Ana içeriğe atla

sahilde

Dalgaların sesini dinlemeyi seviyorum. Huzur veriyor. Kimi arkadaşlarım denize girip, suların içinde oynuyor. Bense denizi seyretmeyi, dalgaları dinlemeyi tercih ediyorum. Havalar soğumaya başladı. Kalabalık azaldı. Çocuk parkında yaramazların cıvıltıları yok artık. Salıncağın gölgesinde pinekleyen bir kaç arkadaş var parkta canlı namına.  Sabah, daha güneş doğmadan gelip oltasını sandalyeye sabitleyen adam da olmasa, sahile de gelen yok.  Kasabanın bu halini seviyorum. Tüm kasabanın tek sahibi bizmişiz gibi geliyor. Yemek bulduğumuz sürece değmeyin keyfimize.  Adam bugün balık tutabilecek mi acaba?

Tehlikeli Oyuncak Prof.Dr. Selim Şeker ve Anıl Korkut


Kitabın tam adı Tehlikeli Oyuncak Kamuoyuna yansıtılmayan raporlara göre çocuklar daha büyük risk altında!.

Cep telefonları hayatımızın vazgeçilmez cihazları arasına girmiş durumda. Hatta kitaptaki ifadeyse “vücudumuzun bir organı haline dönüşmüş durumda”. Bu yönde kimi deneysel çalışmaların olduğunu da kitabı okuyunca öğreniyoruz. Hayatımızın bu kadar içinde olan bir cihaz, bize ciddi ve kalıcı zararlar veriyorsa? Bu zararların araştırılmasına ilişkin çalışmalar yüzlerce milyar dolarlık bir sektörü tehdit ediyorsa? Bu korkutucu sorulara bilimsel kanıtlar göstererek yanıt arıyor Prof. Dr. Selim Şeker ve Anıl Korkut.
Kitaptaki bilgilere göre Selim Şeker, Yıldız Teknik Üniversitesi mezunu bir elektrik mühendisi. Yüksek lisans ve doktorasını Amerika’da George Washington Üniversitesi’nde yapmış. 1982 yılından bu yana Boğaziçi Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği Bölümü’nde öğretim üyeliği yapıyor. Araştırma konuları elektromanyetik uyumluluk, elektromanyetik dalgaların yayılımı, insanlar üzerindeki biyolojik etkileri gibi konular. Bu konularla ilgili Türk Standartlar Enstitüsü’ne iki standart hazırlamış, Tübitak-MAM ve Telekomünikasyon Kurumu’na danışmanlık yapmış. Anıl Korkut ise Boğaziçi Üniversitesi’nde Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü ile Kimya bölümünü birlikte çift anadal olarak fakülte birincisi olarak bitirmiş. 1999 yılında Harvard Üniversitesi’nde 2000 yılında Avrupa Moleküler Biyoloji Laboratuarları’nda moleküler biyoloji alanında çalışmalar yapmış. 2002 yılında Columbia Üniversitesi’nden master derecesi almış. Aynı üniversitede doktora çalışmaları devam etmekteymiş.
Kolay anlaşılırlık için bilimsel jargondan olabildiğince uzak kalınmış. İlk söz bölümünde cep telefonları ile sigara ve asbest konuları arasındaki çarpıcı benzerliğe dikkat çekilmiş. Şöyle ki:

Biliyorsunuz 1960’lara kadar insanlar sigarayı naifliğiyle tükettiler. Üreticiler, sigaranın kanserojen olduğunu yıllarca inkar ettiler., arkalarındaki hukuk ordusuyla türlü kanun boşluklarının arkasına gizlendiler. Aynı senaryo asbest için de tekrarlandı. Binlerce insan öldükten sonra gerçeği tescillendi.
Sektörün, cep telefonu üreticilerinden, servis operatörlerine, bu sistem için uygulama geliştiricilerden, sistem üzerinden yüklü vergi almakta olan devlete kadar ne kadar çok sayıda yapıyı beslediği düşünüldüğünde, yazarların endişelerine katılmamak olanaksız. Kitabın İki bilim Adamı Bir İtiraf başlıklı bölümünü okuyunca endişelerin haksız olmadığı kuşkusu artıyor.
Kitapta elektromanyetik radyasyonun insan bedeni üzerindeki etkileri, bu tip radyasyon yayan, benzerlerine göre bedenimize çok daha yakın duran, daha uzun süreli maruz kaldığımız cihaz olan cep telefonu özelinde anlatılmış. Bilimsel çalışmalara referanslar verilmiş. Özellikle beyinleri insan beyni ile benzer özellikler taşıyan fareler üzerinde yapılmış çalışmalar korkutucu. Bir başka korkutucu sav ise kafatasları yetişkinlere göre ince olan çocuklar üzerinde olumsuz etkilerin kısa süreli kullanımlarda bile oluştuğuna ilişkin. Bir çoğumuzun bildiği gibi, Specifik Absorption Rate (Özgül Soğrulma Oranı:SAR) değerleri cep telefonu kullanırken vücudun emdiği radyasyon enerjisinin miktarının bir ölçüsü. Cep telefonları için her ülkece belirlenmiş SAR limit değerleri mevcut. Kitaptaki, bir diğer önemli konu, SAR’ın, yani organları ısıtan etkinin, cep telefonlarının insan vücudu üzerindeki tek olumsuz etki olmadığı savıdır. Buna göre elektromanyetik radyasyon (ve dolayısıyla cep telefonu) ısı etkisinin dışında, hücrelerde genetik bozulmalara da yol açabilmektedir.
Çok Düşük Frekanslı (Extra Low Frequency:ELF) Radyasyon başlıklı bölümün alt başlığı meslektaşlarımızı yakından ilgilendiriyor. Alt başlık Bahtsız elektrik mühendisleri:
ELF Radyasyonun etkileri çok bilinçli olmasa da halk arasında da dillendirilmiştir: . Bilim bu söylentiyi doğrulamıştır. 71 elektrik mühendisi arasında yapılan anketin sonuçları ilginçtir. Çocuk sayısı 137, kız çocuk sayısı 89, erkek çocuk sayısı 48, yani yüzde 65 gibi bir oranla kız çocuklarının üstünlüğü saptanmıştır. Literatürdeki istatistiksel çalışmalar bu sonucu destekler mahiyettedir.
Konuyla ilgili bir diğer çalışmanın sonuçları ise daha hayati. Epidemik bir çalışmayla 1950-79 arasın ölen 430.000 kişinin ölüm nedenleri incelendi. 10 yıldan daha uzun süre mesleğini icra etmiş elektrik-elektronikçilerde şu bulgulara rastlandı:
* Lösemi oranı %50 daha fazla,
* Beyin tümörü riski 3,95 kat,
* Akut lösemi riski 4,04 kat,
* Bağırsak, rektum, ağız ve boğaz kanseri riski 10 kat fazla.

2005 yılında yayınlanan ve 5 YTL (internette 3,5 YTL) gibi ucuz fiyata satılan kitabı bu kadar az ilgi görmesini (2008 Şubat’ında birinci baskısını aldım) nasıl açıklayabiliriz bilemedim. Meslektaşlarımızı da yakından ilgilendiren bu konunun, elektromanyetik radyasyonun insan sağlığı üzerindeki etkilerinin, bağımsız araştırmacılarla incelenmesinin önemini görmek için kitabı edinmek ve okumak şart.

Yorumlar

  1. Gazetede haberini okudum ,internette araştırdım.Hemen alıp okuyacağım.Yazar ve emeği geçen Anıl beyi kutlarım.Kitabın arkasındaki notu okuyunca bile çocuklarımıza cep tlf alarak ne büyük kötülük yaptığımızı düşündüm.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.

Son haftanın en çok okunan 10 yazısı

Sokakbaşı Meyhane, nam-ı diğer Hüseyin'in Meyhanesi

Uzunca bir süredir izlediğim tek televizyon yayını Behzat Ç.'nin Hüseyin'in Meyhanesi mekanı olarak kullandığı Sokakbaşı Meyhanesi'ne sonununda gittim. Hatta yanda gördüğünüz üzere Behzat'ın masasında fotografım da var. Mekan, aslında Behzat Ç. öncesinde de bölgede bilinen sevilen yerlerdendi. Esat dörtyolda, köşebaşında yer alan burayı Behzat Ç.'de mekan olarak kullanmak, muhtemelen Erdal Beşikçioğlu'nun zamanında Sokakbaşı'nın çaprazında bir yer işletmesinden kaynaklanıyordur.  Sokakbaşı'na diziden aşinayız. Havalar iyi olduğunda açık havada büyükçe bir yerleri var. İçerisi de küçük sayılmaz. Mezeler lezzetli, fiyatlar pek ucuz sayılmaz. Dizinin etkisi fiyatlara yansımış görünüyor. Behzat'ın masası rezervasyonlu oluyormuş genelde. Yurt içi ve hatta dışından rezervasyon yapılıyormuş. Mekanın garsonları, kim bölümlerde rol almış. Duvarlarda gazete küpürleri ve diziden görüntülerin yer aldığı fotograflar var.  Yakında final yapacak olan Behzat ...

Civitas - Suadiye / İstanbul

Sadeceözgür, 2004 doğumlu bir blog. Başlangıç senelerinde, "mekân" etiketli bir çok yazı yayınladım. O tarihlerde Google Haritalar hizmeti yoktu hayatımızda. Artık, ben de bir çok kişi gibi, Google Haritalar'a yazdığım yorumlar ile gittiğim mekânları değerlendiriyorum. Bu yüzden "mekân" etiketli son yazım 2019 tarihli ve o yazı film yıkatıp negatiften baskı alabileceğiniz mekânlarla ilgili .  Bu giriş paragrafının ardından gelelim bu yazıyı neden hazırladığıma. Malûmunuz, İstanbul sokakları ve kafelerini keşfetmeye devam ediyorum. Bu keşifleri, zaman zaman blogda da paylaşmaya karar verdim. Civitas , bu serinin ilk yazısına konu oldu.  İstanbul'un Anadolu Yakası'nda, Marmara kıyılarına yakın, güzide semtlerinden Suadiye'deki bir kafe Civitas . Mekâna ilk ziyaretimde sadece kahve içmiş, vitrindeki tatlıların görüntülerine hayran kalıp, bir daha gelmeliyim diyerek, ayrılmıştım. İstanbul gibi devasa bir şehirde yaşayınca, bir daha, bir sene sonraya den...

Dünyaya Yeni Gelen Okurlar İçin / Barış Bıçakçı

Kimi bir kaç cümlelik kimi bir kaç sayfalık anılarla dolu öykücükler ve tümünü bağlayan farklı bir kurgu. Barış Bıçakçı'nın son novellasını severek okudum.  Okuma heyecanını bozmadan, konusundan kısaca bahsetmek istiyorum. Halis Bey, emekli elektrik mühendisi. Ayşe ise başarılı bulunan bir öykü kitabı yayınlamış bir peyzaj mimarı ve tercüme yaparak hayatını kazanıyor. Tercüme bürosunda rastlaşıyorlar ve Halis Bey Ayşe'den anılarını öyküleştirmesini istiyor, ücreti karşılığında. Novella, Halis Bey'in anıları ve Ayşe'nin hayatını anlatan bölümlerle kurulmuş. Novellada yer alan bölümlerin her biri ayrı öyküler haline getirilebilecek derinlikte.  Ayşe'nin hayatına dair bölümlerde ülkenin gündemine dair göndermeler de yer alıyor.  Daha önce okuduğum eserlerinde olduğu gibi bolca Ankara var arka planda. Hatta Garson başlıklı bölümde Ankara başrolde. İstanbullular deniz yok, fazla gri dese de Ankara, Ankara'da yaşamaya alışmışlar için kendine has özellikleri ve güzelli...

yürüyen merdiven

Metrodan çıkmak için yürüyen merdivene adımımı attığımda, dışarıda beni nelerin beklediğinden haberim yoktu. Okula, işe yetişme telaşında olanların kalabalığı bitmiş, toplu ulaşım, acelesi olmayanlara kalmıştı. Merdivenin son basamağını geldiğimde sokak sakin ve huzurlu görünüyordu.  Sabahın serinliği yerini öğleye geçişin ılıman haline bırakmıştı.  Kediler ve martılar duvar diplerine bırakılmış yemleri paylaşıyor, kargalar bu paylaşımdan kendilerine de pay düşecek mi merakıyla olan biteni izliyordu.  Her zaman döndüğüm sokağı es geçip ilerledim. Yeni sokak, yeni binalar, yeni yüzler... Tek sokak değiştirince bile karşıma çıkanların farklılığı şaşırttı.  Yürümeyi sürdürdüm. Güneş yükselirken bulutsuz gökyüzü alabildiğine maviydi. Karşılaştığım insanların kiminin yüzü tanıdık gelse de bir çoğunu ilk kez görüyordum. Oysa sadece bir sokak değiştirmiştim.  Sokağın sonundaki kafenin bahçesinde yaşlı bir çift sabah kahvesi içiyordu. İkisi de sokağa dönük, yan yana san...

ışık ve gölge

Gölgeleri oldum olsası sevdim. Işığın somut göstergesi gibi geldi bana. Işığın yönüne ve şiddetine göre değişmesini, hayatın farklılaşan akışına benzettim. Uzayan kısalan, koyulaşan belirsizleşen gölgeler... Gölgelerin bu suskun ama etkili varlığı  çağrışımlar yaptı ömrüm boyunca. Kökenleri çocukluk yıllarıma kadar uzanıyor belki. Ağaçların uzayan gölgelerini izlerken fark etmiştim ışığın ve karanlığın birbiriyle oyununu. Her gölgenin, öyküsü başkaydı; kimi dinginlik, kimi merak, kimi endişe içerirdi. Sessiz sinema gibi, sözsüz öyküler, giz ile görünen arasındaki ilişkiyi mi yansıtıyor acaba? Gölgelerin etkileyici olmaları biraz da bu yüzden sanırım, hayal gücümüzü işe koymaları. Görünen ile giz arasını doldurması bize kalıyor. 

bir kez daha, nedir bu sayısal karasal televizyon?

Blog sayfamda DTT etiketiyle yayınlanmış 100'e yakın içerik bulunsa da, geçenlerde buluştuğumuz lise arkadaşlarımın sorusu üzerine, bir kez daha yazmaya karar verdim. Bilenler, okumadan geçebilir. Bilmeyenler ve sektörün uzağındaki kişiler düşünülerek hazırlanmış bir yazıdır.  Soru - yanıt şeklinde kurgulanmış yazılarımın daha çok okunduğu gözlemi üzerine, buyurun sık sorulan sorularla Sayısal Karasal Televizyon: Şimdi tam olarak neden bahsediyoruz? Çanak ile izlediğimiz televizyon mu?

renk ahenk

Birbirinden ince bir çizgiyle ayrılmış, farklı boyut ve renklerdeki çokgenlerden oluşan fotoğraf bana hayatı hatırlattı. Bu kareyi çekip bir blog yazısının öznesi yapma fikri oluştuğundan beri yazı kafamda şekilleniyor. Yazıp yazıp siliyorum. Bir saat önce harika diye düşündüğüm içeriğin, bir saat sonra saçmalık olduğuna karar veriyorum.  En doğrusu, yazıyı kafamın içinden çıkartıp bloga aktarmak. Yoksa yazıp silme döngüsü bitmeyecek.   Çokgenleri her gün karşılaştığımız olaylar dizisine benzetiyorum. Her birisi kendi içinde farklı renklere boyanmış, kimi canlı ve coşkulu; kimi daha soluk ve karanlık. Birbirinden ince çizgiyle ayrılmış da olsalar bütünü oluşturan parçalardan ibaretler aslında. Anlamları, diğer parçalarla birlikteyken ortaya çıkıyor. Bir metro durağında gördüğüm bu sanat eseri bende böylesi çağrışımlar yaptı. Videolarla çevrili dünyamızda, umarım yazılarım gününüzü güzelleştiriyordur. Videoya inat, yazmaya devam edeceğim. Okuyanların çoğalması dileğiyle......

avluda

Soğuk bir kış. Bulutsuz, masmavi gökyüzü havanın ayaza döndüğünün kanıtı. Güneş var ama ısıtmıyor. Avluda bir ileri bir geri yürüyorum.  Eldivenin içinde bile kaskatı kesilmiş ellerimi birbirine sürterek ısıtmaya çalışırken içeriden gelecek iyi haberi bekliyorum. Ne kadar da uzun sürdü değerlendirmeleri.  Bir saat önce sözlü sınavın sonunda, siz dışarıda bekleyin, birazdan sonucu açıklarız deyip beni kapının önüne koyarlarken işin bu kadar uzayacağını hiç tahmin etmemiştim.  Gidip bir kafede beklesem, ama ya bir şey sormak için seslenirlerse. En iyisi soğuğa aldırmadan beklemeye devam etmek.  Hayat da böyle bir şey değil mi zaten. 

Eski Maltepe pazarı eski yerinde yakında bizlerle...

Ankaralılar bilir, kot pantolondan araba teybine, ara musluğundan kuruyemişe ne ararsan bulabildiğin hem de uygun fiyata bulabildiğin bir pazar var(dı): Maltepe camisinin üst tarafından pazartesi dışında (o gün semt pazarı kurulurdu) her gün hizmet veren seyyar paravanlarla ayrılmış küçük dükkancıkların oluşturduğu bir pazardı. Bu pazarın bulunduğu araziye bir alışveriş merkezi yapıldı. Ankara'nın en ilginç mimarisine sahip olduğunu düşündüğüm Malltepe Park, eski pazar esnafının ahını almıştı. Sopalarla dövüle dövüle pazar yerinden atılan esnafın tutan ahı, Malltepe Park'ı iflas noktasına getirdi. Market, dükkanlar derken hayalet alış veriş merkezine dönüştü Malltepe Park. Sonunda alış veriş merkezi yönetimi eski (kendi deyimleriyle tarihi) maltepe pazarını Malltepe Park'ın içine taşımaya karar vermiş.  Bugünlerde hummalı bir çalışma sürüyor Malltepe Park'ta. Dükkanlar alçıpanla küçük dükkancıklara bölünüyor. Öğrendiğime göre şimdiden 70'ten fazla pazar esnafı taş...

Yabancı dil öğrenmek üzerine: DuoLingo deneyimimim

kızımın çizgileri Ülkemizin kanayan yaralarından birisidir sanırım, yabancı dil öğrenmek. Onlarca kurs, yüzlerce kitap, saatlerce ders ve sonuç: anlayan (en azından anladığını düşünen) ve konuşamayan kişiler... Bir yerlerde bir sorun olduğu kesin, ama nerede? Farklı zamanlarda, 3 kez Fransızca kursuna gittim. İlk seferin ardından, aslında bir temel bilgim olmasına karşın, her seferinde en baştan başladım, hiç bilmiyormuşum gibi. Ne yazık ki kurslarda öğrendiklerim kalıcı olamadı. Şimdilerde, 70 gündür, her sabah DuoLingo ile çalışıyorum. Ücretsiz ve arada çıkan reklamlarla devam eden sürümünü kullanıyorum. Eminim farklı online dil kursları da vardır. Online platformda, kurslarda olmayan ne var diye düşününce bir kaç şey tespit ettim. Belki sizlerin de işine yarar diye paylaşıyorum: Yabancı dil öğrenmek, sürekli ve kesintisiz tekrar gerektiren bir süreç. Kurslar, sadece haftanın belli günleri, bir kaç saat için ve çoğunlukla, günün en yorgun olunan akşamlarında oluyor. ...