzelli...
Nisan 2008 başlarında yaptığımız Prag gezisi sırasında tuttuğum notları bilgisayar ortamına geçirecek vakti buldum sonunda. 30 Mart'ta başlamıştı gezimiz. Notların ilki 31 Mart tarihli. Düzeltme, değiştirme yapmadan yayınlıyorum:
Nazım Hikmet'in şiirinde 'Pırağ' olarak adlandırdığı kentte ikinci günümüzdeyiz. Dün (pazar) 14 gibi geldik. günlük kartımızı 13.37'de okuttuğumuza göre geliş saatimiz 13 aslında. İstanbul'dan 2 saat 15 dakika kadar sürüyor Bohemia'nın başkentine ulaşmak. Fazlasıyla turistlik bir kent. Şansımıza hava tahmin ettiğimizden güzel. Güneşli ama serin. Ne sıcaktan yakıyor ne de üşütüyor. Tam dolaşma havası. İlk gün kenti keşifle geçti. Yolculuğun getirdiği yorgunluk, yaptığımız kısa yürüyüşle birleşince akşamüstünü uyuyarak geçirdik. Gece, hem müzik dinlemek hem etrafı keşfe devam için tekrar çıktık. Günlük kartımız metro, tramvay ve otobüste geçtiğinden çeşitli araçları kullanarak gece yolculuğumuza (belki maceraya desem daha doğru olur) başladık. Pazar gecesi olmasına karşın (belki de bu yüzden) sokaklar gürültücü turistlerle doluydu. Sıcak şarap ile şişe suyunun (0,5 lt) aynı fiyat olduğunu görüp şaşırdım. Oysa ertesi gün şişe suyunun (0,5 lt) 50 korn, büyük bardak sıcak şarabın ise 40 kron olduğunu görecektim. 10 kron'un 1 YTL olarak düşünülebileceğini hatılayınca suyun neden bu kadar pahalı olduğuna şaştım.
Bu notları yazdığım ikinci günümüze otelde yaptığımız güzel kahvaltı ile başladık. Bir önceki günün akşamından tecrübemiz ile bu kez kendimizi değil tramvayı yormaya kararlıydık. 24 saatlik biletimiz bitmeden 22 nolu tramvay ile şehir turu yaptık. Turun sonunda kale bölgesi yakınlarında inip turistlik bölgeye, deyim yerindeyse, daldık. Gürültücü İtalyan turistleri her yerde olduğu gibi kalabalık, heyecanlı ve ne yazık ki gürültücü. Doğaçlama gezimiz eşimin kitaptan yaptığı bilgilendirmelerle anlam kazandı.
Hıristiyan hacılar için kutsal sayılan Loreta Kilisesi'ni bu doğaçlamamız sırasında bulduk. Tıpkı Askeri Kilise gibi.
Prag'ın sol tarih açısından, bence, büyük önemi var. bu önem Prag Baharı ve Kadife Devrim deneyimlerinden kaynaklanıyor. Kimse 68'de yaşananları sol adına başarı olarak kabul edip Stalin'i ne pahasına olursa olsun savunma kolaycılığına kapılmasın. Hele ki Kundera'yı okumadan, hele ki Prag'ın her yerine hakim komünizmden kurtulma havasını solumadan. Prag'ın sol adına önemi önemi belki en iyi anlatan Lobkovitz sarayıdır. Orayı gezerken 8 dilde verilen bilgiler (ki Türkçe yok) gösteriyor ki. Avrupa'yı var eden yapı, sola kökten düşmanıdır. Nasıl olmasın ki Çekoslovakya'nın belki de en zengin ailesinin malına mülküne el koymuş halk sol sayesinde. Müzedeki ifadeyle 'Nazis stole our belongings then we managed to take back, until communists nationalized them again' İspanyollarla akraba Lobkovitz ailesi 1989'larda sol blokun dağılmasını şaşkınlıkla kaçtıkları ABD'den izlerken mülklerine kavuşacaklarını hayal bir etmiyorlarmış. Birçok odaya ve muhteşem Prag manzarasına sahip, şimdilerde müze haline dönmüş, sarayda sergilenen eserlere bakınca köpeklerinin (gerçek anlamda köpek) portrelerini yaptıran hayvansever, Beethoven ve Mozart'ı konuk edip finanse eden sanatsever ailenin malı mülkü nasıl edindiği, hükmettiği insanların ne koşullarda yaşadığı...
İlk notlar bu ... ile bitmişti. Epey sinirlenmiştim cümleyi yazarken hatırlıyorum şimdi :) Öyle bırakayım ben de...
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.