Gölgeleri oldum olsası sevdim. Işığın somut göstergesi gibi geldi bana. Işığın yönüne ve şiddetine göre değişmesini, hayatın farklılaşan akışına benzettim. Uzayan kısalan, koyulaşan belirsizleşen gölgeler... Gölgelerin bu suskun ama etkili varlığı çağrışımlar yaptı ömrüm boyunca. Kökenleri çocukluk yıllarıma kadar uzanıyor belki. Ağaçların uzayan gölgelerini izlerken fark etmiştim ışığın ve karanlığın birbiriyle oyununu. Her gölgenin, öyküsü başkaydı; kimi dinginlik, kimi merak, kimi endişe içerirdi. Sessiz sinema gibi, sözsüz öyküler, giz ile görünen arasındaki ilişkiyi mi yansıtıyor acaba? Gölgelerin etkileyici olmaları biraz da bu yüzden sanırım, hayal gücümüzü işe koymaları. Görünen ile giz arasını doldurması bize kalıyor.
Fransız filmleri ilginç oluyor. Amerikan filmlerinde konular doğrudan izleyiciye anlatılırken, Fransız filmlerinde konu daha kapalı şekilde sunuluyor. Kimi filmleri izledikten sonra, bu filmi neden yapmışlar acaba diye düşündüğüm olmuştu. İkiye bölünen kız bu tip Fransız filmlerinden değil. Daha somut bir konu var ortada. Karizmatik yazar ile ailesinden gelen zenginlik ve gençliğin verdiği enerji dışında özelliği olmayan, deyim yerindeyse, burjuva piçi arasında kalan Ludivine Sagnier'ın canlandırdığı çekici hava durumu spikerinin yaşadıkları dram konu edilmiş. Elbette ön planda bu 3'lü hikaye anlatılırken arka planda burjuva yaşamının ve yazar tayfasının (entellektüellerin) ahlak anlayışı, televizyon dünyasının kadına bakışı gibi sorgulamalar var.
Süresi biraz uzun tutulmuş gibi gelse bile akıcı bir anlatımla sıkmadan izlenebilen bir film. Ben seyrederken keyif aldım. Çeşitli sinema sitelerinde düşük not almış olmasına aldırmadan izlemenizi öneririm.
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.