Ana içeriğe atla

Tehlikeli Oyuncak Prof.Dr. Selim Şeker ve Anıl Korkut


Kitabın tam adı Tehlikeli Oyuncak Kamuoyuna yansıtılmayan raporlara göre çocuklar daha büyük risk altında!.

Cep telefonları hayatımızın vazgeçilmez cihazları arasına girmiş durumda. Hatta kitaptaki ifadeyse “vücudumuzun bir organı haline dönüşmüş durumda”. Bu yönde kimi deneysel çalışmaların olduğunu da kitabı okuyunca öğreniyoruz. Hayatımızın bu kadar içinde olan bir cihaz, bize ciddi ve kalıcı zararlar veriyorsa? Bu zararların araştırılmasına ilişkin çalışmalar yüzlerce milyar dolarlık bir sektörü tehdit ediyorsa? Bu korkutucu sorulara bilimsel kanıtlar göstererek yanıt arıyor Prof. Dr. Selim Şeker ve Anıl Korkut.
Kitaptaki bilgilere göre Selim Şeker, Yıldız Teknik Üniversitesi mezunu bir elektrik mühendisi. Yüksek lisans ve doktorasını Amerika’da George Washington Üniversitesi’nde yapmış. 1982 yılından bu yana Boğaziçi Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği Bölümü’nde öğretim üyeliği yapıyor. Araştırma konuları elektromanyetik uyumluluk, elektromanyetik dalgaların yayılımı, insanlar üzerindeki biyolojik etkileri gibi konular. Bu konularla ilgili Türk Standartlar Enstitüsü’ne iki standart hazırlamış, Tübitak-MAM ve Telekomünikasyon Kurumu’na danışmanlık yapmış. Anıl Korkut ise Boğaziçi Üniversitesi’nde Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü ile Kimya bölümünü birlikte çift anadal olarak fakülte birincisi olarak bitirmiş. 1999 yılında Harvard Üniversitesi’nde 2000 yılında Avrupa Moleküler Biyoloji Laboratuarları’nda moleküler biyoloji alanında çalışmalar yapmış. 2002 yılında Columbia Üniversitesi’nden master derecesi almış. Aynı üniversitede doktora çalışmaları devam etmekteymiş.
Kolay anlaşılırlık için bilimsel jargondan olabildiğince uzak kalınmış. İlk söz bölümünde cep telefonları ile sigara ve asbest konuları arasındaki çarpıcı benzerliğe dikkat çekilmiş. Şöyle ki:

Biliyorsunuz 1960’lara kadar insanlar sigarayı naifliğiyle tükettiler. Üreticiler, sigaranın kanserojen olduğunu yıllarca inkar ettiler., arkalarındaki hukuk ordusuyla türlü kanun boşluklarının arkasına gizlendiler. Aynı senaryo asbest için de tekrarlandı. Binlerce insan öldükten sonra gerçeği tescillendi.
Sektörün, cep telefonu üreticilerinden, servis operatörlerine, bu sistem için uygulama geliştiricilerden, sistem üzerinden yüklü vergi almakta olan devlete kadar ne kadar çok sayıda yapıyı beslediği düşünüldüğünde, yazarların endişelerine katılmamak olanaksız. Kitabın İki bilim Adamı Bir İtiraf başlıklı bölümünü okuyunca endişelerin haksız olmadığı kuşkusu artıyor.
Kitapta elektromanyetik radyasyonun insan bedeni üzerindeki etkileri, bu tip radyasyon yayan, benzerlerine göre bedenimize çok daha yakın duran, daha uzun süreli maruz kaldığımız cihaz olan cep telefonu özelinde anlatılmış. Bilimsel çalışmalara referanslar verilmiş. Özellikle beyinleri insan beyni ile benzer özellikler taşıyan fareler üzerinde yapılmış çalışmalar korkutucu. Bir başka korkutucu sav ise kafatasları yetişkinlere göre ince olan çocuklar üzerinde olumsuz etkilerin kısa süreli kullanımlarda bile oluştuğuna ilişkin. Bir çoğumuzun bildiği gibi, Specifik Absorption Rate (Özgül Soğrulma Oranı:SAR) değerleri cep telefonu kullanırken vücudun emdiği radyasyon enerjisinin miktarının bir ölçüsü. Cep telefonları için her ülkece belirlenmiş SAR limit değerleri mevcut. Kitaptaki, bir diğer önemli konu, SAR’ın, yani organları ısıtan etkinin, cep telefonlarının insan vücudu üzerindeki tek olumsuz etki olmadığı savıdır. Buna göre elektromanyetik radyasyon (ve dolayısıyla cep telefonu) ısı etkisinin dışında, hücrelerde genetik bozulmalara da yol açabilmektedir.
Çok Düşük Frekanslı (Extra Low Frequency:ELF) Radyasyon başlıklı bölümün alt başlığı meslektaşlarımızı yakından ilgilendiriyor. Alt başlık Bahtsız elektrik mühendisleri:
ELF Radyasyonun etkileri çok bilinçli olmasa da halk arasında da dillendirilmiştir: . Bilim bu söylentiyi doğrulamıştır. 71 elektrik mühendisi arasında yapılan anketin sonuçları ilginçtir. Çocuk sayısı 137, kız çocuk sayısı 89, erkek çocuk sayısı 48, yani yüzde 65 gibi bir oranla kız çocuklarının üstünlüğü saptanmıştır. Literatürdeki istatistiksel çalışmalar bu sonucu destekler mahiyettedir.
Konuyla ilgili bir diğer çalışmanın sonuçları ise daha hayati. Epidemik bir çalışmayla 1950-79 arasın ölen 430.000 kişinin ölüm nedenleri incelendi. 10 yıldan daha uzun süre mesleğini icra etmiş elektrik-elektronikçilerde şu bulgulara rastlandı:
* Lösemi oranı %50 daha fazla,
* Beyin tümörü riski 3,95 kat,
* Akut lösemi riski 4,04 kat,
* Bağırsak, rektum, ağız ve boğaz kanseri riski 10 kat fazla.

2005 yılında yayınlanan ve 5 YTL (internette 3,5 YTL) gibi ucuz fiyata satılan kitabı bu kadar az ilgi görmesini (2008 Şubat’ında birinci baskısını aldım) nasıl açıklayabiliriz bilemedim. Meslektaşlarımızı da yakından ilgilendiren bu konunun, elektromanyetik radyasyonun insan sağlığı üzerindeki etkilerinin, bağımsız araştırmacılarla incelenmesinin önemini görmek için kitabı edinmek ve okumak şart.

Yorumlar

  1. Gazetede haberini okudum ,internette araştırdım.Hemen alıp okuyacağım.Yazar ve emeği geçen Anıl beyi kutlarım.Kitabın arkasındaki notu okuyunca bile çocuklarımıza cep tlf alarak ne büyük kötülük yaptığımızı düşündüm.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.

Son haftanın en çok okunan 10 yazısı

kaybolmak

Bu havada yapılacak en iyi şey yürümektir. Ne bunaltıcı bir sıcak, ne üşüten bir soğuk. Güneş, bulutların arkasında kalmış. Sonbaharın kışa yaklaştığı bugünlerde, bulut arkasında bile olsa havanın serinliğini dengeliyor sıcaklığı ile.  Yürürken düşünmek hoşuma gidiyor. Diyeceksiniz ki otururken düşünemiyor musun? Belki size garip gelecek ama yanıtım evet. Otururken, araba kullanırken, etrafta iletişim kurabileceğim birileri varken düşünemiyorum. Daha doğrusu düşüncelerim arasında dolaşamıyorum. Oysa yürümek, düşünceler denizinde kaybolmak için birebir.  Sabah, pencereyi açıp havayı görünce, işte dedim, kaybolmak için güzel bir gün. 

Yabancı dil öğrenmek üzerine: DuoLingo deneyimimim

kızımın çizgileri Ülkemizin kanayan yaralarından birisidir sanırım, yabancı dil öğrenmek. Onlarca kurs, yüzlerce kitap, saatlerce ders ve sonuç: anlayan (en azından anladığını düşünen) ve konuşamayan kişiler... Bir yerlerde bir sorun olduğu kesin, ama nerede? Farklı zamanlarda, 3 kez Fransızca kursuna gittim. İlk seferin ardından, aslında bir temel bilgim olmasına karşın, her seferinde en baştan başladım, hiç bilmiyormuşum gibi. Ne yazık ki kurslarda öğrendiklerim kalıcı olamadı. Şimdilerde, 70 gündür, her sabah DuoLingo ile çalışıyorum. Ücretsiz ve arada çıkan reklamlarla devam eden sürümünü kullanıyorum. Eminim farklı online dil kursları da vardır. Online platformda, kurslarda olmayan ne var diye düşününce bir kaç şey tespit ettim. Belki sizlerin de işine yarar diye paylaşıyorum: Yabancı dil öğrenmek, sürekli ve kesintisiz tekrar gerektiren bir süreç. Kurslar, sadece haftanın belli günleri, bir kaç saat için ve çoğunlukla, günün en yorgun olunan akşamlarında oluyor. ...

boşluk

"Bak ne yaptım, piramidi avucumun içine sığdırdım."   Benzeri milyon kez çekilmiş bir fotoğrafı kendi telefonuyla da kaydetmiş olmanın anlamsız gururu ve mutluluğu sesine yansıyordu. Bak diye seslenmişti ama seslendiği yerde boşluk dışında bir şey yoktu.  Hayatının tümünü kaplayan büyük boşluk. Oysa aşıklar kentine yalnız gelmek değildi planı. Bu hafta çok farklı geçecekti.  Nikahın ardından balayı için geleceklerdi Paris'e. Kalacakları oteli iki ay öncesinden ayarlamıştı. Bir haftalık tatilde gezecekleri yerleri belirlemişti gün gün, hatta saat saat.  Şimdi avucunun içine sığdırdığı piramidin yerinde sevgilisinin eli olabilirdi.  Eğer nikaha bir saat kala, bu iş olmayacak, ben vazgeçtim demeseydi.

olta

"Bakalım bugün oltamıza ne vuracak?" "Yemleri düzgün taktıysan, bir de şansın yaverse dünkünden çok balık alırız." Balık tutarken tanışıp arkadaş olduklarından bu yana ne kadar zaman geçti, sorsan ikisi de hatırlamaz. Son bahardan ilk bahara, neredeyse her gün, aynı saatte aynı yerde oltalarını sallıyorlar.  Yazının başına eklediğim konuşma hayali. İşin doğrusu, hiç yanlarına gitmedim.  Onları uzaktan seyrediyorum nicedir.  Evimin balkonundan, geldikleri yolu da olta attıkları kayalıkları da görebiliyorum.  Ben de gitsem yanlarına diye düşünüyorum arada. Belki yarın... Bugün geçsin hele.  Dün de aynısını söylediğimi hatırlıyorum. Yarın bu yazımı okurken, bir sonraki gün de benzer bir düşüncem olacağını biliyorum.  Bazı şeyler değişirken kimileri aynı kalıyor. Aynı kalması için hiç bir sebep yokken.

vapur

Hafta içi aynı saatte biniyor o da vapura. Nerede çalışıyor bilmiyorum. Aslına bakarsanız, çalışıyor mu ondan da emin değilim. Tek bildiğim Beşiktaş - Kadıköy vapurunda, hafta içi her akşam karşılaştığımız. 18.15 vapuruna binince ilk işim bir kat üste çıkıp büfe sırasına girmek. Hep aynı şeyi sipariş ediyorum, sade kahve ve sade soda. Boş olduğu sürece aynı yere oturuyorum.  Hayatım olanca tekdüzeliği ile akıp giderken fark ettim varlığını. Önce büfe sırasında, sonra kahvemi ve sodamı alıp oturduğum cam kenarındaki kanepenin çaprazında. Hiç selamlaşmadık belki ama onun da beni fark ettiğini düşünüyorum. Bir kaç kez büfe sırasında benden sonra sipariş verirken, aynısından dediğini duyduğumda gülümsemiş, onun da gülümsediğini görmüştüm. Bu sıcak gülümseyişlere karşın konuşmamıştık.  Kadıköy'de inince nereye doğru gittiğine bakmadım hiç. İnsan selinin içinde kaybolduk her seferinde. Ben çarşının içinden geçip Moda'ya doğru giden sele kaptırıyordum kendimi. Bazen metro alt geçidin...

Gece Yarısı Kütüphanesi, Matt Haig

Matt Haig'in çok satan romanı Gece Yarısı Kütüphanesi'ni okudum. Dilimize Kıvanç Güney tercüme etmiş. Karamsar bir başlangıcın ardından, farklı bir kurgu ile ilerleyen roman, umut dolu bir finalle bitiyor.  Matt Haig'den okuduğum ilk eser Gece Yarısı Kütüphanesi. Akıcı bir dille yazılmış. Bir çok felsefeciden alıntılar yapılmış. Çocuk ve gençler başta olmak üzere, her yaştan okuyana mesajlar içeriyor. Dediğim gibi, başlangıcı karamsar ve bu bölümlerde, roman kahramanının tespitlerine takılmamak ya da daha açık söylemek gerekirse, hak vermemek gerekiyor. Bu fikirlerin, depresyonun dibindeki bir kişinin hayata dair tespitleri olduğunu unutmanızı önemle hatırlatırım. İlerleyen bölümlerde bu depresif düşüncelere fazla gönderme yok zaten. 

Yaylapınar (Sinekçiler) Köyü Nazilli tatili

Yazılacaklar birikti, bu gidişler birikmeye devam edecek. Üst üste gelince seyahatler, okunanlar, teknik gelişmeler böyle oluyor. Yavaş düzgündür, düzgün ise hızlı deyip başlayayım bir yerinden.  Geçtiğimiz haftanın 6 gecesini, Aydın'ın Nazilli ilçesinin, eski adıyla Sinekçiler, Yaylapınar köyünde geçirdik. Ne ben, ne de eşim Nazilli'li. Oralarda yaşayan akrabamız da yok. Peki nasıl oldu da bir köyde kaldık 6 gece. Pınar Kaftancıoğlu sayesinde. Kendisini büyük şehirlerde, özellikle İstanbul'da, yaşayan çocuk sahipleri tanıyacaktır. Ayşe Arman'ın söyleşisinden sonra tanıyanlar ve alış veriş yapanların sayısında ciddi artış olmuş. Siz tanımayanlardansanız İpek Hanım'ın Çiftliği'nin web sayfasına bakmanızı ve yazının geri kalanını sonra okumanızı öneririm.  Kaftancıoğlu, bana kalırsa ülkemiz için uygulanabilir bir kalkınma modeli oluşturmuş. Ülkemiz, her ne kadar son dönemlerde ihmal edilmiş olsa bile, bir tarım ülkesi. Tarıma elverişli topraklara ...

Anıttepe, sokaklar, anlamlar

Ankara, ne yazık ki, içerisinden su geçen şehirlerden değil. Aslında daha doğrusunu söylersem, içerisinden geçen suların üzerini kapatıp yok eden bir kent. İncesu deresi, Kavaklı dere, Ankara çayı hep üzeri kapatılıp, halının altına süpürülen tozlar gibi gözden ırak tutulup unutulmuş kent suları. Hal böyle olunca Başkent, akar suyun kente sağlayacağı güzelliklerden yoksun. Neyse ki arayan için gizli güzellikler barındırıyor.   Anıttepe, bu gizli güzellikleri saklayan semtlerden. Anıtkabir, yılın her mevsimi caddelerden eksik olmayan turist otobüsleri, resmi bayramlarda protokol için kapatılan yollar, son dönemde sıklıkla düzenlenen mitinglere ev sahipliği yapan Tandoğan meydanı, Çankaya Belediyesi'nin  konserlerinin mekanı Anıtpark Anıttepe denildiğinde ilk aklıma gelenler. Ve tabii, geçenlerde bir yarışmada soru olarak da yöneltilen sokak isimleri: Ordular, İlk, Hedef, İleri, Ata ve Akdeniz caddesi.    Anıtkabir'in sınırını oluşturan 3 cadde bulunur: Gen...

Civitas - Suadiye / İstanbul

Sadeceözgür, 2004 doğumlu bir blog. Başlangıç senelerinde, "mekân" etiketli bir çok yazı yayınladım. O tarihlerde Google Haritalar hizmeti yoktu hayatımızda. Artık, ben de bir çok kişi gibi, Google Haritalar'a yazdığım yorumlar ile gittiğim mekânları değerlendiriyorum. Bu yüzden "mekân" etiketli son yazım 2019 tarihli ve o yazı film yıkatıp negatiften baskı alabileceğiniz mekânlarla ilgili .  Bu giriş paragrafının ardından gelelim bu yazıyı neden hazırladığıma. Malûmunuz, İstanbul sokakları ve kafelerini keşfetmeye devam ediyorum. Bu keşifleri, zaman zaman blogda da paylaşmaya karar verdim. Civitas , bu serinin ilk yazısına konu oldu.  İstanbul'un Anadolu Yakası'nda, Marmara kıyılarına yakın, güzide semtlerinden Suadiye'deki bir kafe Civitas . Mekâna ilk ziyaretimde sadece kahve içmiş, vitrindeki tatlıların görüntülerine hayran kalıp, bir daha gelmeliyim diyerek, ayrılmıştım. İstanbul gibi devasa bir şehirde yaşayınca, bir daha, bir sene sonraya den...

Pazr günü eğlencesi: Eymir gölü etrafında bisiklet sürmek

Sadece ODTÜ öğrenci ve çalışanlarının bir de göl kartı sahiplerinin girebildiği düşünülür Eymir gölüne. Oysa, eskiden olduğu gibi bugün de arabasız girdiğiniz sürece, kimse kimlik sormaz kapısında. Birisi TRT'nin Oran yerleşkesinin yanından inen yolun sonunda, diğeri Gölbaşı'ndaki TEİAŞ tesislerini geçince olmak üzere iki kapısı bulunur bu küçük göl ve çevresinin. ODTÜ arazisidir ve içerisinde piknik yapmak yasaktır. Son düzenlemeler sonrası üniversite arazisi olduğu için içeride alkol satışı yasaklanmıştır. Yakın zamanda üniversite yönetiminin aldığı bir karar ile Eymir gölü çevresine haftasonları araç girişi tamamen yasaklandı. Her iki kapının yakınında, ODTÜ'de görev yapan güvenliklerin kontrol ettiği park alanları oluşturuldu. Ücretsiz olan bu alanlara aracınızı bırakıp yürüyerek göl çevresine girebiliyorsunuz. İçeride her 10 - 15 dakikada bir hareket eden ring servisleri bekliyor. Lokantaların olduğu yerlerde durakları var. Dönüş için de aynı araçları kullanabili...