Ana içeriğe atla

Dünyaya Yeni Gelen Okurlar İçin / Barış Bıçakçı

Kimi bir kaç cümlelik kimi bir kaç sayfalık anılarla dolu öykücükler ve tümünü bağlayan farklı bir kurgu. Barış Bıçakçı'nın son novellasını severek okudum.  Okuma heyecanını bozmadan, konusundan kısaca bahsetmek istiyorum. Halis Bey, emekli elektrik mühendisi. Ayşe ise başarılı bulunan bir öykü kitabı yayınlamış bir peyzaj mimarı ve tercüme yaparak hayatını kazanıyor. Tercüme bürosunda rastlaşıyorlar ve Halis Bey Ayşe'den anılarını öyküleştirmesini istiyor, ücreti karşılığında. Novella, Halis Bey'in anıları ve Ayşe'nin hayatını anlatan bölümlerle kurulmuş. Novellada yer alan bölümlerin her biri ayrı öyküler haline getirilebilecek derinlikte.  Ayşe'nin hayatına dair bölümlerde ülkenin gündemine dair göndermeler de yer alıyor.  Daha önce okuduğum eserlerinde olduğu gibi bolca Ankara var arka planda. Hatta Garson başlıklı bölümde Ankara başrolde. İstanbullular deniz yok, fazla gri dese de Ankara, Ankara'da yaşamaya alışmışlar için kendine has özellikleri ve güzelli...

Bursa Kitap Fuarı ardından

24 saatin 12'sini yolda geçirip epey yorulsam bile değdi Bursa'ya gittiğime. Aktarmam gerektiğini düşündüğüm gözlemlerimi unutmadan kayda geçireyim diye oturdum bilgisayarın başına pazar sabahı, kargalar bile kahvaltılarını yapmadan:
Cuma gecesi yola çıkıp cumartesi sabah 7'ye doğru Bursa'ya ulaşınca fuarın açılış saati olan 11'e kadar oyalanacak şeyler bulmak gerekiyordu. Eski Bursa bilgimi kullanıp terminalden Heykel'e (Bursa'nın kızılayı desem doğru olur herhalde) giden otobüse bindim. Heykel, aynı zamanda Koza Han, camii ve kapalı çarşılardan oluşan bir yapıya da ev sahipliği ediyor. Aklımda Koza Han'ın avlusu, çay-simit ve gazete var. Ancak hesapta olmayan avlunun açılmamış olması. Neyse, Setbaşı'na yürüyüp üzerinde dükkanlar olan Floransa'daki köprüye benzer yapıyı görüp fotografladıktan ve uzun bir yürüyüş yaptıktan sonra hala açılmayan Koza Han'ın karşısındaki saraya oturdum. Saray eskilerden kalma değil. Simit sarayı. Ben simit-çay keyfine başlamışken saat ilerlemeyi sürdürdü ve sonunda beklenen an, benim avlu ile buluşmam, gerçekleşti.
Burada kahve çay gazete üçlüsü tahminimden daha az oyaladı beni. Yoldan gelmenin verdiği yorgunluğa gün boyu sürecek koşturmanın getireceği yorgunluğu düşününce yürümekten vazgeçtim. Heykel'den kalkan herhangi bir otobüse binip dolaşmaya karar verdim. Özellikle yurt dışına gittiğimde yaparım bunu. Orada günlük kart aldığım için maliyeti sıfır olan şehir turu gibi olur. Nereye doğru gittiğinizi elinizdeki haritadan takip edebilirsiniz. Bursa'nın tarihi Koza Han'ının karşısında 'Tourizm information' cumartesi ve pazar günleri kapalı olunca (öyle ya turistler sadece haftaiçi gezer :) harita edinme şansım olmadı.
Duraktan atladığım (tam hareket etmek üzereyken binince atlamış oldum) otobüsün sürücüsüne
- Nereye gidiyoruz?
diye sordum. Adam haklı olarak
- Sen nereye gidecektin ki?
yanıtını verdi. Bilmediği benim gidecek bir yerimin olmadığı, keyifli vakit öldürmek gayretinde olduğumdu. Neyse, amacıma biraz şüphe ile yaklaşsa bile samimiyetim inandırdı. Kalkıp Ankara'dan sırf fuar için gelmem zaman zaman 'ne adamlar var, biz burda gitmeyiz o kalkmış 6 saatlik yoldan gelmiş' şeklinde kendi kendine söylenmesine neden oldu. Şansıma otobüs taa Mudanya yolu üzerindeki bir köye gidiyordu. Bursa'nın zenginlerinin villalar yaptırdığı Bademli bölgesinin ilerisinde Köy tesislerinin bulunduğu yerde. Fuara kadar köye gitmiş ve gelmiş oldum.
Saat 11 gibi Heykel'e dönmüş karnımı doyurup Bursa'ya geliş amacımı gerçekleştirmek üzere fuar alanına yollanmam gerektiğine karar vermiştim. Bursa'ya gidip döner yemeden olmaz. Tereyağı-sos ve yoğurt üçlemesi ile süslenmiş olanından değil, yeni gözdem dürüm olanından yedim. Bu aralar sayısı hızla artan kahve zincirlerinin birinde, bir başka zincirde öğrendiğim kahve jargonu ile 'gövdeli, asidisesi düşük bir kahve istiyorum. Harman da olabilir' ukalalığını yaparak aldığım kahvemi içerek bindim sarı renkli belediye otobüsüne. Bursa'ya ilk indiğimde otobüs kartı almıştım. Dokunmasız teknoloji ile çalışan karta para yükletmek gerekiyor ara sıra. Saat 12'yi geçiyordu Buttim kısaltmalı merkeze ulaştığımda. Yolda karşılaştığım ilginç karakterler ayrı yazıların (belki öykülerin) konusu olarak saklı kalsın hafızamda.
Fuar binasının kitaplar için ayrılan salonunun önünde kadınlı erkekli ve hatta çocuklu uzun bir sıra görünce 'vaay be' dedim içimden Bursa okuyan bir kentmiş Tüyap'ın Ankara'yı boşlayıp Bursa'ya fuar açmasının bir nedeni varmış. Ancak kapının hemen yanında oluşan sıranın içeri girmek isteyenlerce oluşturulmadığını anlamam uzun sürmedi. Bir özel hastane ücretsiz göz muayenesi yapıyormuş. Kuyruk onun kuyruğuymuş.
Fuarı hızlıca gezip kısa bir alışverişten ve Muzaffer İzgü'ye son kitabını imzalattıktan sonra söyleşilerin yapıldığı ikinci katta aldım soluğu. Önce Zeynep Oral ve Ali Sirmen Dünya Kadınlar Günü (emekçi var mı yok mu günün adında tartışmalı biraz. Artık olmadığı kesin ama ilk duyrulduğunda var mıydı orasını tam anlamadım. Benim ulaştığım belgelerde International Women Day diye geçiyor Zetkin'in önerisi. Bu konuda bilgisi olanlar yazarsa sevinirim...) nedeniyle birer konuşma yaptılar. Konuşmalarında kadınların yaşadıkları sıkıntıları dile getirdiler. Ali Sirmen'in, eşinin ağzından yazmış olduğunu düşündüren 1988 tarihli uzun mektubu etkileyiciydi. Konuşmaların ardından sıra sorulara gelince kadına ilişkin düşüncelerin ne kadar kanıksandığı ortaya çıktı.
Bir dinleyici Oral'a 'siz mecliste kadın vekil az diyorsunuz ama yanılıyorsunuz. Erkek olduğunu düşündüğünüz vekillerden bir kısmı da karılaşmış durumda. Kıvırtıp duruyor' diyerek herkesi şaşkınlığa uğrattı. Elbette, böyle bir etkinliğe vakit ayıran izleyici iyi niyetliydi ancak mevcut durumu anlatması bakımından iyi bir örnekti. İkinci soruyu ben sordum. Kadınların İsveç'ini yeni okumuş ve okuduklarımın şokunu üzerinden atmaya çalışan biri olduğumu belirtip: 'İsveç gibi gelişmiş ve kadın-erkek ilişkilerinden bir çok şeyi başarmış bir ülkede 1996 yılı verilerine göre senede 2000 kadın tecavüze uğruyor, kadın sığınma evleri var ve aynı işi yapsalar bile kadın ve erkek ücretleri farklı. Demek ki sorunun kaynağı eğitimsizlik değil. Sosyal gelişmişlikle aşılabilecek bir şey de değil. Hal böyleyken Türkiye'deki solun büyük bölümü kadın-erkek sorunlarını devrim ile kendiliğinden çözüleceğini düşünüyor ve bu konuya enerji harcamanın gereksizliğini söylüyor. Bu konudaki görüşlerinizi öğrenmek istiyorum' dedim. Oral, 1960'lı 70'li yıllarda yaşadıklarını İKD'deki (İlerici Kadınlar Derneği) mücadelelerinden bahsederek tespitime katıldı. Sorunun yüzyıllardır süregelen bir yapısı olduğunu ve kısa sürede çözümlenmesinin zorluğunu vurguladı. %30 gibi bir zorunlu temsiliyetin (kota) sorunların çözümü için başlangıç sayılması gerektiğinin altını çizdi. Sanırım çok haber izliyorum. Haber metni gibi oldu. Deniz Kavukçuoğlu'nun söyleşisi planlanandan geç başladı. Onun ile ilgili bölümleri bir sonraki yazıma bırakıyorum.

Yorumlar

Son ayın en çok okunan 10 yazısı

bir kez daha, nedir bu sayısal karasal televizyon?

Blog sayfamda DTT etiketiyle yayınlanmış 100'e yakın içerik bulunsa da, geçenlerde buluştuğumuz lise arkadaşlarımın sorusu üzerine, bir kez daha yazmaya karar verdim. Bilenler, okumadan geçebilir. Bilmeyenler ve sektörün uzağındaki kişiler düşünülerek hazırlanmış bir yazıdır.  Soru - yanıt şeklinde kurgulanmış yazılarımın daha çok okunduğu gözlemi üzerine, buyurun sık sorulan sorularla Sayısal Karasal Televizyon: Şimdi tam olarak neden bahsediyoruz? Çanak ile izlediğimiz televizyon mu?

Anıttepe, sokaklar, anlamlar

Ankara, ne yazık ki, içerisinden su geçen şehirlerden değil. Aslında daha doğrusunu söylersem, içerisinden geçen suların üzerini kapatıp yok eden bir kent. İncesu deresi, Kavaklı dere, Ankara çayı hep üzeri kapatılıp, halının altına süpürülen tozlar gibi gözden ırak tutulup unutulmuş kent suları. Hal böyle olunca Başkent, akar suyun kente sağlayacağı güzelliklerden yoksun. Neyse ki arayan için gizli güzellikler barındırıyor.   Anıttepe, bu gizli güzellikleri saklayan semtlerden. Anıtkabir, yılın her mevsimi caddelerden eksik olmayan turist otobüsleri, resmi bayramlarda protokol için kapatılan yollar, son dönemde sıklıkla düzenlenen mitinglere ev sahipliği yapan Tandoğan meydanı, Çankaya Belediyesi'nin  konserlerinin mekanı Anıtpark Anıttepe denildiğinde ilk aklıma gelenler. Ve tabii, geçenlerde bir yarışmada soru olarak da yöneltilen sokak isimleri: Ordular, İlk, Hedef, İleri, Ata ve Akdeniz caddesi.    Anıtkabir'in sınırını oluşturan 3 cadde bulunur: Gen...

Kocadağ At Çiftliği Kocadağ Köyü / Havran

Deniz, kum, güneş tatilinden sıkıldıysanız ve Edremit körfezi civarındaysanız size süper bir alternatif: At binmek. Edremit'ten Balıkesir'e giden yol üzerindeki şirin ilçe Havran'ın Kocadağ köyünde bu mekan. Henüz dört yaşında olan iki(z) kızlarımız çok keyif aldılar at binmekten. Altınızda sizden epey güçlü b ir hayvan varken dengede durmaya çalışmak, yorucu bir o kadar da keyifli bir uğraş. Eğer hayatınızda at binmeyi hiç denemediyseniz, emin olun deneyince siz de kabul edeceksiniz, çok şey kaçırmışsınız demektir.    Kocadağ At Çitfliği'nde at binmenin yanı sıra lezzetli mutfağını da deneyebilirsiniz. Mantı, haşlama içli köfte, ızgara köfte ve elbette demleme çay. Fiyatlar derseniz bu konuda ucuz / pahalı yorumu yapmak istemiyorum. Bunun yerine bir kaç seçtiğim ürünün fiyat bilgisini paylaşacağım. Ancak, öncelikle sipariş edeceğiniz yiyeceklerin hepsinin büyük bir özenle hazırlanıp, aynı özenle servis edildiğini belirteyim. Biz mantı, içli köfte, ızgara hellim ve ...

Emeklilik

Emeklilik başlıklı yazımı hazırlamanın kolay olacağını düşünmüştüm. Yazıp sildikçe, tahminimin doğru olmadığını gördüm. 1995'te üniversiteden mezun oldum ve çalışmaya başladım. Bu sene Mart'ın son günü emekli olana dek neredeyse kesintisiz çalıştım.  "Emeklilik" kavramı üzerine yazmak istiyorum ancak söz dönüp dolaşıp neden emekli oldum, emekli olduktan sonra büyük bir heyecanla başladığım ve kelimenin gerçek anlamıyla gecemi gündüze katıp çalıştığım yeni işimden 3 ay sonunda neden ayrıldığım gibi konulara geliyor. Aynı tuzağa bu kez düşmeyeceğim ve emeklilik kavramı üzerine kalem oynatacağım. Osmanlıca'da tekaüt ya da takaüt kelimesi kullanılırmış, ki oturmak kökeninden gelirmiş . Emekli olana ise mütekaid denilirmiş. Emek sahibi, emek vermiş anlamına gelsin diye mi emekli kullanılıyor günümüzde emin değilim. 18-20'li yaşlarda başlayan çalışma hayatı, ömrün sonuna kadar sürmüyor. Çalışma hayatı boyunca, hafta içi günlerin gündüzlerini kapsayan vakitlerimi...

Yabancı dil öğrenmek üzerine: DuoLingo deneyimimim

kızımın çizgileri Ülkemizin kanayan yaralarından birisidir sanırım, yabancı dil öğrenmek. Onlarca kurs, yüzlerce kitap, saatlerce ders ve sonuç: anlayan (en azından anladığını düşünen) ve konuşamayan kişiler... Bir yerlerde bir sorun olduğu kesin, ama nerede? Farklı zamanlarda, 3 kez Fransızca kursuna gittim. İlk seferin ardından, aslında bir temel bilgim olmasına karşın, her seferinde en baştan başladım, hiç bilmiyormuşum gibi. Ne yazık ki kurslarda öğrendiklerim kalıcı olamadı. Şimdilerde, 70 gündür, her sabah DuoLingo ile çalışıyorum. Ücretsiz ve arada çıkan reklamlarla devam eden sürümünü kullanıyorum. Eminim farklı online dil kursları da vardır. Online platformda, kurslarda olmayan ne var diye düşününce bir kaç şey tespit ettim. Belki sizlerin de işine yarar diye paylaşıyorum: Yabancı dil öğrenmek, sürekli ve kesintisiz tekrar gerektiren bir süreç. Kurslar, sadece haftanın belli günleri, bir kaç saat için ve çoğunlukla, günün en yorgun olunan akşamlarında oluyor. ...

29 Ekim 2024

Cumhuriyetimizin 101. yılı kutlu olsun. 20 senedir, neredeyse kesintisiz devam eden Türkçe blog sayısı fazla değildir muhtemelen.  Videolar, internette geçirilen zamanın büyük bölümünü işgal etmezken daha çok okunurdu yazdıklarım. Son dönemde yazılarımın sıklığı azalsa bile blogu açık tutmayı sürdüreceğim. Eskiden izlediğim filmler ile ilgili bir şeyler de yazardım. MUBİ platformunda  izlediğim Faruk'u önererek bitireyim.  Nice 101 senelere...

Eski Maltepe pazarı eski yerinde yakında bizlerle...

Ankaralılar bilir, kot pantolondan araba teybine, ara musluğundan kuruyemişe ne ararsan bulabildiğin hem de uygun fiyata bulabildiğin bir pazar var(dı): Maltepe camisinin üst tarafından pazartesi dışında (o gün semt pazarı kurulurdu) her gün hizmet veren seyyar paravanlarla ayrılmış küçük dükkancıkların oluşturduğu bir pazardı. Bu pazarın bulunduğu araziye bir alışveriş merkezi yapıldı. Ankara'nın en ilginç mimarisine sahip olduğunu düşündüğüm Malltepe Park, eski pazar esnafının ahını almıştı. Sopalarla dövüle dövüle pazar yerinden atılan esnafın tutan ahı, Malltepe Park'ı iflas noktasına getirdi. Market, dükkanlar derken hayalet alış veriş merkezine dönüştü Malltepe Park. Sonunda alış veriş merkezi yönetimi eski (kendi deyimleriyle tarihi) maltepe pazarını Malltepe Park'ın içine taşımaya karar vermiş.  Bugünlerde hummalı bir çalışma sürüyor Malltepe Park'ta. Dükkanlar alçıpanla küçük dükkancıklara bölünüyor. Öğrendiğime göre şimdiden 70'ten fazla pazar esnafı taş...

Tehlikeli Şarkılar / Tuna Kiremitçi

Polisiye, severek okuduğum bir tür. Tuna Kiremitçi , beğenerek okuduğum bir yazar. Sevdiğim tür ve beğenerek okuduğum yazarı bir araya getiren Tehlikeli Şarkıları okuyup bitirmem, belki de bu yüzden, çok hızlı oldu.  Kitabın kapağında Bir Başkomiser Perihan Uygur Polisiyesi ifadesine yer verilmiş. Ahmet Ümit'in başkomiser Nevzat'ı, Emrah Serbes'in başkomiser Behzat'ı gibi Tuna Kiremitçi'nin başkomiser Perihan'ı varmış. Tehlikeli Şarkılar, Perihan Uygur'un, yanılmıyorsam, üçüncü macerası.  Yazarlığının yanı sıra müzisyen de olan Kiremitçi, müzik dünyasına dair ayrıntılarla süslü Tehlikeli Şarkılar'da iyi bildiği bir dünyayı anlatmanın konforu içinde. Bu ara yazarlarla yapılan söyleşi videoları izliyorum. Bu videoların birinde, yazar bildiği şeylerden yola çıkarak kurmalı romanını diyordu severek okuduğum bir isim. Bir diğer söyleşide ise, gene severek okuduğum başka bir isim, ben bilmediklerimi araştırıp kurarım romanlarımın çatısını diye açıklıyordu alem...

Borusan Contemporary

İstanbul, sürprizlerle dolu bir şehir. Önünden her geçişimizde manzarası ne kadar güzeldir diye düşündüğümüz Borusan Holding'in binasının hafta sonlarında ziyarete açık bir modern sanatlar galerisine dönüştürüldüğünü ise dün öğrendik. Perili Köşk olarak bilinen Yusuf Ziya Paşa yalısının terasına kadar çıkabiliyorsunuz, eğer öğrenci için 75 TL, yetişkin için ise 150 TL öderseniz. Bu giriş ücretlerinin Şubat 2023 için geçerli olduğu bilgisini ekleyeyim. En güncel halini elbette web sayfasından öğrenebilirsiniz.   Süreli sergilerin yanı sıra binanın farklı odalarına dağıtılmış onlarca eseri de görebiliyorsunuz Borusan Contemporary'de. Modern sanatın bana hitap etmediğini, gezdiğim her sergide, gördüğüm her işte bir kez daha anlıyorum.  Müze / galerinin kafesi de bulunuyor. Kafedeki fiyatlar yüksek. Boğaz kenarındaki bir kafe olduğunu düşününce belki normal karşılamak gerek. En azından bilet almış olanlara indirim uygulansa güzel olurdu diye düşündüm. Kafeye giriş için bile...

Genç Kızlar Labirentinin Esrarı / Eduardo Mendoza

Facebook, Trends ve Twitter hesaplarımdan #hergünebirkitap etiketiyle paylaşım yapmaya başlayalı okuyacağın kitapları nasıl seçiyorsun diye soranlar oluyor. İşin doğrusu özel bir yöntemim yok. Tanıtım yazıları, dergilerdeki söyleşiler yol gösterici olsa da nokta atışı öneriler, tanıdıkların tavsiyelerinden çıkıyor.  Bu kısa ve belki de gereksiz girişin ardından gelelim Eduardo Mendoza'dan okuduğum ilk eser olan Genç Kızlar Labirentinin Esrarı romanına. Öncelikle bu romanı okumama vesile olan sevgili kızıma teşekkür ediyorum. Onun isteği ile sahafta bulup satın aldım Mendoza'nın 1990 yılında Remzi Kitabevi'nden çıkan romanını. Fransızca'dan Hüseyün Boysan çevirmiş dilimize. Neden orijinal dilinden çevrilmemiş anlamadım.  Roman, İspanya yakın tarihini kısaca özetleyen bir önsöz ile yayınlansaydı çok iyi olurdu diye düşündüm okuduktan sonra. Franco kimdir, 1936 - 1939 arasında yaşanılan İspanya İç Savaşı neden çıktı, kim kiminle savaştı gibi temel bilgileri bilmeden de oku...