Gölgeleri oldum olsası sevdim. Işığın somut göstergesi gibi geldi bana. Işığın yönüne ve şiddetine göre değişmesini, hayatın farklılaşan akışına benzettim. Uzayan kısalan, koyulaşan belirsizleşen gölgeler... Gölgelerin bu suskun ama etkili varlığı çağrışımlar yaptı ömrüm boyunca. Kökenleri çocukluk yıllarıma kadar uzanıyor belki. Ağaçların uzayan gölgelerini izlerken fark etmiştim ışığın ve karanlığın birbiriyle oyununu. Her gölgenin, öyküsü başkaydı; kimi dinginlik, kimi merak, kimi endişe içerirdi. Sessiz sinema gibi, sözsüz öyküler, giz ile görünen arasındaki ilişkiyi mi yansıtıyor acaba? Gölgelerin etkileyici olmaları biraz da bu yüzden sanırım, hayal gücümüzü işe koymaları. Görünen ile giz arasını doldurması bize kalıyor.
Uzun zamandır ismini duyduğum, ancak kitaplarının hiç birini okumadığım yazarlardan birisiydi Amin Maalouf. Beatrice'ten sonra birinci yüzyıl isimli roman, yazarın okuduğum ilk eser oldu. Roman, doğacak çocukların cinsiyetlerini belirleyecek bir maddenin bulunması, gelişmiş ülkelerin az gelişmiş ülkelerin nüfus artışını kontrol etmek için bu maddeyi kullanmaları ve kız-erkek sayısında oluşan dengesizliğin yarattığı sorunlar üzerine yazılmış. Akıcı bir dil kullanılmış. Çevirisi de başarılı. Kolay okunuyor. Fırsat buldukça yazarın diğer eserlerini de okumayı düşünüyorum.
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.