Gölgeleri oldum olsası sevdim. Işığın somut göstergesi gibi geldi bana. Işığın yönüne ve şiddetine göre değişmesini, hayatın farklılaşan akışına benzettim. Uzayan kısalan, koyulaşan belirsizleşen gölgeler... Gölgelerin bu suskun ama etkili varlığı çağrışımlar yaptı ömrüm boyunca. Kökenleri çocukluk yıllarıma kadar uzanıyor belki. Ağaçların uzayan gölgelerini izlerken fark etmiştim ışığın ve karanlığın birbiriyle oyununu. Her gölgenin, öyküsü başkaydı; kimi dinginlik, kimi merak, kimi endişe içerirdi. Sessiz sinema gibi, sözsüz öyküler, giz ile görünen arasındaki ilişkiyi mi yansıtıyor acaba? Gölgelerin etkileyici olmaları biraz da bu yüzden sanırım, hayal gücümüzü işe koymaları. Görünen ile giz arasını doldurması bize kalıyor.
Hani bazı oyunlar vardır. Konusu ile ilgili en küçük ayrıntıda oyunu izlemenin anlamsızlaşır. Ölümden kaçış yok, böyle bir oyun. Bu nedenle konusuna ilişkin söylenebilecek tek şey Kızıldeniz kıyısında tatile giden bir Fransız çift, Ermeni ve İngiliz arkadaşlarının başından geçen olaylar. Hırslarının insana neler yaptırabileceğini sergileyen iyi bir oyun. 2 saatten fazla sürmesine karşın sıkıcı olmayan, trajik sahnelerinde, ilginç bir şekilde seyircileri güldüren farklı bir oyun. Bu sezon izlediğim oyunlar içerisinde beğendiklerimden birisi. Bu sezon izlediklerim içerisinde favorim ise halen Schubert ve Şevki Bey.
Herkese iyi seyirler. 6 YTL'ye bu keyfi yaşattığı için Devlet Tiyatroları'na sonsuz teşekkür...
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız denetimimden geçtikten sonra yayınlanacak. Beğenmediklerinizi hakaret içermeyen şekilde ifade edin lütfen.