Gölgeleri oldum olsası sevdim. Işığın somut göstergesi gibi geldi bana. Işığın yönüne ve şiddetine göre değişmesini, hayatın farklılaşan akışına benzettim. Uzayan kısalan, koyulaşan belirsizleşen gölgeler... Gölgelerin bu suskun ama etkili varlığı çağrışımlar yaptı ömrüm boyunca. Kökenleri çocukluk yıllarıma kadar uzanıyor belki. Ağaçların uzayan gölgelerini izlerken fark etmiştim ışığın ve karanlığın birbiriyle oyununu. Her gölgenin, öyküsü başkaydı; kimi dinginlik, kimi merak, kimi endişe içerirdi. Sessiz sinema gibi, sözsüz öyküler, giz ile görünen arasındaki ilişkiyi mi yansıtıyor acaba? Gölgelerin etkileyici olmaları biraz da bu yüzden sanırım, hayal gücümüzü işe koymaları. Görünen ile giz arasını doldurması bize kalıyor.
Kieślowski'den izlediğim ilk film Üç Renk:Mavi'ydi. Filmi izlediğimde üniversitede öğrenciydim. O zamanlar henüz kapanmamış olan Kavaklıdere sinemasında bir pazar günü izlemiştim. Film ve o güne ilişkin epey hatırladığım var, tek sebep film olmasa da. Neyse, başlığa dönersek dün Ankara Film Festivali kapsamında Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi'nin 3. katındaki sergi salonunda açılışı gerçekleştirilen Kieślowski sergisi ilgi çekiciydi. Açılışına katılma olanağı bulmuşken Kieślowski hakkında aklıma takılan bir kaç sorunun yanıtını öğrenmiş oldum.
Yönetmenin meşhur üçlemesini neden Fransız devriminin renklerine ilişkin çektiğiydi. Öyle ya kendisi Polonyalı, Fransızca bilmeyen birisi. Sorunun birden fazla yanıtı varmış. Birinci ve öncelikli neden yönetmenin kafasındaki projeye finansmanı Fransızların sağlamış olması. Diğer nedenler ise Fransız devrimini aydınlanma devrimi olarak algılayıp üçlemeyi, mavi: özgürlük, beyaz: eşitlik ve kırmızı: sevgi konularını, yorumladığı şeklinde. Ayrıca Avurpa'da siyasi birliktelikten çok kültürel birlikteliğin gerçekleştirilmesini önemseyen ve bu yolda çabalayan Kieślowski'nin üçlemenin bu amaca hizmet edeceğini düşünmüş olması muhtemeldir.
Kieślowski hakkında merak ettiğim bir başka konu ise yönetmenin siyasi duruşuydu. Filmlerinden bu konuda bilgi edinilebilse bile Polonya gibi bir ülkenin yönetmeninin sola bakışını merak ediyordum. Bu konuda da tahmin ettiğim bir yanıt aldım. İlk başlarda kendini daha solda tanımlasa da sonraları sosyal adaleti (belki sosyal demokrasi de denebilir?) savunan bir çizgiye gelmiş.
Bir önceki yazımda da belirttiğim gibi Ankara, kültürün başkenti olma yolunda ilerliyor. Festival gönüllülerinin yarattığı gençlik kenti sarmalıyor. Ne mutlu ki bu festivalin gerçekleşmesi için çabalayan insanlar var hala...
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.