Gölgeleri oldum olsası sevdim. Işığın somut göstergesi gibi geldi bana. Işığın yönüne ve şiddetine göre değişmesini, hayatın farklılaşan akışına benzettim. Uzayan kısalan, koyulaşan belirsizleşen gölgeler... Gölgelerin bu suskun ama etkili varlığı çağrışımlar yaptı ömrüm boyunca. Kökenleri çocukluk yıllarıma kadar uzanıyor belki. Ağaçların uzayan gölgelerini izlerken fark etmiştim ışığın ve karanlığın birbiriyle oyununu. Her gölgenin, öyküsü başkaydı; kimi dinginlik, kimi merak, kimi endişe içerirdi. Sessiz sinema gibi, sözsüz öyküler, giz ile görünen arasındaki ilişkiyi mi yansıtıyor acaba? Gölgelerin etkileyici olmaları biraz da bu yüzden sanırım, hayal gücümüzü işe koymaları. Görünen ile giz arasını doldurması bize kalıyor.
Ken Loach'ı Ülke ve Özgürlük isimli filmi ile tanımıştım. İspanya iç savaşını anlatan filminde cumhuriyetçilerin yanında savaşmak için gelen yabancıların yaşadıklarını gerçekçi bir anlatım ile ortaya koymuştu. Duygudan da öte filminde ise Glasgow'da yaşayan İrlanda'lı öğretmen (Eva Birthistle) ile Pakistan kökenli genç DJ (Atta Yaqub) arasındaki aşka kamerasını çevirmiş. Bunu yaparken 11 Eylül sonrası tüm müslümanları terörist gören kolaycı yaklaşımı gözler önüne serip yargılıyor. Tutucu, kabuğundan çıkmaya yanaşmayan Pakistan kökenlilerin neden böyle davrandıklarına ilişkin saptamalara da yer verilmiş katoliklerin bağnazlığına da. Aslında temelde insanın özgürlüğünün önündeki her türlü engele, doğmaya karşı çıkıyor yönetmen.
Kendi aralarında Pakistan dilinde konuşan dünürlerin gelin/damat adaylarına Pakistan dilinde sordukları soruların yanıtlarını İngilizce almaları, tüm eğitimlerine karşın aile geleneklerinden sıyrılamayan, belki de böyle bir isteklerinin olmasını bile doğal karşılamayan abla ve damat adayının duruşları, kendi mutluluğu ve kurulu sistemin bozulmaması için kardeşinin aşkından vazgeçmesini istemesi etkileyiciydi. Beyaz ve katolik sevgilisi olmasına karşın kız kardeşinin kız arkadaşlarıyla gece çıkmasına izin vermeyen, hayallerini süsleyen gazetecelik eğitimi için başka kente gitmesi konusunda kardeşine destek çıkmayan abi Casim, hiç de yabancısı olmadığımız iki yüzlülüğü çıplak bir şekilde gösteriyor.
Oyunculara ilişkin bir iki satır yazmakta yarar var. Öncelikle Eva Birthistle. Google'da aratınca televizyon dizilerinde oynadığını sinema deneyiminin ise küçük İrlanda filmleri olduğunu öğrendim. Loach'ın yönetiminde oldukça başarılı. Özellikle katolik rahiple görüşmesi sırasında ve İspanya tatilinde sevgilisinin söylediklerine karşı tepkisinde görülmeye değer oyunculuk sergiliyor. Birthistle ile, BBC'nin internet sayfasında film üzerine söyleşi yapılmış. Söyleşiden öğrendiğime göre kendisi de İrlandalı ve katolikmiş. 1974 doğumlu ve tarım makineleri kullanma ehliyetine sahip.
Casim (Kasım) rolündeki Atta Yaqub ise 1979 doğumlu. İlk oyunculuk denemesi. IT yönetimi eğitimi almış. Yarı zamanlı fotomodellik yapıyor. İlk oyunculuk denemesi olmasına karşın rahatsız edici, göze batan başarısızlığı yok. Kimi sahnelerde daha iyi olabilirdi diye düşünsem bile genel anlamda Birthistle'e uyum sağlamış.
Aşk, ömür boyu sürer mi? Ömür boyu sürme garantisi var mıdır? Eğer ki ömür boyu sürme garantisi yoksa, gemileri yakmaya değer mi? Sorular çoğaltılabilir. Filmde esas oğlan esas kıza ve kendine bu soruları soruyor. Kendine sorması gereken soruyu ise esas kız, oğlana yöneltiyor: Hayatının akışını başkaları mı belirleyecek yoksa sen mi? Bu noktada dönüp Eflatun'u anmadan olmaz. Ne demişti Eflatun: Kimseye kendinizi sevdirmek için uğraşmayın. Başkaları üzülecek, kurulu düzen değişecek diye, kendi mutluluğunu feda etmek anlamsız.
Hayatta hiç bir şey insanın özgürlüğünden değerli değil.
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.